Yakın dönemde radarımıza giren 15 tasarımcı ve üretici

Hazırlayan: İlayda Güler

Yenice takibe alıp hikâyesine merak duyduğumuz yerli tasarımcılar, üreticiler ve toplayıcılarla konuştuk.


Çizgi romanımsı, distopik bir dünya: Ajan

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben, Aslı Özdemir; ürün ve takı tasarımı ile sanat arasında işler üreten bir sanatçıyım. Şu anda Londra’da yaşıyorum ve üretimimi büyük ölçüde İstanbul’da sürdürüyorum. Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi aldım; bir dönem çeşitli galerilerde ve mekânlarda sergiler yaptım. Zamanla sanatsal üretimimde farklı arayışlara girdim; bu süreçte resimden uzaklaşarak, yeni malzemeler ve tekniklerle çalışmaya başladım.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Ajan, çizimlerimdeki ögeleri kullanarak yaptığım gümüş parçaları bir projeye / markaya dönüştürmeye karar vermemle ortaya çıktı. Resim ve çizimden farklı olarak; ürettiğim işlerin giyilebilir olması, giyen kişiyle arasında duygusal ve kişisel bir bağ kurması fikri bu tarz bir üretime daha yakın hissetmeme neden oldu. Projenin ilk parçalarını ürettikten kısa bir süre sonra Bora Akıncıtürk‘ün katılımı ve Berk Çakmakçı‘nın kreatif direktörlüğüyle Ajan markası oluştu.

“Ajan” ismi, ilk duyulduğunda casus anlamını çağrıştırsa da Fransızca kökenli olup, “temsilci” anlamına da gelir. Fonetik olarak hoşumuza gitmesiyle birlikte Ajan için tasarladığımız çizgi romanımsı, distopik dünyaya uygun olması da bu ismi seçmemizde etkili oldu.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Genellikle sanat ve tasarım dünyasında yer alan, bu dünyayı yakından takip eden kişiler tercih ediyor. Finlandiyalı bir oyun tasarımcısıyla Fethiye’de yaşayan bir restoran sahibi aynı tişörtü alabiliyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Tasarım estetiği ve ürün kalitesi, beğenilen başlıca unsurlar. Bununla birlikte birçok alıcı, küçük bir tasarımcıdan alışveriş yapmayı daha kişisel bir deneyim olarak görüyor. Az sayıda ya da kişiye özel üretilmiş parçaları tercih ederek, hem sanatçıyla hem de ürünle anlamlı bir bağ kuruyorlar.


Lokal zanaatkârların elinden : AVLU

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Biz Yeşim Eröktem ve Doğanberk Demir; AVLU tasarım markası ve DAY Studio tasarım ofisinin tasarımcıları ve kurucularıyız. AVLU Istanbul, Türkiye’deki malzeme kültüründen esinlenen; sadece lokal zanaatkârlar ile çalışarak, bu teknikleri ve bilgi birikimini güncel, sofistike, ulaşılabilir tasarım objelerine aktaran bir aksesuar ve mobilya markası. 

DAY Studio ise İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü ve İsviçre’deki tasarım okulu ECAL’den mezuniyetimizin ardından, 2015’te kurulan disiplinlerarası bir tasarım ofisi. Stüdyo, kreatif ve stratejik tasarım danışmanlığı projeleri ile ambalaj, mobilya, aydınlatma, ev aksesuarları, tekstil ve endüstriyel ürün tasarımı üzerine odaklı.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

İkimizin de çocukluk yıllarından beri ilgi duyduğu bir alan. Tasarım ya da daha geniş anlamda kreatif bir işle uğraşmak istediğimizden emindik. Bu tutkunun temelinde, farklı alanlardaki tecrübelerimizi kullanmak ve yenilerini edinmek üzerine bir merak var. Okul yıllarındaki tanışıklığımız sonrası özgürce ortak çalışmalar yapmak istedik; kendi işimizi kurmaya mezun olmadan karar verdik. DAY Studio ile bahsettiğimiz bu merakın peşinden gidiyoruz.

AVLU ise Yeşim’in ECAL’deki bitirme projesi olarak başladı ve İstanbul’dan çıkan global bir marka olmak arzusuyla stüdyoya paralel olarak geliştirmeye başladık. Downtown Design Dubai’de ilk lansmanını yaptık. O günden bu yana pek çok fuar ve mağazada yer aldık.


Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

AVLU ürünleri Türkiye’de müze mağazalar, Beymen ve kendi online mağazamızdan edinilebiliyor. En çok memnun olduğumuz durum ise dünyada çok farklı şehirlerde yer alıyor olmak; Madrid’deki Eamsee, Pekin’deki Artemis, Melbourne’deki The Cool Hunter, Londra’daki Yod&Co. gibi konsept mağazalarda varız. Ürünlerimize çok yakında New York’taki Galerie Philia’dan da ulaşılabilecek

Tasarım yaptığımız firmalar ise Flormar, Habitat, Frette gibi farklı alan ve ölçeklerde. Bunun yanı sıra hem yeni kurulan hem de tasarım alanında gelişmek isteyen köklü firmalara yaratıcı danışmanlık hizmeti veriyoruz.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

AVLU, tasarıma ilgisi olan, çevreye duyarlı kişiler tarafından; gündelik hayatı, iyi detaylandırılmış, keyifli ürünler ile zenginleştirmek için tercih ediliyor. Temelde ürünlerimizi, onları üreten kişileri ve malzemeyi tanıyarak tasarlayıp üretiyoruz,; ürün ile bu, çok insani bir bağ yaratıyor. Bizce günümüzde hepimiz, sahip olduklarımız ile bu sıcaklık ve deneyimi yaşamak istiyoruz.


Çocuk sofralarına yaratıcı dokunuşlar: Baron Venus

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Koç Lisesi’nden mezun olduktan sonra Londra’ya taşınıp Central Saint Martins’te Arts Design & Environment bolümünü okudum. Çalışma hayatıma Londra’daki Selfridges mağazalarının vitrin tasarım ekibinde başladım, ardından farklı disiplinlerde tasarım projeleri üretme fırsatı buldum. University of California Los Angeles’da (UCLA) markalaşma ve pazarlama eğitimi aldıktan sonra Türkiye’ye yerleştim.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Markasını kurmak istediğim fikrin temelleri anne olduktan sonra atılmış oldu. Baron Venus, Baron’un doğumuyla evde geçen hayatımın ihtiyaçlarını karşılamak için minik minik üretmekle başladı. Evdeki eğlenceli hayatımızın sofra etrafında yoğunlaşması ile bir koleksiyon fikri doğdu. İlk ürün Baron’un elinde kaydırmadan tutabileceği, ergonomisi iyi ama benim de kullanmaktan haz alabileceğim bir cam bardak tasarlamak oldu. En iyi üretici ve malzemeleri aramam uzun zaman aldı. Pandemi dönemi, ilk numunelerimi deneyip test edebileceğim mükemmel bir ortam oluşturdu.

Amacım; çocukların iyi gıdayla ilişkisini güçlendirecek, sofra ritüellerini ince detaylarla zenginleştirecek, usta işçilikle üretilmiş, nesilden nesile aktarılabilecek parçalar tasarlamak. 

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Her ne kadar ilk koleksiyonu tasarlarken çocuklu evlere verilebilecek özel hediyeler olarak hayal ettiysem de markamın dayandığı pedagojik bakış açısının aslında yetişkinlere de çok iyi geldiği kaçınılamaz bir gerçek.

Ürünlerimizi alanlar çocukların yaratıcılığından, oyun dünyasından ve sanattan beslenen; yemek yemekten, yapmaktan, aile ve arkadaşlarıyla güzel sofralar etrafında buluşmaktan büyük keyif alan kişiler.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Baron Venus parçalarını ilk seferinde beğendikleri için, ikinci ve sonrakilerde ise kullanırken keyif aldıkları için alıyorlar.


Hikâyesi mis kokusunda: Candle and Friends

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Simel, Candle and Friends’i 2019’da kurdum. Ar-Ge ve tasarım sürecinden sonra 2020’de piyasaya çıktık. Çocukluğumdan beri bir şeyler üretme ve yaratma fikri beni hep heyecanlandırırdı. İçimde hep girişimci bir ruh var diyebilirim. Beşiktaş’taki dükkânımızın olduğu apartmanın kentsel dönüşüme girmesiyle eylül ayında Maslak Oto Sanayi’deki yeni dükkânımıza taşındık. Burası hem üretim, hem de ofis ve mağaza bölümünden oluşan bir yaşam alanı. Bu alanda farklı etkinlikler düzenlemek ve sanayi ruhunu korumak çok keyifli. Sanayide içimdeki üretim aşkını da destekleyen bir ortam var. Kendi markamız dışında farklı markalara da fason üretimler yapıyoruz.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Aslında Candle and Friends, mum ve mum yolculuğuna eşlik eden “arkadaşlar” olarak adlandırdığımız ev aksesuarlarından oluşan bir marka. Bu yola çıkarken ilham kaynağım, evde geçirilen zamanların kalitesini artırırken, kendimize ve evimize rahatlık ve renk getiren mumlar ve aksesuarlar yaratmaktı. Hem perakende de hem de kurumsalda farklı ve kaliteli çözümler sunmak istiyordum. Bu dört yıllık süreçte farklı markalar ile yaptığımız iş birlikleri, mum veya çeşitli atölyeler ve kurumsal hediyeler ile girdiğimiz evlere mis kokular hazırlamak beni çok motive etti. Projelerimde fark yaratmaya ve yenilikçi olmaya gayret ediyorum.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimizi butik üretime önem veren, estetik zevki olan; üzerine düşülmüş, eğlenceli, daha temiz içerikli ve kaliteli ürünlerden hoşlanan insanlar alıyor. Müşterilerimizin de tasarım gözü olan ve stil sahibi insanlardan oluşması çok hoşuma gidiyor! Kendi online+offline mağazamız dışında konsept mağazalarda ve müzelerde de yer alıyoruz. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Koku, beyinde yer alan limbik sistemin içerisinde çözümleniyor ve modumuz, davranışlarımız, duygularımız üzerinde önemli bir rol oynuyor. Dolayısıyla koku ve hafıza arasında derin bir ilişki var. Ben de ürünlerimizi oluştururken, anılarım ve kokuların kendi hayatımda hissettirdikleri üzerinden yola çıkarak koleksiyonumuzu hazırladım. Bu yüzden mumlarımızın her birinin kendine özgü hikâyeleri var. Müşterilerimiz de bu hikâyelerde kendilerinden bir şeyler bulabiliyor veya kendi anılarını yaratabiliyor.


Yumuşacık ve rengârenk: Cudl Club

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

İsmim Su. 1998 yılında İstanbul’da doğup büyüdüm; şu anda Ankara’da yaşıyorum. Grafik Tasarım bölümünden mezun oldum; yaklaşık beş yıldır Product (UI/UX) Designer olarak çalışıyorum. Bilgisayar oyunları oynamayı, alışveriş yapmayı ve yeni lezzetler keşfetmeyi seviyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Uzun zamandır kullanıcı ile daha somut bir şekilde buluşturduğum ürünlerin üretim sürecinde yer almak, kendi markamı oluşturmak istiyordum. Ancak hangi ürün ve ne şekilde bir marka olacağını kestiremiyordum.

Beş yıldır evden çalışıyorum; evimin dekorasyonunun ruh hâlimi ciddi şekilde etkilediğini fark ettim. Bazen günlerce evden çıkmadığım oluyor. Bu nedenle yaşam alanımı daha motive edici ve keyifli bir hâle getirmek için yeniden tasarlamaya başladım.

Pinterest ve Instagram’da sıkça gördüğümüz renkli ve desenli battaniyeleri bir süredir arıyordum ama birkaç yıl önce IKEA’da satılmış bir battaniye dışında Türkiye’de böyle bir ürün bulamadım. Tam o sırada aklıma “Aaa, ben yapayım o zaman?” gibi komik bir fikir geldi. Komikti çünkü bu konuda hiçbir deneyimim ya da bilgim yoktu.

Bir tanıdığıma bu fikirden bahsettiğimde, o ay İstanbul’da düzenlenen bir ev tekstili fuarına gitmemi önerdi. Fuarda birçok üreticiyle görüştüm. Bana firmamızla ilgili detaylar sorarlarken, aslında henüz var olmayan markam hakkında oldukça yaratıcı tanımlamalar yaptım. Fuardan sonra ev tekstili hakkında çok şey öğrendim ve her şey çok daha yapılabilir bir hâle büründü. Yani, “Fake it till you make it” gerçekten!

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Başlangıçta Cudl Club müşterisi için kendi personamı baz almıştım; şu an görüyorum ki benimle aynı zevklere sahip çok fazla insan varmış. Türkiye’nin dört bir yanından, birbirinden güzel evlerden harika fotoğraflar alıyoruz. Bundan yola çıkarak; yaşadığı alanı güzelleştirmeye devam etmekten asla vazgeçmeyen, mutluluğu kovalayan kişiler ürünlerimizi tercih ediyor diyebilirim.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

İlk koleksiyonumuz olan Cudl Up, rengârenk ve yumuşacık beş battaniyeden oluşuyor. Bu battaniyeler, salonlara veya yatak odalarına hem samimiyet hem de neşe katmak için tercih ediliyor. Kim yumuşacık ve rengârenk bir battaniyeye sarılmak istemez ki?


Evde hissettiren, kişilikli tasarım: DEYA

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Biz, Defne Arıkoğlu ve Yasmin Karamolla. Defne ABD’de, American University’de Halkla İlişkiler, Stratejik İletişim ve Pazarlama bölümlerinden mezun olduktan sonra DADA Goldberg dâhil olmak üzere çeşitli PR ajanslarında ve bir teknoloji girişiminin pazarlama departmanında çalıştı. Okurken aynı zamanda IE University Mimarlık Fakültesi’nde iç mimarlık üzerine kurs aldı. Yasmin ise Londra’da güzel sanatlar lisesi bitirdikten sonra Central Saint Martins’te Womenswear Foundation okudu. Sonrasında da Regent’s University Moda Tasarım bölümünden mezun oldu.

İkimiz de üniversiteden mezun olduktan sonra kendi işimizi kurmak istediğimizi biliyorduk. Arkadaşlığımız ilkokula kadar uzandığı için birlikte iyi bir ekip olabileceğimize inanarak, “Bir şey yapsak ne olabilir?” diye düşünmeye başladık. Bu sorunun yanıtı, Defne’nin cam işine olan merakıyla şekillendi ve böylece DEYA ortaya çıktı.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

DEYA, ikimizin de evlerimizde misafir ağırlarken şık, eğlenceli ve aynı zamanda özgün dekoratif parçalar bulmakta zorlandığımızı fark etmemizle ortaya çıktı. Bu durum, kendi tasarımlarımızla hem kişisel tarzımızı yansıtmak hem de eksikliğini hissettiğimiz bu tür parçaları başkalarının yaşam alanlarına da sunmak istememize vesile oldu.

Amacımız, insanların evlerine yalnızca estetik katmakla kalmayıp, onlara benzersiz hikâyeler taşıyan ve yaşam alanlarını daha özel hissettirecek tasarımlar sunmak. Her parçamızla, bireylerin kişiliğini yansıtan ve misafirlerini hayran bırakacak özgün bir atmosfer yaratmayı hedefliyoruz. Aynı zamanda çevreye saygı duyarak ilerliyoruz; bu nedenle hem kullandığımız materyallerin hem de ürünlerimizin paketlemesinin çevre dostu olmasına özen gösteriyoruz.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Sanata ve tasarıma ilgi duyan kişiler en büyük alıcı kitlesini oluşturuyor. Gençler arasında yeni evine taşınanlar ürünlerimize büyük ilgi gösterirken, anneler de parçalarımızı sıkça tercih ediyor. Çoğu, mevcut gümüş ya da siyah tonlarındaki dekoratif ürünlerini veya sofra aksesuarlarını değiştirmek, daha modern ve özgün tasarımlara yönelmek istiyor. Hatta erkeklerden de talep olduğunu görüyoruz; bu da tasarımlarımızın farklı kesimlere hitap ettiğini hissettiriyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Bizce ürünlerimizin renkleri ve formları, alışılagelmiş tasarımlardan farklı. İnsanlar, evlerini yalnızca bir yaşam alanı olarak değil, “ev” gibi hissettirecek sıcak ve özgün bir yer hâline getirmek istiyor; bu yüzden tasarımlarımıza yönelmeyi tercih ediyorlar. Parçalarımızın, evlere sadece estetik değil, aynı zamanda bir kişilik kattığına inanıyoruz. Üstelik bu, yalnızca dekorasyonla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda insanların ruh hâlini yükselten, pozitif bir etki yaratıyor.


Gündelik, estetik, cinsiyetsiz: Epicene

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Burak Koçak, ürün tasarımcısı ve Epicene’in kurucu ortağıyım. 1991’de İstanbul’da doğdum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünden lisans derecemi aldıktan sonra, Milano’da Scuola Politecnico di Design’da Ürün Tasarımı alanında yüksek lisans yaptım. Bu dönemdeki çalışmalarımla German Design Awards, Iconic Awards, Good Design Award, IF Design Award ve Red Dot Design Award gibi uluslararası ödüller kazandım.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

2016’da Epicene’i kurarken; ürün tasarımı, üretim teknikleri, grafik tasarım, fotoğrafçılık, mekân tasarımı gibi çeşitli yaratıcı disiplinleri aynı anda kullanabileceğimiz ve vizyonumuzu gerçekleştirebileceğimiz bir alan oluşturmaktı amaç. Kısa sürede marka dilini oturtarak, yurt içi ve yurt dışında satış ağı olan bir markaya dönüştürdük Epicene’i.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Epicene, el işçiliğinin inceliğiyle endüstriyel tasarımın fonksiyonelliğini birleştirerek, günlük yaşamın rutinlerini sorgulayan ve estetik anlayışı yeniden tanımlayan ürünler sunuyor. Markamız, cinsiyetsiz ve zamansız tasarımlarıyla, kendini ifade etmek isteyen genç yaratıcılara hitap ediyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Ürünlerimizi tercih edenler; tasarım prosesimizi takip eden ve yaşamlarına kaliteli tasarımlar dâhil etmek isteyen, estetik değerleri yüksek insanlar. Epicene’in sunduğu ürünler, fonksiyonlarının gerektirdiklerine göre biçimlendiği için müşterilerimiz tarafından günlük yaşamlarında tercih ediliyor.


Sinema meraklılarına sohbet konusu: greenpink co

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

greenpink co, multidisipliner tasarımcılar tarafından 2022’de kurulan bir tasarım markası. İlhamımızı genellikle filmlerden, sevilen dizilerden ve popüler kültürden alıyoruz. İnsanların ilgi alanlarının somut bir karşılık bulmasını sağlıyoruz. Bu sayede tüm dünyada sanat, tasarım ve sinema tutkunlarıyla bir topluluk oluşturmayı hedefliyoruz.

Sürecimizi, yetenekli sanatçılarla gerçekleştirdiğimiz kolektif çalışmalarla ilerletiyor; detaylı araştırmalar ve çizimler sonucunda ortaya çıkan tasarımları giyilebilir kılıyoruz. Yaratıcılığı ve sürdürülebilir ürünler üretmeyi ön planda tutuyoruz. Üretimimizi ve gönderimlerimizi İstanbul’dan yapıyoruz. İlk satış noktamız ise Berlin’de bulunuyor.

2023 yılında, Luca Guadagnino imzalı CaII Me by Your Name’den ilham alarak tasarladığımız ürünü fotoğraflamak için filmin çekildiği yer olan İtalya’nın Crema şehrine gittik. Filmde kullanılan eşyaların sergilendiği müze, tasarımımızı çok beğendi ve sergilemek istediklerini belirttiler. O zamandan beri ürünümüz orada sergileniyor ve müzeyi ziyaret edenler sayesinde yeni kitlelere ulaşmamıza olanak sağlıyor.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi’nde iç mimarlık üzerine eğitim alırken, disiplinler arası tasarım anlayışını keşfetme ve farklı tasarım alanlarında da kendimizi geliştirme fırsatı bulduk.

Mezuniyetimizin ardından edindiğimiz iş tecrübeleri ise bu yaklaşımı benimseyerek daha özgür, yaratıcı ve ilham verici bir alan yaratma isteğimizi güçlendirdi. Akademik birikimimizi ve sinemaya olan tutkumuzu bir araya getirebileceğimiz bir marka kurma fikri de tam olarak bu noktada doğdu. Tasarımcı bakış açısıyla, özenle düşünülmüş ürünlerin yanı sıra kaliteli ve doğal içerikli kumaşlardan üretilen sürdürülebilir parçaların da eksikliğini gözlemledik.

Bizi derinden etkileyen filmlerdeki sahneler, kendileri kadar ilham verici tasarımlara ihtiyaç duyuyordu. Bizim gibi bu yapımlara ilgi duyan birçok insanın ise sinemadaki gibi daha sanatsal bir yaklaşıma ve küçük ayrıntılara önem veren ürünlere ihtiyacı vardı. Benzer zevklere sahip insanlarla ortak bir his yaratmayı hedefleyerek, hediye edildiğinde mutluluk verecek tasarımlar ve özenle hazırlanmış paketlemelerle bu duyguyu daha da özel kılmaya çalıştık.

Bu filmlerle ve yapımlarla güçlü bağlar kuran insanlar, tasarımlarımızı üzerlerinde taşıyarak sevdikleri şeylerle ilişkilerini pekiştirmenin yanı sıra sosyal etkileşim alanlarını da genişlettiler. Başlangıçtan bu yana müşterilerimizden aldığımız sürekli geri bildirimlerle şu sonuca vardık: Tasarımlarımız ve ürünlerimiz, insanlar arasında sohbet başlatan bir araç, yani bir iletişim unsuru hâline geliyordu. Birbirlerini hiç tanımayan iki kişi, dünyanın neresinde olursa olsun, sinemada ya da sokakta, bir tesadüf sonucu ortak bir ilgi alanı etrafında yeni bir bağ kurabiliyor. Yolculuğumuz boyunca bizi en çok motive eden unsurlardan biri de bu oldu.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimiz; sinema ve popüler kültüre ilgi duyan, entelektüel birikimlerini ön planda tutarak ilgi alanlarına vakit ayırmayı seven bireyler tarafından tercih ediliyor. Üniversite öğrencilerinden kültür- sanat profesyonellerine, farklı disiplinlerden gelen pek çok kişiye hitap ediyor.

Türkiye’nin dört bir yanına gönderim yaparken, dünya genelinde ise ağırlıklı olarak ABD ve Avrupa’daki sinefillerin ve tasarım meraklılarının ilgisini çekiyoruz.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Ürünlerimizi tercih edenler, kendilerini ifade etmenin yaratıcı ve özgün yollarını arıyor aslında. Tasarımlarımız bir duruş ve bakış açısı sunarak; kullanıcıların bireysel kimliklerini yansıtmalarına, anlamlı bir hikâyeye sahip parçalar taşımalarına ve sevdikleri şeylerle bağ kurmalarına olanak tanıyor. Aynı zamanda sürdürülebilir ve sınırlı üretim yaklaşımımız, bilinçli tüketimi önemseyen kişiler için bir değer sunuyor.


Bir bağ kurma yolu: Mörç

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Mörç; sanatçılar, markalar ve kurumlar için nitelikli merchandise’lar geliştirir. Yaratıcılar ve beraberindeki topluluklara, etkileşime açık ve özgün temas alanları tasarlayan bir stüdyodur. Odağını müzik endüstrisindeki sanatçı – hayran/takipçi iletişiminde tutar. Üretimden tasarıma, oradan kitlelere ulaşan süreç boyunca eksiksiz bir deneyim sunuyoruz.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Günümüzde başta sanatçılar olmak üzere, markaların kapsam alanındaki topluluklarla fayda döngüsü oldukça eksik. Özellikle müzik endüstrisindeki üreticiler, gelişmiş dijital varlıklara ve alternatif iletişim kanallarına sahip olsalar da etki alanındaki kitlelerle etkileşimi yeterli değil. Bu noktada organik bağları güçlendirecek, destek mekanizma yaratacak, sürdürülebilir ve alternatif gelir opsiyonları sağlayacak bir yapıya ihtiyaç vardı. Mörç, bu yapıyı oluşturma motivasyonuyla kuruldu.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Sanatçılar için geliştirdiğimiz koleksiyonlar, başta hayranlar olmak üzere çok farklı kesimlerin ilgisini çekiyor. Koleksiyonlarımızı sanatçının artistik evrenine eklenen görsel konseptlerle boyutlandırıyoruz. Hayranlar kadar sanatçının evrenine kendini yakın hissedenler, fayda odaklı alışverişi önceliklendirenler ve seçtikleri ürünlerde özgün tasarım arayışında olan kişiler de müşterilerimiz arasında.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Hayranlar için bir merch, sadece bir ürün değil; sevdikleri sanatçıyı desteklemenin ve onunla fiziksel bir bağ kurmanın bir yolu. Üstelik etik koşullarda, kadın emeğiyle üretilmiş, kaliteli ve özgün tasarımlara sahip olması, bu bağı daha anlamlı kılıyor. Bu özellikler aynı zamanda hayran ya da takipçi olmayan kişilerin de Mörç üzerinden alışveriş yapmasının temel motivasyonlarını oluşturuyor.


Hem neşeli hem de uzun vadeli: PEMY

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Biz iki yakın arkadaş, Pelin ve Miray olarak isimlerimizin içindeki harflerle PEMY olduk. Üniversitede tanıştık, o zamandan beri çok yakın arkadaşız; Pelin Psikoloji, ben (Miray) Ekonomi bölümünü bitirdik. İkimiz de mezun olduktan sonra kurumsal şirketlerde çalıştık; bu sırada ev arkadaşıydık. Birlikte büyüyen, birbirinin zevkini çok seven ve birbirini birçok yönden tamamlayan bir ikiliyiz. Hem benzerliklerimizden hem de zıtlıklarımızdan doğan bir dengede PEMY ortaya çıktı ve bugünkü noktaya geldi. Kıyafetlerimizi sıkça paylaştığımız, hatta ortak bir gardırop gibi kullandığımız günler, aslında PEMY’nin ilk tohumlarının atıldığı zamanlardı. Sevdiğimiz, kendimizi yansıtan şeyleri birlikte kullanırken daha sonrasında birlikte ürettiğimiz bir platform yarattık.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

İkimizin de kurumsal işlerimizden ayrılışımız aynı zamana denk gelince, evde birlikte bir şeyler üretmeye başladık. Küçüklüğümüzde severek taktığımız, tekrar trend hâline geleceğini öngördüğümüz çiçekli kolyeleri elimizle yaparak başladık. Önce sadece kendimize yapıyorduk; sonra çevremizdekiler, kolyeleri nereden aldığımızı sormaya başlayınca bir sayfa açmaya karar verdik ve birkaç farklı şehirdeki kadın atölyeleriyle çalışmaya başladık. Sayfamızın en altlarında hâlâ ilk logomuz duruyor. O zamanki hâlimiz bizi hep çok duygulandırıyor; ara ara hâlâ birbirimize o fotoğrafları gönderiyoruz.

Kuruluşumuz pandemi dönemine denk geldi; o zorlu dönemde, renkli ve neşeli ürünlerimizin insanlara iyi hissettirdiğini görmek bizim için inanılmaz bir motivasyon kaynağı oldu. “Joy” teması, markamızın en başından beri merkezindeydi ve topluluğumuzdan gelen mesajlarla daha da anlam kazandı. Sağlam bir komünite oluşturmuş olduk; mesela herkesin evde olduğu dönemde birlikte canlı yayında elmalı kek, yoga, tie-dye gibi keyifli etkinlikler yaptık. Yani aslında PEMY bir giyim / aksesuar markasından daha çok bir komünitedir. 

Almak istediğimiz ve genelde yurt dışında bulabildiğimiz renkli, desenli ürünleri Türkiye’de küçük atölyelerde üretmeye başladık. Keskin çizgileri olan bir marka stratejisinin içine kapalı kalmadığımız için topluluğumuzun istediği ürünleri üretmeye başladık; örneğin “Keşke çiçekli seramik tabak yapsanız.” diye bir mesaj gelince, “Olur, yapalım.” diye karar verip, bir iki ay içinde üretimini ve fotoğraf çekimini tamamlayıp, siteye yüklüyorduk. #pemyfriends topluluğumuzla birebir iletişimde olmayı çok sevdik. Aksesuar ve ev eşyalarından sonra giyime olan ilgimiz bizi bir sonraki adıma yönlendirdi. Lokal üreticilerimizle olan iletişimimiz ve onların, yolculuğumuza inanıp bizi desteklemesi, cesaret vericiydi. Ürettiğimiz limitli sayıdaki ürünlerin, tanımadığımız birinin dolabında olması fikri bugün hâlâ gözlerimizin içini parlatan bir heyecan.

PEMY x sensessentials

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Çiçekli kolyeler yaptığımız ilk zamanlardan bu yana bizi destekleyen müşterilerimizin, bugün kazaklarımızı ya da atkılarımızı alması, bizim için en büyük gurur kaynaklarından biri. İlk siparişlerini bizim paketlediğimiz, heyecanla kargoya verdiğimiz kişilerin hâlâ PEMY’nin bir parçası olması, her yeni koleksiyona aynı sıcaklıkla yaklaşmaları bizi inanılmaz mutlu ediyor. Mesela 2019’da çiçekli kolyemizi alan eski bir müşterimizin birkaç yıl sonra “PEMY kazağımı giydim, herkes nereden aldığımı sordu.” mesajındaki heyecan aslında topluluğumuzun ortak bir başarısı, yani biz onların desteğiyle bu noktaya gelebildiğimiz için bizce onlar da bu başarının bir parçası olduklarını hissediyorlar. Birlikte büyümenin gerçek anlamını böyle zamanlarda hissediyoruz.

PEMY’yi tercih eden kişiler; günlük hayatına renk ve desen katmak isteyen, lokal üretime, kaliteli ve özgün ürünlere değer verenerden oluşuyor. Tasarımlarımız, aslında çok farklı yaş gruplarından ve cinsiyetten insanlar için.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

PEMY’yi tercih edenler, bir hikâyenin ve yaratıcı bir sürecin parçası olduklarını biliyorlar. Müşterilerimizin çoğuyla birebir iletişim halinde olduğumuz için paketlerini aldıklarında bize Instagram’dan ulaşıp, güzel mesajlar atıp, bu samimi bağı devam ettiriyorlar. Bu topluluğa ait hissetmek ve bu duyguyu yaşamak, bizce PEMY’yi tercih etmelerindeki önemli sebeplerden biri.

Bir diğer önemli faktör de sınırlı sayıda üretim yapmamız. Bizce limitli adetler, ürünlerimizi daha değerli kılıyor. Büyük markaların binlerce ürünü her yerde bulunabilirken, PEMY gibi lokal bir markanın ürünleri daha az adetli ve kendine özgü. Akılda kalıcı, eğlenceli tasarımlarımızla rahat ve kullanışlı kalıpları birleştiriyoruz. Bu da tasarıma önem veren ve uzun süre kullanabileceği bir ürüne yatırım yapmak isteyen insanlar için bizi tercih hâline getiriyor.


Yaş almış kitaplar arşivi: Pestil Books

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Biz Aslı ve Naz, Pestil Books’un kurucularıyız. Sanat, tasarım, mimari, moda, dekorasyon, yemek, gezi, müzik, spor ve cinsellik konularında, özellikle koleksiyon değeri olan vintage kitaplar seçip, toplayıp, kitapları yeni sahiplerine kavuşturuyoruz. 

Biz yuva arkadaşıymışız ancak yollarımız ayrılmış yuva sonrasında. Ardından yıllar sonra yeniden arkadaş olduk. Birbirimizi yeniden tanırken, ikimizin de kitapları ne kadar sevdiğimizi ve kitap topladığımızı gördük. Herkesin içine döndüğü pandemi döneminde biz ise “Bu kitapları başkalarıyla nasıl buluşturabiliriz, bu dünyanın kapılarını nasıl başkalarına aralayabiliriz?” diye düşünerek Pestil Books’u kurduk. Şubat 2021’de de ilk kitabımızı satışa sunduk.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Aslında Pestil Books bizim için tamamen kendi ilgi alanlarımız ve merakımızdan başlayan bir maceraydı. Bir “tutku projesi” olarak başladık ama çok kısa zamanda Pestil sevildi ve büyüdü. Bu konuda çok şanslı hissediyoruz. Bu maceranın başlaması, ülkemizdeki döviz krizine denk geldi ve özellikle daha selektif, “coffee table book” olarak geçen şömizli kalın kitapların yeni olanlarında bir anda hiç beklenmedik bir fiyat artışı oldu. Tamamen tesadüfi olarak piyasada böyle bir açığa denk gelmiş olduk. Yanında, işin tabii ki sürdürülebilirlik ayağı da var; değersiz olarak görülmüş ve elden çıkarılmış, kütüphanelerden atılmış kitaplara hak ettikleri değeri yeniden kazandırıyor, onları dolaşıma sokuyoruz; yeni kitapların ise bir daha ilham ve fikir vermelerine ön ayak oluyoruz.

Kurulduğumuz zamandan beri bizi çok besleyen marka iş birlikleri, farklı sektörlerden farklı markalar için küratöryel bir çerçeve etrafında kitaplar toplayıp beraberce bir hikâye anlatmak da Pestil’i Pestil yapan şeylerden biri.


Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Sürprizlere açık olan, vintage kitaplarda bizim gördüğümüz değeri gören kişiler alıyor. Konuları, kapak tasarımları, renkleri, sayfaların içindeki illüstrasyonlar ve görseller, sayfa kenarlarına alınan notlarıyla birçok kişinin ilgisini çekebiliyor bu kitaplar. Eskiden popüler olan ama şu anda çok da prim verilmeyen konulardaki kitapların da meraklısı oluyor. Biz görevimizi aslında biraz da o dönemlerin kitaplarının dijital bir arşivini tutmak olarak da görüyoruz. Bu arşivden bir kitaba çekilen herhangi birisi Pestil müşterisi olabilir.

Birçok farklı yaş grubundan, farklı şehirlerden müşterilerimiz var. Zamanla sanat, tasarım ve mimari konularına meraklı gençler markamızı kucakladı ve benimsediler. Bunun dışında kitap koleksiyonerleri, tasarımcılar, mimarlar, sanatçılar, vintage kitaplardan ilham alan herkes müşterimiz.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Kitaplarımızı alanların birçok motivasyonu olabiliyor. İlgilendikleri veya araştırdıkları bir konuda bir kitap görüp heyecanlanarak alanlar oluyor. Kitaplarımızın çoğu 1960’lar sonrası estetiğinin de bir yansıması olduğu için görsellerden, grafiklerden ve tipografiden ilham almak adına kitap alanlar oluyor veya belirli konularda kitap koleksiyonları olanlar, nadir bir kitap bulduğumuzda bunu alıp koleksiyonlarına katabiliyorlar. Bazen sıfırı piyasada olan kitapların ikinci elini de satıyor olabiliyoruz. Bazen de sadece Pestil Books’tan bir kitabı kütüphanelerine yerleştirmek isteyen müşterilerimiz oluyor: “İlk Pestil’imi aldım!” diyen müşterilerimiz bize büyük heyecan veriyor. 

Pestil’in seçkisinin temsil ettiği, markanın yarattığı bir dünya var. Aslında bir Pestil Books kitabı alan herkes, bir vintage kitaptan daha ötesinde, bu dünyadan bir parçayı hayatlarına katmış oluyor. 


Mobilya merakından doğdu: RENE

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Rana Görk. Ailemizden kalan antikalar ve eski eşyalarla dolu bir evde büyüdüm. Ben büyürken, yeni bir mobilya almak yerine antikacılardan alırdık veya evdekileri boyayarak, dekore ederek dönüştürürdük. Benim merakım da böyle başlamış oldu. 

Evimizi ve kısa süreli kiraladığımız Cihangir’deki dairelerimizi tasarlarken, vintage mobilyalara yöneldim hep. Hem daha dekoratifler hem de zamansız ve daha sağlamlar. Sonra da gezerken gördükçe, bir daha bulamam endişesiyle evlerin ihtiyacından çok daha fazlasını satın almışım. Aldıklarımı birer birer restore ederek, sonra da depomuzda basit bir stüdyo kurarak başladım.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Eşim Cem’in teşviki ile yola çıktım. Eski ve yeni iç mimari yayınları alıyorum, sevdiğim görselleri kesip tuttuğum bir defterim var, seyahatlerimizde de hep çevreye o gözle bakıyorum. Tüm bunları düşününce, neden bu merakım bir iş olmasın diye sordu bana ve böyle başladım. 

Bu işin farklı bir şekilde yapılabileceği düşündüğüm için başladım. Mesela neden bir çocuğun odasında kara tahta olarak kullanılabilecek vintage bir gardrop olmasın? Ya da eski desenlerle yeni kumaşları bir arada kullanılmış bir kanepeyi nereden bulabilirim? Veya elle boyanmış kocaman bir çizgili dolap bir mutfakta çok güzel durmaz mı? Antika ürünler ve zanaatkârların çalışmalarıyla ortaya çıkan bu mobilyalarla tasarım bir sandalye çok güzel durur ve benzeri düşünceler beni RENE’yi başlatmaya götürdü.

RENE x Birce Kirkova

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

RENE yeni bir marka; şimdiye kadar ağırlıklı olarak evlere satın almalar oldu. Mekânlar ve galerilerden de soranlar çok oluyor. Vintage mobilya dünyasına hâkim ve meraklı insanlar alıyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Öncelikle beklenmedik ve değişik buldukları için alıyorlar. Gözlemim renk, desen ve evlerini seven insanların RENE’den alışveriş yaptıkları. Sonrasında fotoğraf da gönderiyorlar, tam yerini bulmuş oluyor aldıkları!


Kâğıttan heykele, ellerinizle: Seb Studio Shop
Fotoğraf: Semih Duman

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Sebahat Karcı. Kağıt malzemesi ile çalışan multidisipliner bir sanatçı ve tasarımcıyım. Çocukluğum matbaacı bir ailede geçtiği için kâğıtla ilişkim o yıllara dayanıyor. Seb Studio’nun kurucusuyum; yaklaşık 10 yıldır ajanslar ve markalar için kâğıttan heykel, enstalasyon, vitrin, sahne, dekor ve pop-up kitap gibi projeler üretiyoruz.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Seb Studio’daki işlerimizde ortaya çıkan figürler, insanların ilgisini çekiyor ve dâhil olma isteği uyandırıyordu. Bu gözlemlerimden yola çıkarak, Seb Studio Shop’u kurdum. Bu marka, DIY konseptinde kâğıt heykel ve obje kitlerinden oluşuyor. İlk üretimlerimizi rahmetli babamın kurduğu matbaada ailemle birlikte gerçekleştirdik; bu da benim için çok anlamlı. Ayrıca, ekran bağımlılığı nedeniyle insanların üretmekten uzaklaştığını görüyorum. Atölyelerde insanların elleriyle üretirken duyduğu mutluluğu fark edince bunun bir ihtiyaç olduğuna karar verdim.

Fotoğraf: Semih Duman
Fotoğraf: Semih Duman

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Tasarımlarımızı ve ürünlerimizi; üretmek isteyen, sanat ve tasarımla ilgilenen, kâğıt sanatına giriş yapmak isteyen, ekranlardan uzaklaşıp kendine ya da çevresine vakit ayırmak isteyen herkes alabilir.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Ürünlerimizi tercih edenler kendine vakit ayırmak, yaratıcı bir şeyler yapmak istiyor. Ayrıca sürdürülebilirlik açısından; sadece malzeme değil, üretilen objeyle kurulan bağ da önemli bir motivasyon kaynağı.


Hayvan refahını artırmak için: St. Pia

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Talisa; St. Pia’nın kurucusuyum. Sanat ve zanaatla iç içe bir ailede büyüdüm; bu yolculuğa Kapalı Çarşı’da kuyum atölyelerinde çıraklık yaparak başladım. Ardından Central St. Martins’ten mezun oldum; Londra’da mücevher ve lüks ürün tasarımcısı olarak çalıştım. Bu deneyimlerimden edindiğim rafine tasarım anlayışını ve detaylara verdiğim önemi kalpten bağlı olduğum bir amaçla birleştirerek, 2020’de İstanbul’da St. Pia’yı kurdum. Bugün St. Pia çatısı altında hem İstanbul hem de Londra operasyonumuzla insanlara ve patili dostlarımıza özgün ve kaliteli ürünler sunarken; bir yandan da hayvan refahını artırmak için, özellikle Türkiye’deki sokak hayvanlarına yönelik farklı ölçekte çalışmalar yapıyor, gönüllü olarak koruma ve kurtarma süreçlerini yürütüyorum.

“Kusurları kabullenmek ve sevmek” felsefesini baz alan St. Pia ruhu, hem tasarım dilimizin hem de misyonumuzun temelini oluşturuyor. Kusurları yüzünden terk edilmiş ya da hiç kabul görmemiş hayvanların hikâyelerine ışık tutuyor.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

St. Pia, tasarımın gücüyle dünyada bir fark yaratma arzusundan doğdu. İnsanın, inandığı bir değer için harekete geçtiğinde, neler başarabileceğini görmek benim için eşsiz bir ilham kaynağı oldu. Bu motivasyonla hem hayvanlara yardım etmek hem de el yapımı, tasarımdan ödün vermeyen pratik ürünler sunarak sektöre manalı bir katkı sağlamak için yola çıktım.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

St. Pia’yı tercih edenler, şık ve bilinçli bir tüketici profiline sahip. Takipçilerimiz, hayvanlara gerçekten değer veren, özgün tasarımları ve el işçiliğini önemseyen bireylerden veya sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik (ESG) alanında somut adımlar atan kurumlardan oluşuyor. Ürünlerimiz, sıradanlaşmış toplu üretim kalitesine anlamlı bir alternatif arayanlara hitap ediyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Müşterilerimiz; kendilerine, ürünlerimize ve misyonumuza, kısaca her detaya özen ve önem gösterdiğimizi biliyor. Hem evcil dostlarına hem de kendilerine kaliteli ve kullanışlı bir hediye alırken, aynı zamanda hayvan kurtarma operasyonlarımızı desteklediklerini bildikleri için bizi tercih ediyorlar.


Yaşasın mutfak kültürü: Studio Amuse Bouche

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Studio Amuse Bouche, mutfak dünyasının enerjisini modayla buluşturan, yenilikçi bir chef-core hazır giyim markası. Üniversitede gastronomi ve mutfak sanatları okurken, bir yandan da mutfak dışında bir şeyler yapmak istediğimi fark ettim. Mutfak ve giyim üretimi aslında birbirine oldukça benziyor. Pantolon yapmak için pamuk yetiştirilir, işlenir, kesilir, dikilir ve boyanır. Salata yapmak için de marul yetiştirilir, doğranır, yıkanır ve zeytinyağı ile karıştırılır. Hem mutfakta hem de modada her şeyin bir araya gelmesi için doğru malzemeler ve doğru işlem sırası gerekir; bu da yaratıcı sürecin ne kadar benzer olduğunu gösteriyor. Bu benzerlik, bana mutfakta olduğu gibi modada da dengeyi bulma heyecanını verdi ve sonunda bu yola çıkmamı sağladı.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Temelinde, mutfağa olan tutkumuz ve mutfak kültürünü yepyeni bir perspektifle anlatma isteğimiz yatıyor. Mutfak, bizim için yalnızca yemek pişirilen bir alan değil; yaratıcılığın, dayanışmanın ve kendini ifade etmenin merkezi. Yoğun tempolu bir iş hayatında, çalışanların hem rahat hem de tarzlarını yansıtan kıyafetlere ihtiyacı olduğunu düşündük. İşte bu düşünce, Studio Amuse Bouche’un ilk adımı oldu.

Bu yolculuğa çıkmamızın bir diğer sebebi de mutfağın hikâyesini mutfağın dışına taşımaktı. Şeflerin hayat tarzını, tutkularını ve bu mesleğin enerjisini günlük hayata yansıtan bir marka yaratmak istedik.Studio Amuse Bouche, hem mutfağın dinamiklerini hem de moda dünyasının estetik anlayışını bir araya getiren bir köprü oldu. Bu yola çıkarken bizi motive eden şey, bu iki dünyayı birbirine bağlamak ve mutfak kültürünü bir yaşam tarzı hâline getirmekti.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Tasarımlarımız, mutfağı hayatının merkezi hâline getiren, özgün bir tarzı olan ve günlük yaşamında da bunu yansıtmak isteyen herkese hitap ediyor. Özellikle restoranlarda, kafelerde ya da gastronomi dünyasında çalışan şefler, aşçılar ve mutfak ekipleri en güçlü müşteri kitlemiz. Ancak ürünlerimiz yalnızca profesyonellerle sınırlı değil; yemek yapmayı tutku edinmiş, mutfak kültürüne ve sokak modasına ilgi duyan herkes bizim hedef kitlemiz arasında.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Ürünlerimizi alanlar, kendilerini hem mutfakta hem de günlük hayatta özgün bir şekilde ifade etmek istiyor. Tasarımlarımız, sadece bir kıyafet değil, bir yaşam tarzını yansıtan parçalar. Aynı zamanda, mutfak dünyasına duydukları tutkuyu paylaşan bir topluluğun parçası olma hissi de onlara çekici geliyor. Hem rahat hem şık olduğu için ürünlerimizle hem işte hem dışarıda kendilerini iyi hissediyorlar. Studio Amuse Bouche, onların tarzına ve hikâyesine dokunan bir seçim.