10 keşif: 72. Berlin Film Festivali

Berlin Film Festivali bir yıllık çevrimiçi molanın ardından salonlara ve Berlin’e geri döndü, 72. Berlinale 10-20 Şubat tarihlerinde gerçekleşti. Festival seçkisinin farklı bölümlerinden, dünyanın farklı köşelerinden film önerilerini bir arada bulabileceğiniz bu yazı, bir keşif yazısı. Yıllar önce ilk filmlerini izlediğimiz yönetmenleri hatırlayıp yeni filmlerine seviniyor, yeni yönetmenlerin isimlerini bir kenara not ediyoruz. Muhtemelen bazılarını nisan ayında gerçekleşecek 41. İstanbul Film Festivali’nde de izleme fırsatı bulacağımız bu yapımlar arasında herkese, her zevke hitap eden bir film bulmak mümkün. Uzun ve kısa, belgesel ve kurmaca, büyüme hikâyesi ve animasyon, biyografi ve komedi hep birlikte, Berlinale keşiflerimiz arasında!

Alcarràs

Yön: Carla Simón, İspanya

En son Estiu 1993 / Summer 1993 ile 90’larda ve yine Katalonya kırsalında geçen bir büyüme hikâyesi anlatan Carla Simón, çocuk oyuncuları yönetmedeki başarısını ve yalın sinema dilini bir kez daha öne çıkardığı Alcarrás ile, M. Night Shyamalan’ın başkanlık ettiği jüri tarafından 72. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ile ödüllendirildi. Film, nesiller boyu evlerinin yanı başındaki bahçelerde şeftali yetiştiren Solé ailesinin karşılaştığı zorlukları ve bu zorlukların aile içi dinamiklere nasıl yansıdığını konu alıyor. Yıllarca evleri bildikleri ve emek verdikleri toprakların asıl sahibi olmadıkları için kapitalist düzene yenik düşmek zorunda olan ailenin nesiller arası çatışmaları fakat bir yandan da her şeye karşın bir arada kalmak için dayanışmaları izlemeye değer. Film, her ailedeki gibi hüzünlü, komik, gerilimli ve sevgi dolu anları aynı potada eritiyor.

Aşk, Mark ve Ölüm / Love, Deutschmarks and Death 

Yön: Cem Kaya, Almanya 

Panorama bölümünün belgesel kategorisindeki İzleyici Ödülü’nü kazanan, Cem Kaya imzalı bu belgesel, 60 yıl önce Türkiye’den Almanya’ya göç edenlerin oraya taşıdığı ve orada geliştirdiği müziği üç kısımda ele alıyor: Adı üzerinde, Aşk, Mark ve Ölüm bölümlerinde… Filmde vatan özlemi, para sevgisi ve ezilmişlik ekseninde ama daima müzik üzerinden, Alman toplumu içerisinde son 60 yılda oluşan bir alt kümenin analizi yapılıyor. Çok katmanlı, bir yandan doyasıya eğlendirip güzel müzikler dinletirken, bir yandan izleyicisinin içine büyük bir hüzün yumağı yerleştiren bu belgesel; konuyla ilgili bilgisi olmayan ya da konuya ilgisi olmayanlara dahi hikâyesini akıcı bir dille anlatmayı başarıyor. Kaya’nın belgesel tekniğinin, sürekli olarak tanıklara, anlatıcılara başvurduğunda sıkıcı bir anma programına dönüşen belgesellerden farkı ise mikrofonun uzandığı, kameranın çevrildiği herkesin öznenin ve konunun ta kendisi olmasında yatıyor. Onlarca yıl önce yaşananlar anlatılırken, geçmiş yâd edilirken, hikâyenin bugünkü uzantısını görmek, seçtikleri sözcüklerle, giydikleri kıyafetlerle, göstermeyi ya da övünmeyi seçtikleri detaylarla, özlediklerini söyledikleriyle geçmişi, bugünü ve ikisi arasında geçen süreyi daha iyi kavramak mümkün oluyor.

Yiğit Atılgan’ın Cem Kaya’yla film üzerine sohbetini buradan okuyabilirsiniz.

Berdreymi / Beautiful Beings

Yön: Guðmundur Arnar Guðmundsson, İzlanda

2016’da ilk uzun metrajlı Heartstone’da çok iyi bir büyüme hikâyesi anlatarak başarılı bir çıkış yapan Guðmundur Arnar Guðmundsson, Panorama bölümünde gösterilen yeni filminde ilk filminin izlerini taşıyan, saf bir büyüme hikâyesi bekleyenleri yanıltıyor; hatta sarsıyor. Sinemasının dokunaklı anları, küçük yaştaki dostluğun gücü, ışığı ve İzlanda’yı en iyi şekilde kullanan sinematografi ile başarılı çocuk oyuncu yönetimi yerli yerinde; fakat tematik olarak çok daha sert, çok daha fazla grafik fiziksel ve cinsel şiddet içeren, psikolojik olarak çok daha zorlayıcı bir film var karşımızda. Akranlarından hastanelik olacak derecede zorbalık gören 14 yaşındaki Balli’nin okulundaki bir grup çocukla kurduğu beklenmedik ve planlanmamış dostluğun hikâyesi, büyümenin zorluklarını, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik arasındaki geçişte içe dolan öfkeyi ve bu öfkeyle başa çıkmakta ya da bu öfkeye karşı kendini korumakta güçlü dostlukların gerekliliğini vurguluyor.

Concerned Citizen

Yön: Idan Haguel, İsrail

Ben ve Raz, bir taşıyıcı annenin yardımıyla çocuk sahibi olmak için gereken işlemleri başlatmadan önce, çocuklarını farklı insanlara toleransı öğrenebileceği, kozmopolit ve kültürel olarak zengin bir çevrede büyütme bahanesiyle, kiraların şimdilik uygun olduğu fakat çok yakında popülerleşecek bir mahallede yeni bir ev kurmuş bir çift. Özellikle tek derdi mahallesini güzelleştirmek olan Ben, mahallesindeki göçmenlerle herhangi bir sorunu olmadığını hem çevresine hem de kendine sıkça tekrarlamak zorunda hisseden liberal bir karakter. Fakat mahallelilerden biri kaldırım kenarına diktiği çelimsiz fidana yaslanıp, üstelik onun uyarlarına aldırmaması sonucu çağırdığı ırkçı polis komşusuna şiddet uygulayınca, “endişeli vatandaş” ve “liberal genç” kimlikleri birbirine karışıyor. Festivalin Panorama bölümünde gösterilen film, eşcinsel karakterlerinin cinsel kimliğini en doğal haliyle, sadece fonda tutuşuyla olduğu kadar; vatandaşlık, komşuluk ve ırkçılık ekseninde yarattığı sorularla izleyicisinin kendini ve politik görüşlerini sorgulatmayı başarmasıyla da dikkat çekiyor.

Millie Lies Low

Yön: Michelle Savill, Yeni Zelanda

Berlinale salonlarından birinde, filmin hemen öncesinde perdede yönetmen beliriyor ve filme ilham veren o bir anlık düşünceyi paylaşıyor: Yıllar önce Fransa’daki bir kısa film festivaline katılmaya hak kazanmış ve kendi bütçesiyle satın alamayacağı uçak bileti festival tarafından karşılanınca Fransa’ya gideceğini Yeni Zelanda’daki tüm çevresine duyurmuş. Ve uçağı kaçırıp da ödemesi gereken cezanın meblağını duyunca ilk dürtüsü festivalle iletişime geçmek ya da biletini almak için bir yol aramak değil; birkaç hafta boyunca Yeni Zelanda’da inzivaya çekilip, tüm çevresine Fransa’da olduğu yalanını atmayı düşünmek olmuş. Öyle olmamış tabii, fakat bu anlık dürtü bu filmi çıkarmış ortaya. Generation 14Plus bölümünün mizahi yönden en güçlü filmlerinden olan Millie Lies Low, yönetmenin yerine genç bir mimarı koyuyor ve bu ihtimali araştırıyor. Aldığı mimarlık bursuyla New York’a bir staj programına gitmesi gereken Millie, uçak kalkmadan bir panik atak geçirip Wellington’da kalınca, gereken parayı bulana kadar sosyal medyada New York’taymış gibi davranmaya başlıyor. Bu araftaki zamanı ona erkek arkadaşı, yakın dostları, hocaları ve ailesiyle ilgili birçok şey öğretiyor.

Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush / Rabiye Kurnaz vs. George W. Bush

Yön: Andreas Dresen, Almanya

Rabiye Kurnaz’la tanışın. Bremenli sıradan bir ev kadını olan Rabiye Kurnaz’ın, oğlu Murat 11 Eylül olayları sonrasında sorgusuz sualsiz Guantanamo Kampı’na yollanınca başlattığı hukuk mücadelesi ve Bremen’den Ankara’ya, hatta Washington D.C.’ye uzanan yolculuk, insan hakları alanında tüm dünyaya ilham veren bir hikâyeye dönüşüyor. Festivalden En İyi Senaryo ile En İyi Başrol Performansı ödülleriyle ayrılan ve gerçek olaylara dayanan bu film, sinemasal anlamda yenilikten uzak ve dümdüz bir anlatıyı tercih etse de Meltem Kaptan’ın mizahi yönden güçlü fakat bir o kadar da duygusal performansı sayesinde keyifle izleniyor. Almanca, Türkçe ve İngilizce’yi akıcı bir şekilde yumak hâline getiren Kaptan’ın oldukça karikatürize bir Türk kadını / Türk annesi portresi çizdiğini düşünenler olacaktır elbet, fakat “o kadının” bir yerlerde gerçekten var olduğuna inanmamak da zor – hele ki filmin sonunda gerçek Rabiye Kurnaz’ın fotoğraflarını görünce…

Skhema / Scheme

Yön: Farkhat Sharipov, Kazakistan

Generation 14Plus bölümünün en iyisi seçilen film, Kazakistan’daki liseli gençlerin kendilerini içinde bulduğu bir sömürü düzeni üzerinden, sosyal medya dinamikleri hayatımıza girdikten sonraki dünyamızda tüm gençlerin karşı karşıya kalabileceği travmaları evrensel bir dille anlatıyor. Instagram’da gördüğü Ram’e abayı yakmış bir ergen olan Masha, onun arkadaş grubuna dâhil olabilmek için çabalayıp dururken, güvenliğini, sağlığını, eğitimini ve en önemlisi psikolojisini tehlikeye attığını bilmiyor. Henüz 18 yaşında bile olmayan genç kadınları para, içki ve uyuşturucu karşılığında apartman dairelerine toplayan ve zengin erkek konuklarına sosyal medya statüsü ya da ego tatmini sağlayan bir grubun parçası olan Masha, filmi her an kötü bir şey olacakmış hissiyle izleyen izleyicinin aksine, bu zararsız gözüken düzenin nerelere varacağını başlarda kestiremiyor.

Ta farda / Until Tomorrow

Yön: Ali Asgari, İran

Ali Asgari, bundan beş yıl önce ilk uzun metrajlı filmi Disappearance’ı kendi imzasını taşıyan kısa film Bishtar az do saat / More Than Two Hours’tan uyarlamış ve İran’da erkek arkadaşıyla seks yaparken yaşadığı komplikasyonlar nedeniyle hastaneye başvuran bir kadının, evli olmadığı gerekçesiyle çiğnenen haklarını ve çaresiz bir geceyi konu almıştı. Asgari’nin Berlinale’de Panorama bölümünde gösterilen yeni uzun metrajlı filmi, yine kendi kısa filmlerinden birinin, The Baby’nin uyarlaması ve yönetmen bu filmde de yine çaresiz bir kadın karakterin saatler boyunca verdiği mücadeleyi işliyor. Üniversite için geldiği büyük şehirde evlilik dışı hamile kalmış ve ailesinden habersiz çocuğunu doğurmuş olan öğrenci Fereshteh, ailesinin sürpriz ziyaretini öğrenince önce bebeğine ait tüm eşyaları komşularına dağıtıyor, ardından bebeğini emanet edecek birini arıyor. Ertesi güne kadar… Film, muhafazakâr toplumun kadınlar üzerindeki yükünü ve bir kadının çaresizliğini, etkileyici bir finale doğru izleyicisinin içinde büyüttükçe büyütüyor.

Au revoir Jérôme! / Goodbye Jerome!

Yön: Chloé Farr & Gabrilelle Selnet & Adam Sillard, Fransa

Generation 14Plus bölümü kısalarından biri olan ve bölümün En İyi Kısa Film ödülünü kazanan bu sekiz dakikalık animasyon, hayata gözlerini yumsa da sonsuz bir yeni başlangıçla karşılaşacak olan Jerome’un hikâyesini anlatıyor. Rengârenk bir hikâye bu; Jerome, ölümünün ardından gözlerini açtığında kendini değişik yaratıklar, tuhaf mekânlar ve değişken bir zaman-mekân düzleminin olduğu bir evrende buluyor. Tek derdi, yıllar önce ayrı düştüğü eşi Maryline’i bulmak – onun bu bambaşka dünyada değişmediğini umarak…

Soum

Yön: Alice Brygo, Fransa

Berlinale Shorts I ve 6 Queer Shorts seçkilerinde kendine yer bulan 31 dakikalık bu kısa belgesel, üçü de göçmen ailelerin birinci nesil çocukları olan Anti, Jai ve Pauline’in özgürlük hayalleri, hayal dünyaları ve kendilerine ait bir alan yaratma ihtiyaçları, çabaları üzerine… Yönetmen, terk edilmiş binalarda 72 saatten fazla yaşayanların söz konusu binada hak iddia edebileceğine dair, Fransa’da olan bir yasadaki açığı kullanan ve terk edilmiş bir binada kendileri ve kendileri gibi gençlere ait bir alan yaratmaya çalışan üç genç bireye çeviriyor kamerasını. Onların aile yaşamlarını, anne ya da babalarıyla olan ilişkileri üzerinden Güney Amerika’ya, Güney Asya’ya ve Orta Afrika’ya dayanan köklerini ve geleneksel ritüellerini de -şu an oldukları kişiye dönüşmelerinde etkisi olanları- göstermekten geri durmuyor.

Yazı: Emre Eminoğlu

Kolaj: Beyza Durmuş