Hatırlama ve hatırlama üzerine düşünmenin önemi: “Aşk Bitti”

36. İstanbul Film Festivali kapsamında 9 Nisan günü prömiyerini yapacak, Gezi’yle eş zamanlı olarak Brezilya’nın çeşitli kentlerinde başlayan protestolara Gezi eylemlerinin gözünden bakan Aşk Bitti belgeselinin yönetmeni Mert Kaya’yla hafıza, mücadele ve kazanıma dair.

Röportaj: Ekin Sanaç   

Gezi’yle eş zamanlı olarak Brezilya’da toplu taşıma ücretlerine yapılan zamların ardından başlayan protestolara Gezi eylemlerinin gözünden bakan Aşk Bitti, prömiyerini İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması kapsamında 9 Nisan Pazar günü saat 11:00’de Beyoğlu Sineması’nda yapıyor. İsmini Brezilya protestolarının sloganlarından biri olan “Aşk bitti! Burası artık Türkiye olacak!”tan alan bağımsız film, São Paulo sokaklarında yaşananları farklı eylemcilerin hikayeleriyle izleyiciye aktarıyor. Aşk Bitti, aynı zamanda yönetmen Mert Kaya’nın ilk filmi olarak karşımıza çıkıyor. Hafıza, mücadele ve kazanıma dair ilham verici bu işi ortaya koyarak “korkunun bulaşıcı kılınmaya çalışıldığı bu zamanlarda” hatırlamanın tazeleyici gücüne olan inancı sağlamlaştıran Mert Kaya sorularımızı yanıtlıyor.

“Aşk Bitti” izleyiciyle çok doğrudan ve samimi bir ilişki kurarak meselesini aktarmayı başaran bir iş olmuş. Belgesel projesi kafanda ilk şekillenmeye başladığında izleyiciye aktarmayı arzuladığın şeyler ve onları aktarış biçimlerinin tasarısı süreç içerisinde belli değişikliklere uğradı mı? Nasıl?

Belgesel fikri ilk 2014’ün Nisan-Mayıs aylarında ortaya çıktı. Bugün Aşk Bitti, 2017 Nisan’ında ilk kez izleyiciyle buluşmuş olacak. Bu zaman zarfında belgeselin içeriğine, anlatım biçimine dair tabii çok fazla şey değişti. En temelde geçen 3 yıla yakın süreçte, Brezilya’da yaptığı görüşmeleri aktarmaya çalışan bir insan olarak benim çok değiştiğimi söyleyebilirim. Belgeseli yapmaya Gezi’nin heyecanı ve verdiği güçle başlamıştık. O dönemde aktarmayı umduğum, belgeselin söyleyeceği söze dair düşündüklerim, bugün geldiği noktadan çok farklı. Hatta bu farklılık belgeselin kurgusu sürecinde de beni çok zorladı diyebilirim. Çünkü 2014 yazında Brezilya’da görüşmeleri yapan Mert ile, 2016 başında kurgu masasında filme dair son kararları vermeye çalışan insan çok farklıydı ve yaptığım görüşmeler zaman zaman beni tatmin etmiyordu. Yine de görüşmeler içerisinden bugüne dair bir anlam ifade edecek sözler çıkartabildiğimize inanıyorum. Görüşmecilerin skalasını geniş tutmamız sanırım bu konuda bize yardımcı oldu. Belgeselin ilk başladığı andan itibaren aklımızın bir köşesinde olan soru ise Brezilya’daki eylemleri aktarırken Türkiye ile olan bağı klasik bir karşılaştırmaya kaçmadan nasıl anlatabiliriz olmuştu. Bizi filme çalışırken en çok zorlayan nokta da buydu sanırım. Filmin, senin de bahsettiğin o doğrudan ilişki kurmaya çabalayan dili de aslında filmin bitmesine çok az kaldığını düşündüğümüz bir zamanda ortaya çıktı. Süreci biraz daha uzattı tabii ama değdiğini düşünüyorum.

Belgeselin girişinde izleyiciye kendi hikâyeni çizerken de açıkladığın gibi Gezi günlerinin bıraktığı soruları da anlamlandırmak için başka bir yöne bakma ihtiyacı bu belgeselin çıkış noktasını birini oluşturuyor gibi. Bu bağlamda Gezi günlerinden görüntüleri izletmeyip, çizgiyle aktarmak önemli bir karara benziyor. Bu kararın arkasındaki motivasyonları biraz açabilir misin?

Aslında röportajları yapmak için Brezilya’ya giderken aklımda Gezi’yi nasıl aktarabileceğim sorusu çok fazla yoktu. Daha çok oradaki hikayeleri dinlemek istiyordum. Sonrasında film şekillenmeye başladığında, Brezilya’daki hikayeleri bir bütün haline getirmeye başladığımızda, Türkiye’yle nasıl bir bağ kurarız sorusunu daha yakıcı olarak hissetmeye başladık. Bu da aşağı yukarı 2016’nın ilk yarısına denk geliyor filmin yolculuğunda. O dönemde de hepimizin yaşadığı şiddet ülkenin dört bir yanında yaşananlar hepimiz için Gezi’yi daha görünmez kılmaya başlamıştı. Yer yer anlaşılabilir bir durum olduğunu da düşünüyorum bunun. Çünkü tüm bu şiddet sarmalının içinde Gezi’deki ‘’ruhu’’ geri çağıramıyor oluşumuz zaman zaman rahatsız edici olabiliyordu. İnsanı bunun nedenleri üzerine de düşünmeye itiyordu bu durum. Hatta Gezi’yi anlatmaya çalışmak, onun öneminden dem vurmak bir tür romantizmmiş gibi hissettiriyordu insanlara sanırım. En azından ben kendi çevremde bunu hissetmiştim. O yüzden de Gezi’yi hiç görmeden, zaten biraz karikatürize hale getirilmiş Gezi’yi benim deneyimlerim, metnini yazan filmimizin de yapımcısı Ariya’nın (Toprak) kalemi ve Seda Mit’in çizimleriyle yeni bir dünya olarak kurmuş olduk. Böylelikle hem Brezilya’daki eylemlere bakarken Gezi’ye dair yargılarımızdan ve pişmanlıklarımızdan biraz daha azade kalabilirdik sanırım hem de ikisine aynı oranda yer vermek bir belgeselle yapılamayacak düzeyde bir karşılaştırmadan bizi korudu.

São Paulo’da konuşarak hikâyelerini aktaracağın aktivistleri bir araya getirirken kafanda ne gibi kriterler vardı? Gezi günlerindeki deneyimlerin bu anlamda nasıl etkili oldu?

Aslında karşılaştığımız karakterler çok yabancı insanlar değiller. İlk kez eyleme gitmiş bir öğrenci, LGBTİ+ mücadelesinde aktif bir gey, büyük bir hareket olan Evsizler Hareketi’nin sözcüsü ve böyle devam ediyor liste. Herkesin farklı kimlikleri ve temsil ettikleri gruplar/hareketler var ama eylemlerdeki önemleri birbirlerinden farklı değil. Aynı Gezi’de olduğu gibi. Tabii bir yandan da kesinlikle eylemlere müdahale etme, yolunu ve yönelimini belirleme konusunda herkes aynı şansa sahip değildi. Ama eylemlere dışarıdan bir gözle bakmayı başardığımızda bütün tekilliklerin önemli müdahale imkanları olduğunu yine de söyleyebiliriz. Ben de, görüştüğüm insanları filmde aktarırken isimleri dışında bir bilgi vermemeye çalıştım. Böylelikle de onların öncesinden taşıdıkları kimlikleri dışında, eylemler sırasında oluşturulması başarılan ortak kimlik içinde erimiş hallerini vermek, farkları anlamlandırmayı da izleyiciye bırakmak istedim.

AA_Film Still5

2013 Haziran’ına odaklanan “Aşk Bitti” içinde bulunduğumuz bugünlerde sende nasıl duygular/nasıl sorular uyandırıyor? Festivalde izleyecek seyircide uyandırmasını isteyeceğin duygular neler olabilir?
Aşk Bitti, içinde yaşadığımız savaş ortamından çok fazla etkilendi. Aslında benim için Gezi’den bu yana yaşadığımız her şeyden izler içeriyor. Hatta bu izleri çizimlerden de yakalamak mümkün diye düşünüyorum. Hep bunu tekrar ediyoruz ama filmin anlatmaya çalıştığı hikayeyi iyi özetlediğini düşünüyorum; korkunun bulaşıcı kılınmaya çalışıldığı bir zamanı yaşıyoruz. Hem de 4 yıla yakın zaman önce korkmamayı gerçekten mümkün kıldığımız bir alanı hep birlikte açmayı başarmışken bunu deneyimliyoruz. Bu anlamda belgesel, biraz hatırlama ve bunun üzerine düşünmeye teşvik etme işlevi görebilirmiş gibi geliyor bana. Sürekli silinmeye çalışan, daha korkunç anılarla işgal edilmeye çalışan hafızamızda umutlu olabildiğimiz anları tazeleme çabası. Bunu da alıştığımız haliyle kendi deneyimlerimize bakarak değil de, çok başka bir deneyimden kendimize dair bir şeyler arayarak yapmaya çalıştık. Umarım bunu biraz olsun başarabilir. Tam da 9 Nisan Pazar günü, hepimiz için önemli bir pazarın bir hafta öncesinden izleyiciyle buluşacak olması, en azından izleyecek insanlarda yaratabileceği küçük bir etki bile filme emek veren bizler için en önemli nokta olur sanırım.

İlerleyen günlerde filmin yolculuğuna dair fikir ve planlar var mı?
Film için çalışan insanların çoğu benim gibi yeni sinemacılardan oluşuyor. Bu da süreci yönetmek konusunda kimi zorluklar yaşamamıza sebep oldu, olmaya devam ediyor ama İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek olması filmin yolculuğunu olumlu etkileyecek diye düşünüyorum. Türkiye’de ve gösterebildiğimiz her yerde filmi göstermek ve yaygınlaştırmak istiyoruz. Çünkü bizim burada yaşadığımız umutsuzluk ve yalnızlık halinde de aynı eylemler döneminde yaşadığımız heyecan kadar ortaklaştığımızı, pek çok yerde aynı hislerin hakim olduğunu hissediyorum. Dünya’nın pek çok yerinde işler iyiye gitmiyor, Brezilya’daki arkadaşlarımla konuştuğumda onların da bizimle benzer hislerde olduğunu kolaylıkla hissedebiliyorum. Orada da durumun çok iyi gitmediği kesin. Belki ve umarım Brezilya’da ve başka yerlerde de bu hatırlama/hatırlatma işlevini başka bir noktadan gerçekleştirmeyi başarır.

Bundan sonrası için kafanda şekillenmeye başlayan yeni projeler, geliştirmek istediğin yeni fikirler var mı?
Yaşadığımız sorunlara gözümüzü kulağımızı açtığımız ve bir şeyleri iyileştirmeye dair umudumuz olduğu sürece üzerine film yapılacak konular da oluyor sanırım. Tabii bu benim kendimi ne türden bir belgesel sinemacılık alanında görebildiğime ya da var olmaya çalıştığıma dair de bir ipucu aslında. Şu anda Türkiye’deki enerji politikalarını, daha yerel bir örneğe ve yine bireysel hikayelere odaklanarak incelemek istediğimiz bir projemiz var. Hatta konuya dair ön görüşmeler yapmaya insanlarla tanışmaya başladık bile. Bu kez biraz daha insanların gündelik hayatlarının içinden hikayeyi derinleştirmeye çalışmak istiyorum, ne kadar başarabileceğimi zaman gösterecek. Ama Türkiye’de film yapmanın, özellikle de belgesel yapmanın çok kolay olmadığı bir gerçek. Filme nereden fon bulabiliriz, maddi imkanları nasıl oluşturabiliriz onun üzerine de çalışıyoruz. Aşk Bitti ile şansımız yaver gitti gibi görünüyor ama tüm bu ortamda, Eser İşletim Belgesi gibi sansürü meşrulaştırma araçlarıyla sonrasında nerelerde gösterebiliriz o da ayrı bir endişe. Son açıklanan bakanlık desteklerinde de görüldüğü gibi sinemada muhalif seslerin çalışmaları destek görmüyor. Konuya emek verecek insanlardan oluşacak bir ekip olduktan sonra alternatif yollar bulmak konusunda da başarılı olabiliriz diye düşünüyorum.

AA_Film Still3