Yaya Bey, Mick Harvey ve bu hafta başka ne dinlesek?
Yazı: Cem Kayıran, Elif Öz, İlayda Güler, Şevval Öztemur, Utkan Çınar, Zeynep Naz Günsal
Yaya Bey, 16 parçalık yeni albümünde içinde birikenleri bir bir groove’a akıtıyor. Eski dost Mick Harvey, besteler – coverlar karışık bir albümle 90’lara götürüyor. Childish Gambino 2024 yaz etkinlikleri de sürpriz bir yayınla başladı.
Taze yayımlanmış albüm ve teklilerden hazırladığımız güncellenen çalma listemiz sizi bekliyor! Öne çıkan kayıtlar ise hemen aşağıda.
ALBÜM: Yaya Bey – Ten Fold
(Big Dada / GRGDN Müzik)
Birleşik Krallık’ın yeni nesil R&B sahnesinin en heyecanlı seslerinden, yorumcularından, hikâyecilerinden biri Yaya Bey. Küresel müzik basınında hakkında Nina Simone ve Roberta Flack benzetmeleri yapılan yorumlar yapıldığını hatırlıyoruz. Yeni albümü Ten Fold’da 40 dakikaya sığan 16 parçayla, bir besteci olarak da kısa sürede kat ettiği yola hayret ettiriyor. O içini groove formunda döktükçe dinleyen de rahatlıyor, daha fazlasını istiyor. Yaya Bey, albümün tüm görselliğinin ve eşlikçi kliplerinin de kreatif direktörlüğünü üstlenmiş.
TEKLİ: REZN – Collapse
(Sargent House)
Illinois’dan seslenen yeraltı metal bileşimi REZN, geçen yılki uzunları Solace’ın 14 Haziran’da beklenen kardeş albümü BURDEN’dan bir tekli daha paylaştı. Doğu çağrışımlı ve sarmallı bir melodiden temellenerek yumuşak başlayan, sonra gittikçe ağırlaşan “Collapse”in duygusu hayli yüksek. Riffleri, davulları derken bütün aranjmanı ihtişamlı ve hepten aşındırıcı. Progresif unsurlarla shoegaze estetiğini buluşturmayı seven ekibin bu parçasına ait teatral klip bu sefer Chris Owsiany’nin rejisiyle hayata gelmiş.
ALBÜM: Dehd – Poetry
(Fat Possum Records)
Poetry için yeni bir şey denemiş Chicagolu üçlü: Bu sefer herkes stüdyodaki farklı enstrümanların başına geçip yeni sesler kovalamış. Ortaya çıkan sonuç önceki Dehd ses evrenlerinden çok farklı olmasa da bu yeni tavır üçlünün uyumunu sanki daha çok tamamlamış. Gruptan alışık olduğumuz, bir yandan dört elle aşka tutunurken bir yandan da aniden her şeyden vazgeçmeye hazır, “zaten baştan beri umursamamıştım” diyen iki ses aynı anda konuşuyor. Özellikle ilk yarısında müthiş bir tempo yakalayan koleksiyonun, bu yazın en iyi eşlikçilerinden olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

TEKLİ: Xeno & Oaklander – Magic of the Manifold
(Dais Records)
Liz Wendelbo ve Sean McBride ikilisinden karanlıkta parlayan bir synthpop güzellemesi. Şarkıyı biçimlendiren kurgunun merkezinde, dumanların beyni etkileyerek hayal gücünü tetiklediği bir Merkür mağarası var; kapak görseli de nasıl bir yer olduğuyla ilgili fikir veriyor. Gizemli vokallerle titreşen sözlerdeki ektoplazmik, akromatik, medyumistik gibi sıfatlara bakılırsa, içeriye gireni bolca sürpriz bekliyor.
ALBÜM: Dylan Dylan – Love Theory
(Shall Not Fade LTD / Lost Palms)
Euphoria (2022) ardından gelen ikinci uzunu ile yükselişine devam eden Dylan Dylan bu LP’yi aşka ve elektronik müziğin barındırdığı çeşitliliğe bir övgü olarak tanımlamış. 90’lar titreşimleri güçlü ve hip hop etkili açılış “Hello (intro)”, “Crazy In Love” sample’ı içeren Emma Wizz iş birliği “Sorry”, “Forward” derken doğrudan boş yok tabirini kendine yakıştıran bir house dinletisi Love Theory net ve temiz bir dans albümü. Türün müzikal trendleri çerçevesinde hareket ederken kendinden emin seçimler yapmaktan geri durmayan Fransız prodüktör “soft banger” niteliğindeki parçalarını, tekstüre yaptığı müdahalelerle atmosferik, belki de spiritüel şekillerde sunabiliyor dinleyicisine.
TEKLİ: Miki Berenyi Trio – Vertigo
(Bella Union)
Shoegaze atmosferiyle büyüleyen rüyaların anlatıcısı Miki Bereyni’nin “endişe ve kendini uçurumdan aşağı indirme çabalarıyla ilgili” teklisi, derinliklerde kaybolmuş kalp atışlarımızın çağrısıyla el ele verip kaygı, korku, anksiyete, sıkışmışlığa dair meditatif bir parça. Dalgalanan elektronik kıvrımları, halka halka genişleyen gitar dokuları, yumuşak vokaliyle bedeni sarıp sarmalıyor. Le Consortium Müzesi’nde Sébastien Faits-Divers yönetmenliğinde çekilen videosu da şurada.

ALBÜM: Mick Harvey – Five Ways To Say Goodbye
(Mute / GRGDN Müzik)
Kariyerinin büyük bölümünü Nick Cave & The Bad Seeds kurucu ve en önemli üyelerinden biri olarak geçiren Mick Harvey, solo kariyerinde de güzel ürünler vermeye devam ediyor. 10 yıla yakın bir aradan sonra yayımladığı yeni solosunda da kendine özgü havasından bir şey kaybetmediğini görüyoruz. Özellikle 90’lar Nick Cave tadı almak olası. Kendi bestelerinin yanı sıra The Triffids, The Saints, Marlene Dietrich gibi isimlerin şarkılarının yorumlarına da yer verdiği albüm çok başarılı bir Neil Young cover’ı olan “Like a Hurricane” ile kapanıyor.
TEKLİ: Hagop Tchaparian – Treacle
(Text Records)
Köklerinin uzandığı Ermeni geleneğinden kulağına yerleşmiş tınıları elektronik müziğin içine enjekte eden Hagop Tchaparian; bir miktar pus, tekinsizlik ve bolca hareket, ani viraj içeren bir dans parçasıyla döndü. Müzisyenin ilham aldığı figürlerden biri olan Four Tet’in plak şirketinden yayımlanan “Treacle”, az sonra bir köy evi fırınına girmeye hazırlanan hamurları pişirecek kızıl alevlerin sıcaklığını kapak görselinden yüzünüze doğru savuruyor.
TEKLİ: Jamilah Barry – Give
(Bağımsız)
İngiltere – Gine kökenli solist Jamilah Barry, doğru zamanı beklemekten vazgeçip sahip olduğu tek şey olan sevgisini cömertçe paylaşmayı seçen, “Gerçeğimiz yoksa mutlulukta neşe olmaz. Yaptığın şeyi sev. Ekibindeki sevgiyi koru.” diyen birinin ne istediğini bilerek yaşamla akma telkinini seslendiriyor. Canlandırıcı alté ritimleri, ten okşayan üflemeli katkıları ve sıcak vokalleriyle zihninize güneş öpücüğü, tuz kokusu, dalgaların serinliği gibi bilumum deniz kenarı hissi çağrıştıracak, rahatlatıcı bir şarkı. Klibi de benzer manzalardan geçiyor.

ALBÜM: A.G. Cook – Britpop
(New Alias)
PC Music ve New Alias etiketlerinin kurucusu, hyperpop akımına katkısı büyük İngiliz prodüktör Alexander Guy Cook, bir albümden anladığımız şeyin sınırlarını genişletmeye devam ediyor. Sekizer şarkılık üç bölümden oluşan yeni koleksiyonu Britpop; geçmiş, şimdi, gelecek olarak üçe ayrılıyor. İkinci bölüm yani “Present”, müzisyenin vokallerini en çok duyduğumuz, lo-fi çizgisine en yakın olanı. Bu beklenmedik enerji değişiminden midir bilmiyoruz ama bizim favorimiz de şimdilik o. Britpop aynı zamanda bir şarkı koleksiyonundan çok daha fazlası. A.G. Cook bu albümle aslında bir multimedya projesi yaratmış: Wandcamp, Wheatport ve Witchfork isimleriyle üç farklı web sitesindeki oyunlar, karakterler,ve diğer bütün içerikler büyük Britpop projesinin bir parçası.
TEKLİ: Sihr – Mavi
(Bağımsız)
Arda Ersalan’ın solo projesi Sihr’in, yakında yayımlanacak Nefha adlı EP’sinden bir parça daha. Prodüktör Can Kuman eşliğinde yarattıkları organik ve bir o kadar da düşsel, kırılgan ses âleminin içine serbest dalış yapmaktan kendinizi alıkoymayın. “Mavi”yi dinlerken halının altına attığınız bazı şeyleri kazımanız olası. Çocukluğa, aileye dair şeyler. Dilerseniz video klibiyle birlikte de bu kazıyı yaşayabilirsiniz.
ALBÜM: Keeley Forsyth – The Hollow
(130701)
Keeley Forsyth’in 12 şarkılık koleksiyonu herkese ve her güne göre olmayabilir. Avangart ve soyut dünyalarda dolaşan karanlık bir albüm The Hollow ve bu sebeplerden de ulaşması ve içine girmesi yer yer zorlayabilir. Bu kadar az sözcükle Forsyth’in yarattığı güçte ve yoğunlukta bir atmosfer kurgulamak ne kadar zorsa; bu atmosferin içinde kalıp çağırdığı bütün acılar ve hisleri üzerinizden atmak da bir o kadar zor.

ALBÜM: Big Special – POSTINDUSTRIAL HOMETOWN BLUES
(So Recordings)
Tohumları pandemide atılan ilk Big Special albümü, büyük harflerle yazılmış isminin söz verdiklerini karşılıyor. Büyüyen post-punk dalgasına katılan Callum Moloney ve Joseph Hicklin ikilisi, geldikleri yer olan Black Country’den bahsederken aslında daha evrensel bir karamsarlık, politik mağduriyet, acımasız bir sistemden şikayet ediyor. Kişisel ve dürüst bir yerden çıkan albümde ikilinin geldikleri yere (bkz. “Black Country Gothic”), özgüvensizliklere (bkz. “I Mock Joggers”) ve ruhsal hastalıklara (bkz. “Black Dog/ White Horse”) yer verilmiş.
TEKLİ: Colin Stetson – The love it took to leave you
(Invada Records & Envision Records)
Öze, yalnızlığa ve rüzgârda, yağmurda sallanıp gıcırdayan uzun, yaşlı ağaçlara yazılmış bir aşk mektubu; aynı zamanda 13 Eylül’de yayımlanacak albümün tanışma merasimi. 2023’ün başlarında, Montreal’deki -bugün bir çağdaş sanat kompleksi olarak yaşayan- eski bir metal işleme tesisinin akustiğinde alınan bu kayıt, anda ne varsa onu içeriyor; eksiği yok, fazlası yok. Birtakım teknik yardımcılar kullanarak fiziksel bedenini enstrümanının uzuvları gibi çalıştıran müzisyenin boğazına yerleştirdiği cihaz vokale, parmak tuşları ve pedlerden yaydığı titreşimler perküsif unsurlara evriliyor. Colin Stetson’ın sanatı önce paralize edip sonra sonsuz bir devinime teslim ediyor dinleyeni. Çok hisli, çok çok etkileyici.
TEKLİ: Mabel Matiz – Kömür
(Pose Records)
Mabel’in dinleyiciyi ânında yakalayan, yoğun duygulu melodik introları, artık bir tür imzaya dönüştü. İlk saniyesinden itibaren Ege kıyılarına götüren, radyosuna Yunan frekansı karışmış bir araba yolculuğundaymışçasına yükselen “Kömür” de o izi takip eden şarkılardan. Camın dışında aksak, doygun ritimlerin çizdiği bir manzara var; hacimli synth akorları, eşliğini usul usul sürdüren buzuki tınıları ve Cenk Erdoğan’ın ellerinden çıkma yaylı tambur titreşimleriyle hisleniyor, güzelleşiyor yol ilerledikçe.

ALBÜM: Barış Demirel – DANS PİSTİ CENAZESİ
(Avrupa Müzik Yapım)
Yaklaşık 15 yıldır üretimlerini farklı estetiklerle yoğurma alışkanlığını sürdüren Barış Demirel, kendi ismiyle yayımladığı üçüncü stüdyo albümünde pop unsurlarını deep house numaralarıyla harmanlamış. Özdemir Erdoğan yorumu “Aç Kapıyı Gir İçeri”ye de akışında yer veren DANS PİSTİ CENAZESİ, tematik bütünlüğünü adıyla da açık ediyor. Melankoli yerli yerinde ama biraz da kalçaları sallamaya niye hayır diyelim ki? Bir de hatırlatma: DANS PİSTİ CENAZESİ’nin kutlama konseri, 30 Mayıs’ta Salon İKSV’de.
TEKLİ: O. – Micro
(Speedy Wunderground / GRGDN Müzik)
Birbirinden hipnotik hookları ve türlere meydan okuyan yaklaşımlarıyla bilip sevdiğimiz deneysel ikili O. şimdiye kadarki en kinetik parçalarını, rejisini Londra bazlı prodüksiyon ajansı WendyVision’a emanet ettikleri şu nacizane kliple paylaştı. Funk dolu, fazlasıyla perküsif ve bir parça. 21 Haziran’da platformlara ulaşacak debut albümleri WeirdOs’dan, tabii ki. Hararetli ve harikulade ucubemsi bir tekli.
ALBÜM: Karen Ann – through the telescope
(3amRecords)
Ayın kucağına oturmuş bir Karen Ann ile karşılandığımız “through the telescope”un ilk sesleri, Slovak şarkıcının çeşitli sağlık problemleri ve mesleki tatminsizliklerden dolayı müzik yayımlamaktan vazgeçmenin eşiğinde durduğu bir zamanda duyulmaya başlamış. Bu karanlık dönemin hediyesi gibi karşısına çıkan Benjamin Lazar Davis’le kurdukları yaratıcı bağ, içinde bir şeylerin kilidi açmış. Karen Ann’in “sevgi emeği” diye tanımladığı 48 dakikada teatral, melodik, yer yer sıkıcılaşabilen bir alternatif pop denizinde yüzeceksiniz; ayın yakamozu üzerinizde olsun.

ALBÜM: Jordan Rakei – The Loop
(Decca Records)
Titrek vokal denince de Jordan Rakei, nefis prodüksiyon denince de Jordan Rakei. Çok yönlülüğü ve son 10 yıldaki üretkenliğiyle İngiltere R&B / neo soul sahnesinin hatırı sayılır figürlerinden birine dönüşen müzisyen beşinci albümünde; oğlunun doğumu, hayatından çıkarmayı kabul ettikleri, benliğine dair yeni keşifleri gibi yakın zamanda yaşadığı büyük dönüşümlerin üzerindeki etkilerini alabildiğine sade bir dil ve bir o kadar yüksek hassasiyetle gözden geçiriyor. İnsanı savunmazsızlığıyla el sıkışıp akışa teslim olmaya yönlendiren 13 şarkıyla hem müzikal hem de duygusal olarak derinlere dalacak, türlü hazineler keşfedeceksiniz.
TEKLİ: Rico Nasty – Bleach Brows
(Atlantic Records)
En son Boyz Noise’la yaptığı EP ve ScHoolboy Q’nun albümünde yer alan dizesiyle radarlara giren Maryland çıkışlı rapçi Riso Nasty’nin sadece YouTube’dan paylaştığı teklisi, rap sayesinde ekonomik zorluklardan nasıl kurtulduğuna dair bir anlatı niteliğinde. Zaten kariyeri boyunca karanlık sularda gezinmiş MC, doğum gününde yayımladığı “Bleach Brows”da stil ve sound’unu hepten gotikleştirmiş; laçka üslubunu, punklığını ve “zero fucks given” tavrını ise hiç bozmamış. Parçanın prodüksiyonu ilykimchi ve coucouchloe’den olmakla birlikte, gece görüşlü görsel eşlikçisi de şurada mevcut.
TEKLİ: beabadoobee – Take A Bite
(Dirty Hit)
Henüz 23 yaşındaki beabadoobee’nin kariyerindeki yükseliş takdire şayan. Endüstriye bedroom pop ile giriş yapan müzisyen, yeni albümünü Rick Rubin’in stüdyosu Shangri-La’da kaydetmiş. “Take A Bite” da 16 Ağustos’a tarih verilen bu albümden kavuştuğumuz ilk tekli. Hem gitarları hem de beabadoobee’nin biraz umursamaz ve konuşan vokaliyle dinleyiciyi 90’lar ve 2000’lerin başlarına götüren nostaljik bir his geçiriyor parça. Müzisyen, en keyifli deneyim olmasa da çok dürüst şekilde düşünceleri ve sağlıksız yaşam tarzı hakkında içine dönmüş. Kaosun kendisi için tanıdık olduğunu söyleyen müzisyen, bunun verdiği rahatlıkla bu kaosu maalesef ilişkilerine de yansıttığından bahsediyor.

ALBÜM: Scott Lavene – Disneyland in Dagenham
(Nothing Fancy)
Scott Lavene’in işleri yolunda. İlk gençlik yılları ve 20’lerini uyuşturucuyla heba eden Essex çıkışlı müzisyen, şeytanlarından kurtulduktan sonra beş senedir aktifleşti ve 2021’deki Milk City Sweethearts ile adını geniş çevrelere duyurmayı başardı. Yeni albüm Disneyland in Dagenham de yılın güzel sürprizlerinden biri. Bir öncekini annesinin garajında kaydettikten sonra bu sefer tam teşekküllü bir stüdyoda kaydedilmiş koleksiyon yine de ekonomik, ham altyapısıyla dikkat çekiyor. Lavene’in konuşma ve şarkı söyleme arasında gidip gelen müthiş vokali şarkıları taşıyor. Sözler de oldukça ön planda. Kendisinin iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu söylemeli. Baxter Dury, Jonathan Richman gibi ismleri de rahatlıkla referans verebiliriz.
TEKLİ: Casey MQ – Grey Gardens
(Ghostly International)
Kanadalı müzisyenin ufuktaki albümünden üçüncü teklisi, beklemediğimiz karanlık bir köşeden geliyor. Yalnızca piyano ve vokallerle mistik ve hüzünlü bir doku yaratan beste unutmak ve hatırlamak konularında kafa yoruyor. Casey MQ, “Hatırlamak unutmanın tezatı değildir, astarı gibidir” sözüyle iki algı arasındaki çizgiyi bulandırıyor, ikisinin belki aynı anda var olabileceğini ortaya atıyor.
ALBÜM: Childish Gambino – Atavista
(RCA Records)
Donald Glover’ın “yapmak istediğim diğer şeyler tamam, sıra şimdi müzikte” minvalinde açıklamalarının ardından bir Childish Gambino yazının yaklaşmakta olduğunu anlamıştık. Sessiz sedasız, sürpriz bir şekilde salıverdiği Atavista ile şenlik başlıyor. Bu albüm aslında 2020’de pandemi ve yaşadığı kişisel kayıplar sebebiyle “acele ettirilmiş” 3.15.20 albümünün yeniden şekillendirilmiş bir versiyonu. İki yeni parça eklemesiyle birlikte. Hâlihazırda Ariana Grande, Kadhja Bonet, 21 Savage ve Ink düetleri barındıran akışa, Young Nudy ve Summer Walker da eklenmiş. Yeni parçalardan “Little Big Foot” için Childish Gambino denince akla gelen simalardan Hiro Murai tarafından çekilmiş klip de burada.

ALBÜM: Arab Strap – I’m totally fine with it 👍 don’t give a fuck anymore 👍
(Rock Action Records)
“Çürüyeceğimi düşünüyordun, ağlayacağımı düşünüyordun. Ama ben burada hissizleşmiş bir şekilde oturuyorum.” Aidan Moffat’ın ilk şarkı “Allatonceness”taki bu sayıklamaları, yeni Arab Strap koleksiyonunun tonunu özetler nitelikte. Dünyada olan biten her şeyin farkında ama umursama refleksini yitirmiş birinin ağzından yazılmış kavurucu şarkılardan oluşuyor I’m totally fine with it 👍 don’t give a fuck anymore 👍. Yabancı olmaya, yabancı kalmaya, iç huzurunu korumaya dair kulaklara küpe beyanlarla dolu bir koleksiyon.
ALBÜM: Gazapizm – DÖNMEK İÇİN EVE
(Argo Yapım)
Gazapizm’in dört yıllık arayı kapatan albümü, bir nevi tutku projesi aynı zamanda. Baştan sona bütünlüklü ve tanıdık bir anlatı takip ediyor, hatta parçaların aralarına yerleşen “Zabıt” kesitleriyle hikâyenin giriş – gelişme – sonucunu da netleştiriyor. Gazapizm, DÖNMEK İÇİN EVE’nin tüm parçalarının yer aldığı bir uzun metraj filmin de yönetmenliğini üstlendi. Albümün lansman konseri, 16 Mayıs’ta Volkswagen Arena’da gerçekleşecek.
TEKLİ: Efterklang & Mabe Fratti – Plant
(City Slang)
“Kendimizin ötesine uzanma eylemine, iç dünyamızın ötesine geçmeye ve kendimizi başkalarıyla paylaşmaya cesaret ederek, ışığa ulaşan bir bitki gibi kırılganlığımızı sergilemeye adanmış bir şarkı.” Casper Clausen, yeni Efterklang teklisi “Plant”in özünü bu sözlerle tanımlamış. Şarkı aynı zamanda, Danimarkalı grubun diskografisinin yedinci uzunçaları olacak Things We Have In Common’ın da habercisi.

ALBÜM: How To Dress Well – I Am Toward You
(How To Dress Well / Sargent House)
Altı yıllık arayı kapattığı albümüyle Tom Krell şimdiye kadarki en gürültülü, maceraperest ve lirik açıdan zengin müziğini yaratmış gibi. Felsefi damarı epey güçlü bu albüm, Krell’in kendine ve 15 yılı aşkın müzisyenliğinde şimdi nerede olduğuna dair önemli bir beyan niteliğinde. I Am Toward You zarif ve nostaljik olabildiği kadar zorlayıcı da bir iş. Elektronik elementlerden ve gürültüden faydalanma biçimi; işlemden geçmiş gerek pastoral, gerek gayet gündelik ya da şehirsel alan kayıtlarıyla bezeli. Krell’in çocukluğuna, yaşantısına dair anekdotlar ve derin düşüncelerle dolu albüm, hangi köşesinden ne çıkacağı hiç belli olmayan girift bir sesler bütünü.
TEKLİ: Alan Vega – Cyanide Soul
(In the Red Records)
Efsanevi synth punk grubu Suicide’ın vokali Alan Vega aramızdan ayrılalı sekiz sene oldu ama o zamandan beri aktif bir yayın programı devam ediyor. Vefatından sonraki üçüncü albüm Insurrection, Vega’nın 1997-98 döneminde kaydettiği bir iş. İkinci tekli Suicide sound’una gayet yakın, minimal ama gergin; Vega’nın etkileyici vokaliyle gayet keyifli, zaman dışı bir şarkı. Biraz Nine Inch Nails etkisi olduğunu da söyleyebiliriz üzerinde. Kendisi nur içinde yatmaya devam etsin; çatı katındaki kutularda ne varsa önümüze dökülmeye devam edilsin, hiç sıkıntı yok.
TEKLİ: fantasy of a broken heart – Ur Heart Stops
(Dots Per Inch Music)
Water From Your Eyes’dan tanıdığımız ikili Al Nardo ve Bailey Wollowitz ilk uzunçalarları için kolları sıvamış. Pandemi sırasında bir nefes almak için New York’tan Los Angeles gitmeleri üzerine ortaya çıkan “Ur Heart Stops”, taze ve eğlenceli olabilmenin bir yolunu bulmuş bir indie pop güzelliği. “Gece ve gündüz, ayrılık ve birleşme ve her sabah içilen kahve”nin hiç durmayan döngüsüne ve buna rağmen -aynı kalbin kendisi gibi- pes etmeyen ve işlemeyi bırakmadığımız için hepimize adanmış bir marş.

ALBÜM: Knocked Loose – You Won’t Go Before You’re Supposed To
(Pure Noise Records)
Tık, tık! Kim o? Modern metalcore sahnesine bir mızrak gibi saplanmış, yıkıcı ve sarsıcı seslerin taşıyıcısı Knocked Loose ve terler içerisinde bırakacak kâbus gibi 10’luk You Won’t Go Before You’re Supposed To. Şarkıların duvarları delen çığırışları, bozuk gitarları, kaotik davulları, diğer albümlerinden daha melodik, “belirli bir yöne doğru dallanmak yerine tüm yönleri kapsayan” gürültü, üzerimize çullanan atmosferinde buluşalım mı? Bu sefer grubun dinmek bilmeyen öfkesi her zamankinden daha fazla bizden söylemesi.
TEKLİ: Bibi Club – Shloshlo
(Secret City Records)
Adèle Trottier-Rivard ile Nicolas Basque ikilisinde oluşan Bibi Club, kendini yeşerten bağların keşfiyle alakalı Feu de garda albümünün feminist manifestosu “Shloshlo” ile bizlerle. Su gibi akıp giden vokalleri, dansa kaldıran synthleri ile parıl parıl bir ses manzarası sunan kayıt kadınlık, ebeveynlik kaygısı, aile temalarına açılıyor. İlhamını 1518’deki Nos Corsp olayından alan tekli anlatısına paralel, sırtında oğlu Noé’yi taşıdığı, her attığı adımda ataerkil zincirlerin halkalarını kırdığı görsel eşlikçisiyle evrenini tamamlıyor.
ALBÜM: Kings of Leon – Can We Please Have Fun
(Capitol)
Artık profesyonel beraberlikte 20 yılı geride bırakan Followill aile grubu, bu sürenin ikinci yarısında bir şeyler ifade eden işler yayımlamak konusunda zorlandı. Dokuzuncu ve yeni albümlerinde Harry Styles’la çalışmalarından bilinen Kid Harpoon’la birlikte stüdyoya girmeleri de hâlâ akıllanmadıklarını da gösteriyor. Hoş, Harpoon’un tane tane, anlaşılır prodüksiyonu dikkate değer. Albümün orta hızdaki ilk yarısı, özellikle “Actual Daydream”, fena değil; ikinci yarısı ise yine stadyumluk, sıradan şarkılarla dolu. Daha deneysel takılabilirler, hatta belki alt. country tatlarına yönelebilirler mesela, bu forsları olsa da nedense tembel kulakları mutlu edecek noktalara geri dönüyorlar. Bu albüm Kings of Leon’a bir yaşam öpücüğü veriyor ama bir şeyler değişmezse artık nostaljik bir grup olarak kariyerlerine devam edecek ya da Pearl Jam gibi, vasat albümlerle kariyerlerine devam edecekler. Karar onların. Ayrıca vokalist Caleb’ı da şarkıcılığının en “sıkıcı” yanlarını sanki kendi taklidini yapıyormuş gibi yer yer abartması da çok yardımcı olmuyor. Kendine özgü bir ses, bunu şu yaşında daha ustaca kullanabilmeli. Bu bir forma geri dönüş değil, o ihtimal kaldı mı emin de değiliz.