2021’de gündem yaratacak 10 belgesel

Geçtiğimiz haftalarda sosyal medyanın bir numaralı gündem konusu, Britney Spears’ın son 15 yılda yaşadıklarına ışık tutan Framing Britney Spears’dı kuşkusuz. Babasıyla olan hukuk mücadelesinden kariyerinin başından bu yana uğradığı sistematik şiddete, Britney’nin baş ettiği gerçekler geniş kitlelerde büyük yankı uyandırdı. #WeAreSorryBritney hashtag’i uzun süre trendler arasındaydı; Justin Timberlake cephesinden, 20 yıl kadar gecikmiş bir özür geldi.

Belgesel sinemanın gündem belirlemedeki gücü malum. Hâlihazırda ilk bölümü ekranlara gelen belgesel serisi Allen v. Farrow’dan da hareketle; 2021 içinde izleyeceğimiz, gündemde yer edineceğini düşündüğümüz kimi yapımları sıraladık. Müzik belgesellerinin bolluğuyla dikkat çeken bu sinema yılında, seçkimiz büyük oranda Sundance Film Festivali’nde gösterilmiş filmlerden oluşuyor.

Yazı: Merdan Çaba Geçer

Allen v. Farrow (Yön: Amy Ziering, Kirby Dick)

Bu dosya yayımlandığı esnada hâlihazırda ilk bölümü ekranlara gelen belgesel serisi; Woody Allen ve Mia Farrow ilişkisinin tarihini mercek altına alırken, Allen hakkındaki cinsel istismar suçlamalarını derinlemesine işliyor. Uzun yıllardır devam eden soruşturmalara kanıt teşkil eden kimi görüntü ve bilgiler dikkat çekmekte: çocuk yaştaki Dylan Farrow’un istismarı birinci ağzından anlattığı arşiv görüntülerinden, Allen’ın Soon-Yi ile reşit olmadan cinsel ilişki kurmasına kadar. Adaletin yerini bulması bekleniyor.

In the Same Breath (Yön: Nanfu Wang)

Hayatımızı kökünden değiştiren COVID-19 salgını, belgesel sinemanın bu sene en çok işlediği konu elbet. Aralarından en öne çıkan ise, Çin vatandaşı olup ABD’de yaşayan Nanfu Wang’ın imza attığı In the Same Breath. Süreci şeffaf yürütmeyen Çin hükümetinin kamuoyundan sakladığı gerçekler ve ABD başta diğer hükümetlerin yanlış bilgilendirme krizine bulunduğu katkılar göz önünde. Pandemi dönemine dair ilk kayda değer belgesel olarak tanımlanan In the Same Breath’i bu sene içinde, HBO’da izleyebileceğiz.

The Beatles: Get Back (Yön: Peter Jackson)

Birinci Dünya Savaşı’ndan arşiv görüntülerine yer verdiği They Shall Not Grow Old ile belgesel sinemaya ilgisine mazhar olduğumuz Peter Jackson; pandemi döneminin üretim sürecini aksatmasına izin vermeyip, The Beatles: Get Back için gece gündüz çalışmış. Mesele The Beatles olunca işlenebilecekler engin bir deniz tabii. 1970 tarihli Let It Be’nin yapım sürecine odaklanmayı seçen Jackson, tozlu raflardan çıkan 56 saatlik materyalden yararlanıyor. Grubun dağılma sürecinden ziyade aralarındaki güçlü bağa, yıllara yayılan dostluğa vurgu yapılacakmış.

Sabaya (Yön: Hogir Hirori)

Orta Doğu’daki en tehlikeli bölge olarak kabul edilen, Suriye’nin kuzeydoğusundaki El Hol Kampı’ndayız. 73 bin IŞİD destekçisinin yaşadığı bu alanda, Irak’ın Sincar eyaletinden kaçırılan Ezidi kadınlar, “sabaya” adı verilen seks köleleri olarak tutsak edilmiş durumda. Bazıları eski sabaya olan bir grup Kürt gönüllü, tutsak bir kadını kurtarmak üzere harekete geçiyor. Kampa sızarken ellerinde sadece bir cep telefonu, bir de küçük silah var. Film kendinden başka hiçbir şeye tahammülü olmayan ideolojilere, cesur ve sert bir eleştiri. 

My Name is Pauli Murray (Yön: Betsy West, Julie Cohen)

Avukat, sivil haklar aktivisti ve şair Pauli Murray’nin ismini hiç duymamış olabiliriz, fakat bu belgeseli izledikten sonra mirasını takdir edeceğimiz kesin. İleri görüşlü fikirleriyle Ruth Bader Ginsburg’ün cinsiyet eşitliği mücadelesine, Thurgood Marshall’ın dönüm noktası niteliğindeki sivil haklar argümanlarına ilham vermiş, öncü bir isimdi o. Belgeselde Murray’nin kişisel mektupları, ikili cinsiyet sınıflandırmasını reddedişi, yakın çevresiyle ilişkisi ve adaletin sağlanması için kararlı talepleri karşımıza çıkacak. 

Summer of Soul (Yön: Questlove)

1969 yazındayız. Sadece 100 mil ötede daha büyük -ve çok daha beyaz- o meşhur festival gerçekleşirken, Harlem’de yaklaşık 300 bin kişinin katıldığı “Black Woodstock” ortalığı kasıp kavuruyor. İlk yönetmenlik denemesinde Questlove, Siyah topluluk için önemli bir kültürel miras olan Harlem Kültür Festivali’ne hak ettiği değeri vermiş. 50 yıl kadar saklı kalan görüntülerin restore edildiği bu zaman makinesinde Sly and the Family Stone’dan Nina Simone’a, Stevie Wonder’dan Mahalia Jackson’a sayısız ismi göreceğiz.

Flee (Yön: Jonas Poher Rasmussen)

Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesinin ardından ailesiyle Afganistan’dan kaçan ve refakatsiz bir çocuk olarak Danimarka’ya yerleşen Amin’in gerçek öyküsü. Amin bugün erkek arkadaşıyla evli, başarılı bir akademisyen ama 20 yılı aşkın süredir sakladıkları hayatını tehlikeye sokabilir. Anlatıyı arkadaşı Amin ile yaptığı röportajlar üzerinden kuran yönetmen Rasmussen, öyküyü -mahremiyeti korumak adına- animasyonla anlatmayı tercih etmiş. Cannes seçkisinde yer alan, Sundance’den ödülle dönen Flee’nin yapımcıları arasında Riz Ahmed ve Nikolaj Coster-Waldau da var.

Cusp (Yön: Isabel Bethencourt, Parker Hill)

Cusp, partilemekten başka yapacak çok az şeyin olduğu bir Teksas askeri kasabasına konumlandırıyor kamerasını. Ergenliğin sarsıcı doğasıyla tanışan, özgürlük ve rıza gibi mefhumları keşfeden Autumn, Aaloni ve Brittney’i takip ediyor. Üstü örtülü şekilde gerçekleşen sohbetlerinde çocukken üçünün de cinsel şiddete maruz bırakıldığı hissediliyor – çoğunlukla ebeveynlerinin arkadaşları tarafından. Yönetmenler Bethencourt ve Hill, onu doğuran kültürle yüzleşmeden, cinsel şiddetle de mücadele edilmeyeceğinin altını çizmekte. 

Tina (Yön: Daniel Lindsay, T.J. Martin)

“Proud Mary”, “What’s Love Got to Do with It”, “The Best”… İkon denince akla gelen ilk isimlerden Tina Turner’ın 1950’lerde başlayıp günümüze uzanan müzik kariyeri, kişisel hayatından çeşitli anekdotlarla mercek altında. O öyküsünü İsviçre’deki evinde, birinci ağızdan anlatırken; görülmemiş arşiv görüntüleri, fotoğraf albümünden çıkanlar ve ses kayıtları da eşlikçi. Angela Bassett, Oprah Winfrey ve partneri Erwin Bach ise röportaj veren isimlerden birkaçı. 27 Mart’ta, HBO ekranlarında.

Dear Mr. Brody (Yön: Keith Maitland)

Ocak 1970’te, 21 yaşındaki hippi-milyoner Michael Brody Jr., 25 milyon dolarlık mirasını dünya barışının sağlanması amacıyla dağıtacağını açıklamıştı. Bu olağanüstü jest ABD toplumunda çılgınlığa neden oldu; Brody’nin evine yakın yerlerde yapılan kamplar, aralıksız edilen telefonlar ve yardım talep eden sayısız mektup… Yönetmen Maitland umutları, hayalleri ve çaresizlikleri açığa çıkan yabancıların yazdığı bu mektuplara ulaşırken; malum soruya cevap aramakta: “Dünyanın sorunlarını sevgi yoluyla iyileştirmek istediğini iddia eden, gizemli olduğu kadar eksantrik hayırsevere ne oldu?”