Takma ruhlar, kötü kalabalıklar: Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? üzerine

Yazı: Zelal Buldan

Netflix kataloğuna eklendiği günden beri adından sıkça söz ettiren Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?, birçok ülkede platformun en çok izlenen yapımları arasına girmeyi başardı. Yönetmen koltuğunda Gökçen Usta ve diğer birçok Netflix Türkiye yapımı dizinin de yönetmeni olarak görmeye alışkın olduğumuz Umut Aral oturuyor. Senaryosunu Ertan Kurtulan’ın yazdığı dizinin başrollerinde Melisa Sözen ve ilk oyunculuk deneyimi ile Eylül Tumbar var.

İzlemeden önce bilmeniz gerekenler…

Dizi Perihan Mağden’in aynı isimli romanından uyarlama. Perihan Mağden’in daha önce İki Genç Kızın Romanı isimli kitabı da uyarlanmış, filmin başrollerini Vildan Atasever ve Feride Çetin paylaşmıştı. 

Bir Perihan Mağden romanının daha uyarlamasını izleme düşüncesi heyecan verici olsa da dizi ile kitabın hissettirdikleri zaman zaman çatışıyor. Anne-kız ilişkisinin daha derinlerine inmek isteyenleri, kitabı okumaya davet etmek gerekebilir. Kitabı okumadan sadece diziyi izlemeyi seçenlere ise -özellikle psikolojik pencereden bakarsak- daha yüzeysel bir anlam yakalayacaklarını söyleyebilirim. 

Konu nedir?

Evleri küçük hapishaneler olarak gören, “Bizim evimiz yok, biz birbirimizin eviyiz.” diyerek bağlılıklarını tanımlayan anne-kız, lüks bir otel odasını paylaşmaktadır. Görünüş ve davranış olarak oldukça dikkat çekici olan bu ikilinin kaçtıkları gizemli bir geçmişleri vardır. Anne, Bambi diye seslendiği kızının zarar görmemesi için her şeyi yapmaya hazırdır. 

İlk intiba

Hepimizin çocukken izlediği, okuduğu, dinlediği ve çok etkilendiği masallar olmuştur. Nesiller boyu anlatılan ve günümüze kadar bazen iskeletini koruyarak bazen de değişime uğrayarak gelen masallarda yapıları gereği pek çok zorluk atlatılır. Amaç tabii ki bize travma yaşatmak değildir. Masalların çocuk gelişimindeki etkileri üzerine pek çok çalışma yapılmışken, bu konu ilginizi çektiyse Bruno Bettelheim’ın Masallar Ne Anlatır? kitabına göz atabilir; masalların psikanalitik incelemelerini okuyabilirsiniz.

Konumuza dönersek; 1923 yılında Felix Salten tarafından yazılmış bir kitap olan Bambi’nin hikâyesine çoğumuz küçük yaştan itibaren aşinayız. Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?’de baş karakterin isminin Bambi olduğunu ve anne-kız ilişkisinin Bambi hikâyesine göre ilerlediğini anladığımız andan itibaren, bu sebeple aklımıza tek bir soru gelir: Felix Salten’ın hikâyesinde annenin başına gelenler bu evrende de yaşanacak mı? Bambi annesinden ayrılmak zorunda kalacak mı yoksa hikâyenin özü değişime uğrayıp beklenen sondan şaşılacak mı? Özellikle Perihan Mağden’in kitabını okumamış ve sonunu bilmeyen izleyici için bu sorular dizinin son bölümüne kadar belirsizliğini koruyor. 

Karakterlere dair

Dış seste Bambi karakterinin kendisini ve annesini tanımladığı hâliyle; renkli şey ve siyahlar içerisinde güneşi emen kadın…

Bambi; renkli kıyafetleri, annesinin sözünden çıkmayışı ve savunmasız tavırları ile dikkat çeker. Annesinin her dediğini “çok iyi fikir” diyerek sorgulamadan kabul eder. Henüz anne sütünü bırakamamış bir bebek kadar bağımlıdır ona. Gözünü dünyaya açtığı günden bu yana annesinden başkasını yakından tanımamıştır. Annesi ona hâlâ “bebeğim” diye hitap eder; fakat gün gelecek, her bebek gibi Bambi de dış dünyayı merak edecektir. 

Bambi’nin ilk kez annesinden ayrılıp Akvaryum Koyu’na gitme isteği bu aşamada temsilen ilk evden ayrılışı olur. Zaten ne olacaksa bundan sonra olacak, Bambi dış dünyanın anne kucağı kadar konforlu olmadığını anlayacaktır. Bambi’nin artık annesinden öğrendiklerini uygulama vakti gelir.  Annesine benzemeye, onun gibi sigara yakarak başlar; fakat annesi Bambi’nin büyümesine hazır değildir. Bambi’nin değişimini fark eden annesi için bunu kabullenmek zor olur. Bambi’nin çiçekli kıyafetler ile dolaşan hâlini özler.

Melisa Sözen’in oyunculuğu ile takip etmesi oldukça keyifli olan anne karakteri ise karanlık geçmişine rağmen hayatına devam etmeyi seçmiştir. Ailesinin ona yaşattıklarını kızına yaşatmamak üzere yeni bir hayat kurmaya çalışmaktadır. Kendileri dışındaki insanlara “takma ruhlar, kötü kalabalıklar” benzetmesi yapar. Öyle ki hakikatte hiçbir şey hissetmeyen, hissedermiş gibi yapan ruhlar olarak tanımlar diğerlerini. Hayatta kızından daha önemli hiçbir şey yoktur. Orijinal Bambi hikâyesinde olduğu gibi kızına bütün tehlikeleri öğretmek, onu hayata (ormana) hazır hâle getirmek ister. Bambi hikâyesinde anne ve kızın bir noktada ayrılacağını biliyordur. Yine de içinde bir umut vardır: “Ya biz kitabın o kısmını geçtiysek?”

Sevmediğin bir yönü var mı?

Her ne kadar Bambi ve annesinin dünyası oldukça sıra dışı olsa da yan karakterlerin bu dünyaya dahi abartılı kaçtığını düşündüm. Otelde konaklayan bütün yan karakterler duygularını en uç noktada yaşarlarken motivasyonları yer yer pek de ikna edici gelmiyor. Bütün bu uç karakterlere alışıp dizinin dünyasını bu şekilde kabul etmeye çalışırken, bir yandan oldukça sıradan polis karakterler diziye giriş yapıyor. Bu aşamada dizinin dünyasına dair soru işaretleri tekrardan beliriyor. Karakterler arasında gözle görülür bir tutarsızlık hissediliyor.

Buna ek olarak, dizinin tür olarak polisiyeye yaklaştığı kısımlara gelindikçe anne ve kızın duygusal hikâyesinden oldukça uzaklaşılmakta sanki. Bambi ve annenin her polis engelini aşmalarına alıştıkça, bu sahneler oldukça uzun ve sürprizsiz gelmeye başlıyor. Bitmeyen aksiyon sahneleri merakı körelten bir hâl alıyor.

Nasıl hissettirdi?

İzlediğimiz dizilerden, filmlerden sonra hatırladığımız duygularda kaybolmayı seviyorsak Felix Salten’ın Bambi kitabına tekrardan göz atmak kaçınılmaz olacaktır. Kitabın ilk cümlesi ile beraber çocuk hâlimiz hikâyeyi yetişkin halimizden dinlemek üzere yanımızda beliriverecektir:

“Ormanın içinde, uçsuz bucaksız görünen ama aslında her taraftan perdelenmiş olan saklı açıklıkların birinde, sık çalılıkların ortasında bir yavru dünyaya geldi…”