Yeniden bulunmanın sembolü olarak kayboluş

Nika Roza Danilova ya da kendisini tanıdığımız müzisyen mahlasıyla Zola Jesus, altıncı stüdyo albümü Arkhon’u 2009’dan bu yana bünyesinde olduğu Sacred Bones etiketiyle yayımladı. Tek başına üretmeyi pratik edinmiş müzisyen, “kayboluş” kavramı etrafında kurguladığı yeni konsept anlatısını; bir değişikliğe gidip Randall Dunn ve Matt Chamberlain ile gerçekleştirdi.

Albüm için geri sayım sürecinin fitilini yakan, “Lost” isimli parça ve Mu Tunç tarafından çekilen atmosferik klibi olmuştu. Bir müzik filmi olan Arada’nın yanı sıra Gyða Valtýsdóttir, Tōth, Randall Dunn gibi grup ve müzisyenler için de klipler çeken Mu Tunç, “Lost” ile Zola Jesus eşliğinde Kapadokya mağaralarında bir “kayboluş” hikâyesi anlattı.

Arkhon albümünün bir aylık rötarla yeryüzüne inişini yapmasının ardından Zola Jesus ve Mu Tunç’a bağlandık; hem “Lost” klibinin perde arkasını hem de müzisyenin yeni albümünü şekillendiren motivasyonları konuştuk.

Zola Jesus yanıtlıyor:
“Şarkının bu kadim toprakların mağara boşluklarında yankılanmayı hak ettiğini biliyordum.”

“Lost”, keder ve anlam bulma arayışı hakkında, yoğun duygular barındıran bir şarkı. Bu kişisel anlatının görsel eşlikçisi için Mu Tunç ile birlikte yolunun nasıl Kapadokya’ya düştüğünden bahseder misin?

Arkhon‘un yapımı boyunca insanlık tarihiyle çok ilgilendim. Türkiye, ilk uygarlıklarla ilgili hararetli çalışmalarımda birçok kez karşıma çıktı. İnsanlığın direncinin bir kanıtı olarak Kapadokya’ya çekildim. İnanç derinliğimiz ve içsel gücümüz, insanlığın binlerce yıl hayatta kalmasını sağladı. Kapadokya mağaraları, zaman içinde kendilerini korumak için oraya kaçan pek çok farklı insanın anılarını barındırıyor.

Mu Tunç’un çalışmalarının hayranıydım ve ortak arkadaşlar aracılığıyla bağlantı kurduk. Ânında şarkının manevi temelini anladığını hissettim. Onunla çalışma süreci çok kolaydı ve çoğu konuda hiç konuşmadan anlaşabiliyorduk. İlk konuştuğumuzda tesadüfen Kapadokya’ya -Argos adlı bu güzel otele- bir seyahate çıkmak üzereydi. Sanki yıldızlar Kapadokya’nın kalbine giden bir yol izliyormuş gibi her şey mükemmel bir şekilde sıralandı. Bu klibi yapmak için ta Türkiye’ye uçmak biraz çılgıncaydı ama şarkının bu kadim toprakların mağara boşluklarında yankılanmayı hak ettiğini biliyordum. Türkiye inanılmaz derecede özel bir yer.

Yeni albümünün adı, Gnostisizm’den bir konsepte referans veren Arkhon ama aynı zamanda şu an yaşadığımız dünyaya da son derece uyumlu. Bir dinleyici olarak, diskografindeki her kaydı bir ifadeyle veya en azından bir argümanla ilişkilendirebilirim. Ne tür zihinsel dürtüler Arkhon‘u yazma sürecine zemin hazırladı?

Arkhon, tamamen hastalıklı bir dünyanın temelinde yer alan çalkantılı dönüşümle ilgili kendi kişisel deneyimlerimden ilham aldı. Bırakın siyasi çalkantıları, pandemileri, sürekli büyüyen iklim krizini ve genel olarak çökmüş bir ekonomiyi (özellikle müzisyenler için) yönlendirmeyi; kendi hayatımda karşılaştığım zorlukları işlemek bile yeterince zordu. Her şey çok dengesiz hissettiriyordu. Bu yüzden bir güç ve güven kaynağı olarak müziğe her zamankinden daha fazla yöneldim.

Sesle büyü yaptığına inandığım iki kişi, Randall Dunn ve Matt Chamberlain albümün sonik yapısını oluşturma sürecindeki ortaklarındı. Solo üreten bir sanatçı olarak, onların dâhiliyetlerini nasıl içselleştirdin? Karakteristik yaklaşımları, şarkıların son hâllerine varmasına nasıl katkı sağladı?

Açık uçlu bir şekilde iş birliği yapmaya pek alışık değilim, bu yüzden başkalarını şarkı yazma ve prodüksiyon sürecime davet etmek benim için çok yeni bir deneyimdi. Fakat gerçekten tam ihtiyacım olduğu bir zamanda geldi. Randall, Matt ve diğer tüm iş arkadaşlarımla çalışmak, müziğin her aşamasını kontrol altında tutmaya bu kadar alıştıktan sonra çok canlandırıcıydı. Randall, müziği içimden çıkarmaya ve onu zar zor anlamlandırabilirken dünyaya sindirmeye yardım etti. Birlikte paylaştığımız yaratıcı süreç için sonsuza dek minnettarım.

Sacred Bones 2022’de 15. yılını kutluyor. Bu kolektifin uzun süreli bir üyesi olarak, Sacred Bones’un sürekli genişleyen aile ağacının bir parçası olmak nasıl bir duygu?

Sacred Bones benim ailem ve etrafımda bu kadar destekleyici bir insan topluluğuna sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu benim gerçekten hafife almadığım bir şey. Her müzisyen Sacred Bones gibi bir yuva bulamaz. Şirkette yer almaktan ve böylesine güzel bir ekip tarafından temsil edilmekten gurur duyuyorum.

Mu Tunç yanıtlıyor:
“Benim için mistik bir deneyimdi.”

Müzikle her daim dirsek temasındasın. Farklı disiplinlerden, ana akıma kıyasla “niş” olarak tanımlayabileceğimiz alanlarda üreten müzisyenlerle yolun kesişiyor sıklıkla. Zola Jesus’ın sonik ve Mu Tunç’un görsel dünyaları arasında nasıl paralellikler gözlemliyorsun?

Ben müzisyen bir ailede büyüdüm. Müzik benim DNA’mın parçası gibi bir şey. Açıkçası ben bu kategorizasyonlara inanmıyorum artık. Niş, artık anaakım oldu. Türkiye özelinde mesela anaakım gözüken birçok projeyi, diziyi biz yönlendiriyoruz aslında. Mesela benim seneler önce oluşturduğum bir dünyanın posterini, şimdi her yerde görebiliyorsun. O yüzden anaakımı aslında biz yönlendiriyoruz. ABD zaten bu konuda daha ileride. Örneğin Zola Jesus’ın Arkhon albümünün prodüktörü Randall Dunn, şu anda Hollywood’un en önemli yaratıcılarının filmlerinin müziklerini yapıyor. Zola Jesus’ın albümünün kaydedildiği aynı stüdyoda üretimler gerçekleşiyor. Artık orijinal olan ruhlar var ve o ruhların ürettiğini sonradan anlayanlar var. Kendrick Lamar bile Zola Jesus gibi davranıyor. Ayrıca biz şu anda tarihte görülmemiş bir şeyi başarıyoruz. ABD’nin Zola Jesus gibi çok saygı duyulan bir sanatçısı, Türkiye’ye benimle çalışmak için geliyor ve dünyalarımızı birleştirebilmenin değerine inanıyor. Bunu yapaken de buluşma nedenimizin içerisinde hiçbir oryantal unsur barındırmıyoruz. Geçmişte batılı bir sanatçının, dünyanın bu tarafından bir sanatçıyla çalışma nedeni hep oryantal nedenler veya motifler olmuştur. Biz şu anda bu anlayışı baştan aşağı değiştiriyoruz. İkimizin de dünyasında, insanı dünyanın üstünde bir yüksek ruh değerine ulaştırmak var. Aradığımız paralellik, insan ruhunun yüksek evrensel değerine ulaşabilmek. Nereden geldiğimizin bir önemi olmadan veya bu geçmişi de değiştirmeden bunu başarabilmek.

“Lost”, kolektif hâlde deneyimlenen kayıp / kaybolmuşluk ve umut / umutsuzluk hislerinden ilhamla yazılmış bir şarkı. Klipte de Zola Jesus’ın spiritüel bir arayışına eşlik ediyoruz. Parçayı ilk dinlediğinde zihninde neler canlandı? Kapadokya’daki çekimler sırasında hayal ettiğin görselliğe dair değişen ya da eklenen nüanslar oldu mu?

Nika, yeni albümün çıkış şarkısını benimle paylaştığı sırada, Kapadokya Argos’a davet edilmiştim. Kapadokya’nın özellikle tarihi geçmişinden çok etkilenen birisi olarak, kulağımda onun sözleriyle seyahate çıkmak, birçok fikri kalbime doğurdu. Kapadokya’nın gizli tünellerinde dolaştığınızda, o insanların “düşkünlüğünü” hissediyorsunuz. Geçmiş zamanlar da tünellere giren kişinin haftalarca ve hatta aylarca kaldığı söyleniyor. Bu insanlar inançları için bu yolu tercih etmiş ruhlar. Adanmışlıkla gerçekleşen, zamanın ve mekânın anlamsızlığı aslında. Keşfettikleri bu olgularla kendilerini yeniden inşa etmişler. Zola Jesus’ın “Lost” şarkısının sözleri ve müziğin tüm hissiyatı beni bu dünyaya götürdü. Kendi tünelinde kaybolan bir Zola Jesus hayal ettim. Aslında kayboluş, yeniden bulunmanın sembolü. Nika da albümünü bu şekilde duyurdu. Yaşadığımız çağ, kaybolanların zaman dilimi olarak hatırlanacak ama aslında kaybolabilen, yeniden kendini bulan olacak.

Zola Jesus ile geçirdiğiniz yaratıcı süreç senin için nasıl bir deneyimdi? Birlikte geçirdiğiniz süreçten, aranızda oluşan iletişimden bir sanatçı olarak ne gibi kazanımların ya da aydınlanmaların oldu?

Benim için mistik bir deneyimdi. Kar fırtınası altında, İstanbul’dan kalkan son uçakla Kapadokya’ya ulaştık. Yoksa çekim iptal olacaktı. Ama tüm enerji, çekimin olmasını sağlamak için bizim yanımızdaydı. Ayrıca kendisi çok özel birisi ve bence yaşayan en değerli ABD’li müzisyenlerden birisi. Sen de biliyorsun, albümünü çıkaran Sacred Bones çok saygı toplayan ve uzun senelerdir sadık takipçileri olan özel bir müzik şirketi. David Lynch’ten, John Carpenter’a kadar birçok kült yönetmenin albümlerini ve müziklerini çıkardığı bir şirket. Böyle bir markanın da çalıştığı Türkiyeli ilk yönetmen oldum. Tüm bu gelişmeler de beni çok mutlu ediyor, çünkü gelecekte birçok farklı sanatçının böylesi iş birlikleri yapabilmesini sağlıyor.

Röportaj: Cem Kayıran

Çeviri: Eftelya Koyuncu