Zamanın dışına, mekânın dışına: Güven Kıraç’ın akrilik distopyası

Güven Kıraç, 2014’te ilk resim sergisi Yüz Buldum ile sürpriz yaptığında, Bant Mag. No: 35 için Zeynep Ocak onunla konuşmuştu. O zaman için yenice olan resim tutkusunu, “Oyunculuktan değişik tarafı büyük bir rehabilitasyon. Zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak kadar.” cümleleriyle tanımlamıştı. Güven Kıraç, oyunculuk kariyerinin yanı sıra benzer duygularla, 9 senedir tuvalin karşısına oturmayı sürdürüyor. An itibariyle de 3. resim sergisini duvara asmış bulunuyor. Bu sergisinin adını “Distopya” koydu. Bodrum meRQez Art Alternatif Sanat Mekânı’nda 7 Eylül’e kadar görülebiliyor. Serginin önümüzdeki günlerde İstanbul’a geleceğini de ekleyelim.

Distopya’nın ham sanat yaklaşımını benimseyen akrilikleri, mizah ve ironinin de kendine yer bulabildiği yoğun anlatımlarıyla, içinden geçtiğimiz günlerin yaşattığı farklı duyguların peşine düşüyor. Güven Kıraç’tan, sergisini kurmak için Bodrum’a gitmeden hemen önce, Distopya’nın nasıl bir araya geldiğini dinlemek istedik. Rotayı çizen de sergiden seçtiğimiz 5 işin ortaya çıkma hikâyesi oldu. Resimleri yaparken nasıl yollara girip çıkıyor? Resimleri isimlerine nasıl kavuşuyor? Onları yaptığı zamanlara dair neler hatırlıyor? Güven Kıraç anlatıyor.

Distopya

Akrilik
100×100 cm

“Bu iş özelinde, bir sıkışmışlık duygusunun varlığından söz edebilirim. Aslında bütün resimlerin geneline hâkim de bir duygu bu. Sonuçta bu resimleri yaptığım zamana dönecek olursam; hepsi pandemi sırasında çalışıldı. Dolayısıyla üzerimde o sıkışıklığın, çaresizliğin, ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı; arkadaşlarımı görememenin özlemi, her zaman yaptığım sıradan şeyleri yapamamanın, onlardan mahrum kalmanın özlemin etkisi vardı. Bunlar, insanı derinden etkileyen şeyler. Sergideki neredeyse tüm resimleri biraz da bunların etkisi altında yaptığımı söyleyebilirim.”

“Oraya rengârenk bir atlıkarınca koyma fikri, bu sıkışan, üstümüze üstümüze gelen, doğadan kopuk şehir hayatı yaşayan; neşesini, çocuk kahkahasını yitirmiş bir topluma atfen çıkageldi. Bu konuyu aslında (eşim) Başak’la da konuştuk. Onunla bazen bir resmin öncesinde veya esnasında karşılıklı fikir teatisinde bulunuruz. Onun da değerli fikirlerini alırım. Bu resim de onlardan bir tanesiydi ve resmi başlatan da bu atlıkarınca olmuştu. Ortada hiç çocuk görmediğimiz bir şey çizmek istiyordum. Aslında içimde daha aydınlık bir resim yapma isteği de vardı. Ama neticede etrafı kara kara, gri gri bir beton şehirle; yapılarla örüldü. Birçok resmimde bulunan ve neredeyse artık bir simge hâline gelen karga da var resimde. Pek çok insan şehirlerde, betonların arasında yaşamaya mecbur kalıyor. Para kazanmak için büyükşehirlerde olmak gerekmesi insanı çok sıkıştıran bir şey. Ezcümle ‘Distopya’ da, bu sıkışıklık duygusunu ortaya çıkarmak için yaptığım işlerden bir tanesi.”

Daha çok yanmam lazım kendimden caymam lazım

Akrilik
100×100 
Fotoğraf: Uğur Ataç

“Bu çok sevdiğim bir iş. Bu resimde de çıkan yangınlar; insanların kişisel olarak içlerindeki arzulara, emellere, egolara, alt etmekle karşı karşıya kaldıkları bir sürü karmaşık duyguya temas ediyor. Buralardan dem vurup, şapkayı önüme koyup düşünmek istediğim bir iş. ‘Belki daha çok yanmak lazım, kendinden caymak lazım…’ Dünyanın başka canlılarına daha fazla ilgi duymak; onlarla birlikte yaşadığımızı hatırlamak lazım. Bütün bunlar da kendimden caymayı gerektiren şeyler. İşte bu sergide kafam biraz da buralarda geziniyor. Resimlerde çokça yabani hayvan görebilirsiniz.”

Ne?… İşçiler Hala Fabrikalara mı Gidiyorlar?

Akrilik
100×100 
Fotoğraf: Uğur Ataç

“Bu resimde bir aslan görüyoruz. Biraz da fabl tekniğinin resim karşılığını düşünerek yaptım. Hayvanlarla birlikte bir hikâye anlatabilir miyim, diye düşündüm. Pandeminin ilk zamanlarında, büyük bir şaşkınlık içinde, kapanmaya girmiştik. Çoğu yer kapanmıştı ama mecburen işçiler yine otobüslerine binip işçiliklerine devam ediyorlardı. Bu durum beni çok etkilemişti ve bu resme biraz ironik bir şekilde bu duyguları aktarmak istedim. Onların hâlâ işe gitmek zorunda olmalarını ve pandeminin ağırlığını… Bir sürü insanı kaybettik ve kaybetmeye de devam ediyoruz.”

Üzgün Matador

Akrilik
100×100 
Fotoğraf: Uğur Ataç

“Tabii bazen bir resme başladığımda sonucunda gördüğüm resmi hayal etmiş olmuyorum. Resmi bazen onu yaparken de bulduğum oluyor. Bazen karar vererek de kafamda bir figüre ya da bir resme yöneliyorum. Ama çoğu zaman da yaptığımı bozarken ya da beğenmediğimin üstünü kapatmaya çalışırken oradan başka bir resim bana el kaldırıyor, göz kırpıyor. Ardından onun üzerine gidiyorum. Benim resim maceram biraz bu şekilde gelişiyor.”

“En son bittikten sonra da uzun uzun resme bakıp bana ismini söylemesini bekliyorum. Resim bana ‘İsmim bu.’ diye fısıldıyor. Bazen o sırada dinlediğim bir şarkının sözü çok iyi denk geliyor. Tablonun ismini öyle belirliyorum. İsmi belirledikten sonra da sık sık o ismi, yüksek sesle resme bakarak tekrar ediyorum. Resmi karşılayıp karşılamadığını o şekilde anlamaya çalışıyorum.”

Distopya, çoğu pandemi sırasında yapılmış işlerin bir araya geldiği bir sergi. Ama pandeminin çok öncesinde ürettiğim birkaç işi de aralarına koydum. Çünkü onlardaki birçok figürde de bir korku ya da bir kaygı hâli vardı ve içinden geçtiğimiz süreçle çok denk düşüyordu. Üzgün Matador mesela çok önce çizdiğim bir şeydi ama diğer hayvanlarla iç içe yaşadığımız ve bunun bize doğa tarafından çok sıkı şekillerde hatırlatıldığı bir dönemden geçtiğimiz düşüncesiyle hareket ettiğimde, artık boğayı öldürmek istemeyen Üzgün Matador da Distopya sergisinin bir parçası olabilirdi.”

“Kimse hiçbir şey bilmiyor olsa, bu resimleri yan yana koyup baktığında zannediyorum burada koyu bir ruh hali olduğunu hissedecektir. Bana göre bu durum açıkça kendini belli ediyor. Beni çok heyecanlandıran bir sergi bu. Kendimi resimle ifade edebildiğim; resimle ilgilendiğim için çok mutlu hissediyorum. Resimle rehabilite oluyorum. Zamanın dışına çıkıyorum, mekânın dışına çıkıyorum. Nerede olduğumu bilmiyorum. Kayboluyorum ve bundan çok hoşnut oluyorum. Kendi cümlelerimle konuşabiliyorum. Kendi sözlerimi söyleyebiliyorum. Resim beni çok kurtarıyor bu hayatta. İyi ki resim yapmaya bulaşmışım. İyi yapıyorum, kötü yapıyorum, çok önemli değil. Bir işi yaparken bir kural vardır sadece. Yönetmenlik yapmak istiyorsanız, bunun kuralı ‘ben yönetmenim’ demektir. Resim yapmak istiyorsanız da ‘ben resim yapıyorum’ demek gerekiyor. İyi yaptınız, kötü yaptınız, bunlar hep sonradan gelen şeyler. Ben menfi eleştirilere de son derece açığım. Çünkü öğrenmeye açığım. Her zaman açıktım ve açık olmaya da devam edeceğim. Çiziyorum, boyuyorum ve öğreniyorum. Kendi resmimin gidişatı içinde büyük bir dönüşüm ve gelişim olduğunu da açıkçası kendi adıma görüyorum. Bir yolculuk benim için 9 yıldır sürüyor. Umarım sağlığım elverdikçe devam ederim.”

Balonlar Efkarı Dağıtabilirler mi?

Akrilik
100×100 
Fotoğraf: Uğur Ataç

“Hep bir ironi var benim resimlerimde. Karikatüre benzeyen bir yaklaşım gibi de okunabilir. Çizimlerde değil ama bakış açısında var bu. Hep bir sorgulama içindeyim. Sorgulatsın da isterim. Resme bakıldığında bir anlam arayışı olsun istiyorum. Resim; hayatı gübrelesin, coştursun, sorular açsın istiyorum. Düşündürsün. Hep beraber, birlikte düşünelim. Resme dair çok ilgilendiğim konular bunlar.”

“Balonlar efkarı dağıtabilirler mi? Herkesin cevabı farklı farklıdır herhalde. Bir an için dağıtırlar. Ya da balonu hiç gözünün görmeyeceği kadar koyu bir yerden geçiyor olabilirsin. Zaten bir tane doğru yok hayatta. Biz sadece soru açıyoruz. Soru sormak, araştırmayı gerektirir her zaman. Araştırmaksa öğrenmenin, bilgiye ulaşmanın tek kaynağıdır.”