Yeni yaşı şerefine, filmlerinden 5 unutulmaz sahneyle: Wes Anderson

Oldukça depresif konuları bir masalsı dünya içinde anlatan Wes Anderson, bugün yeni yaşını kutluyor. 2014’ten beri yeni bir projesini göremeyip hasret kaldığımız yönetmenin beş sahnesini masaya yatırıyoruz.

Yazı: Zeynep Naz İnansal – Kolaj: Sadi Güran

The Royal Tenenbaums

Her ne kadar Bottle Rocket ve Rushmore gibi, bağımsız film dünyasında çok ses getiren iki film çekmiş olsa da, Anderson’ı herkese tanıtan film The Royal Tenenbaums olmuştu. Tenenbaum ailesinin dahi üç çocuğu, üstlerindeki büyük baskıyı kaldıramayıp büyümeyi reddeden bir üçlü. Onları yıllar sonra aynı çatı altında toplayan kişi de ironik bir şekilde tüm bu baskının tek kaynağı olan babaları Royal Tenenbaum. Yüksek potansiyeli olan çocukların başarısızlıkla mücadelesinin esin kaynağı J.D. Salinger’ın kaleminden çıkan Glass ailesi. Bu sahne de birebir Franny and Zooey esinli. Çocukluklarından beri birbirlerine aşık üvey kardeşler Margot ve Richie’nin yıllar sonra ilk karşılaşmasını izliyoruz.  Yönetmen, tüm bakışlarını ve mimiklerini rahatça görebilmemiz ve bu karşılaşmanın önemini vurgulamak için slow-motion’la sahneyi daha da uzun kılmış. Arkada da Margot’nun imajının esin kaynaklarından olduğundan şüphelendiğimiz Nico çalıyor. Belki de yıllardır bu karşılaşmanın hayalini kuran ikilinin birbirlerine fazla bir söz söylemelerine gerek yok. Zaten bakışlarıyla da anlaşıyorlar.

The Life Aquatic with Steve Zissou

Okyanus belgeselcisi Steve Zissou, 53 yaşında ortağını bir Jaguar Köpekbalığı’na kaybedince intikam almaya karar veriyor. Hatta sadece bu intikam güdüsüyle büyük bir ekip kurup göreve çıkıyor. Ekip onunla yola çıkmayı kabul etse de köpekbalığının varlığından pek emin değiller. Çünkü bu yaratığı gerçek hayatta gören tek kişi Zissou. Kariyeri düşüşe geçmiş ve tüm amacı imajını kurtarmak olan Steve, bu sahnede hayattaki en büyük düşmanı olan Jaguar Köpekbalığı’yla burun buruna geliyor. Tüm ekip bu anın şokunu yaşarken Steve, hayvanın onu hatırlayıp hatırlamadığını sorguluyor. Köpekbalığı geçip giderken görevin geldiği yer belirsiz. Sigur Ros’un bu sahneye çok yakıştığını da ekleyelim.

The Darjeeling Limited

The Darjeeling Limited, babalarının cenazelerinden beri—bir yıldır—birbirleriyle tek kelime etmemiş üç kardeşin Hindistan seyahatini anlatıyor. Her kardeş ayrı ayrı kendi yöntemleriyle durumu atlatmaya çalışsa da aslında ihtiyaçları olan şey acılarını yaşayıp birbirleriyle yeniden ilişki kuracakları bu yolculuk. Tüm film boyunca babalarının özel yapım bavullarını nereye giderlerse gitsinler yanlarında taşıyorlar. Aslında bir nevi ölen babaları da bu gezide hep onlarla beraber. Gezilerinin son günü, biletleri yakıp beraber Hindistan’da kalmaya ve bu yolculuğu sürdürmeye karar veriyorlar. Bu sahnede, bu kararın ardından treni yakalamalarını izliyoruz. Ellerinde bavullarla yetişemeyecklerini anlıyorlar ve babalarının bavullarını tek tek sırtlarından atıp treni yakalıyorlar. Hayatlarına devam edebilmeleri için yapmaları gereken en önemli şey, babalarının yükünden kurtulup onu geride bırakmak.

Fantastic Mr. Fox

Fantastic Mr. Fox, Roald Dahl’ın aynı adlı kitabından uyarlama ve Anderson’ın ilk stop-motion filmi. Film hayvanlar dünyasında geçse de aslında bir büyüme hikayesi. Karısının hamile olduğunu öğrenen Mr. Fox, oldukça haylaz ve asi bir tilki. Artık o günlerini geride bırakıp sorumluluk alması gerektiğini fark edince de son bir büyük yağmalama yapıp zirvede bırakmaya karar veriyor. Bu sahnede, film boyunca kendini ne kadar sevdiğine tanık olduğumuz Mr. Fox’un hayattaki en büyük fobisi olan kurtla karşılaşmasını görüyoruz. Sandığının aksine düşmanı sandığı bu yaratıktan oldukça etkileniyor, hatta bu güzellik gözlerini dolmasına sebep oluyor. O an Mr. Fox’un hayatında bir dönüm noktası, kendinden başka güzellikleri de takdir edebildiği ve biraz da olsa olgunlaştığı an. Korktuğu şeylerin aslında çok güzel olabileceğini fark ediyor.

Moonrise Kingdom

Wes Anderson’ın ustalık eseri Moonrise Kingdom, 1960’larda New England’da bir sahil kasabasında geçiyor. Bir kez karşılaşıp birbirlerine aşık olan 12 yaşındaki Sam ve Suzy’nin beraber evden kaçmaya karar veriyorlar. Çevrelerindeki tüm yetişkinlerden sıkılan ikili, uzun bir planlama ve mektuplaşma sürecinin ardından yola çıkıp kimsenin onları bulamayacağı bir adaya kamp kuruyorlar. Bu sahnede de Sam ve Suzy’i, tüm dertlerini geride bırakmış bir şekilde adalarında dans ederken görüyoruz. Dans sonrası ilk kez öpüşüyorlar. Bu oldukça masum ve tatlı yakınlaşma, bir an için de olsa sonsuza dek adalarında mutlu yaşayacaklarını ve yetişkinleri dünyasında hiçbir zaman dönmeyeceklerini düşündürtüyor.