Z Raporu: Elit Andaç Çam

Geçtiğimiz aylarda aynı isimli Perihan Mağden romanından uyarlanan Netflix dizisi Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?’de izlediğimiz Elit Andaç Çam, Cannes’daki prömiyeriyle büyük yankı uyandıran yeni Nuri Bilge Ceylan filmi Kuru Otlar Üstüne’nin de oyuncu kadrosunda yer alıyor. Son dönemde rol aldığı bir diğer roman uyarlaması da tiyatro sahnesinden: Ece Temelkuran’ın meşhur kitabı Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’ın Selen Uçer ve Seray Şahiner tarafından yazılan metinle uyarlandığı oyunda izlemiştik kendisini.

Elit Andaç Çam yanıtlıyor: Finalini değiştirmek istediğin bir film? Hayatta yaptığın ilk iş neydi? En son yaptığın yolculuk nereyeydi? Buyrunuz Elit Andaç Çam Z Raporu’na.

Günde kaç saat, en çok hangi platformlarda (uygulama) vakit geçiriyorsun?

Merhaba, ben bir sosyal medya bağımlısıyım. Çok fazla vakit geçiriyorum. Kaç saat olduğunu söylemeye utanacak kadar çok. Gezi’den beri Twitter’ı hayatımdan çıkaramıyorum. Kendi ismimle de değil, üstüne üstlük bir de anonim hesap kullanıyorum; rezalet! Twitter’ı tüketince de Instagram’da buluyorum kendimi. Tiktok’u birkaç kere denedim ama tutunamadım oralarda. Minik sınırlamalar getirmeye çalışıyorum kendime, kahvaltıdan önce sosyal medya yasağı gibi ama ülkede sürekli, acil takip edilmesi gereken olağanüstü olaylar olduğu için uymak zor oluyor tabi.

Finalini değiştirmek istediğin bir film?

Triangle of Sadnessın finalini de değil hatta son çeyreğini değiştirmek isterdim. Filmin final ada part’ı yani. Ne güzel yerlerden geçip ne acayip sorgulamalardan, görkemli çatışmalardan süzülüp sınıf bilincine, zenginleri yemeye varacakken “insanoğlu işte çiğ süt emmiş”e bağlaması çok yazık oldu. Zenginin neden sömürdüğünü ve erkin neden tecavüz ettiğini, kim olsa aynı şeyi yapardı diyerek aklamış gibi oldu maalesef canım film. Bana devrim vadedip vazgeçti, hayal kırıklığına uğrattı beni.

Belgesel çekecek olsan neyle ilgili olurdu?

Annem babam ve üretimleriyle ilgili bir belgesel olsa ne güzel olur diye düşündüm yakın zamanda. Yazlıkta, minicik bahçelerine ektikleri, biçtikleri, birkaç meyve ağacı, dağlardan, denizden topladıkları, köy pazarından alıp yaptıkları falan derken, iki kişi o kadar fazla üretim yapıyorlar ki. Kabaca hesapladık ve yılda 1 tondan fazla ürün çıktığını gördük evden. Hepsini de yiyorlar ve yediriyorlar bu arada, sattıkları bir şey yok yani. Salça, marmelat, reçel, şarap, likör falan. Harika bir şey bence. Hem yiyip içelim hem güzel güzel çekelim diyen varsa bulsun beni!

Son zamanlarda seni en çok etkileyen oyunculuk performansı?

Nanni Moretti’nin son filmi A Brighter Tomorrow’daki performansından çok etkilendim diyebilirim fakat iyi oynadığı için değil; bilakis oldukça kötü oynuyor. Ama filmin çok tatlı, umut dolu, iyiliği öven ve alkışlayan bir film olduğunu düşünüyorum. İçimi ısıttı hakikaten. Nanni Moretti’yi de o fena performansına rağmen izledikçe çok sevdiğimi fark ettim. Hatta sanki yaşlı ve tatlı olduğu ve kötü oynadığı için ekstra bir sempati duyuyor insan. İlginç tabii. Oyunculuk, sanat biraz da böyle büyülü bir şey. İyi oynamak için her zaman iyi oynamak gerekmiyor belki de.

En son yaptığın yolculuk nereyeydi? Birkaç cümlede özetleyebilir misin?

Son yolculuğum Cannes’a idi. İnanılmaz bir deneyim oldu tabii. Hâlâ rüyalarımda oradayım; kırmızı halı kuyruğundayım, filmlere giriyorum çıkıyorum, Türk pavyonuna gidiyorum, denize giriyorum, publarda film tartışıyorum falan. Rüyalarım dönemedi Türkiye’ye.

Hayatta yaptığın ilk iş neydi? Anlatır mısın? 

İlk işim palyaçoluktu. Lisedeydim, gazeteden iş ilanlarından bulmuştum. O yaz artık yazlığa gitmek istemiyordum, isyanlardaydım. İzmir’de kalıp çalışmaya, tiyatro ve elektro gitar kursuna gitmeye ikna etmiştim ailemi. Çok kötü kokan, çok çirkin, tam olarak palyaçoya da benzemeyen bir kostüm giyip mağaza açılışlarına gittiğimi hatırlıyorum. Pek de zevkli değildi galiba ya.