2023: En iyi 8 suç dizisi

Bir yanda yapay zekâyı tartışmaya açtıran Z kuşağından bir dedektif, bir yanda gizemli suçları çözen karizmatik bir yalan avcısı, öteki tarafta onlarca yıl arayla aynı yerde beliren bir ceset… Dikkat! En iyi 8 suç dizisi seçkimiz, yine sadece 2023’te başlamış yapımları bir araya getiriyor.


A Murder at the End of the World (Disney+)

The OA’in yaratıcıları Brit Marling ve Zal Batmanglij, dört yıl süren uzun bir bekleyişin ardından yeni projeleri A Murder at the End of the World ile döndü. Hem de Z kuşağından, amatör bir kadın dedektif öyküsüyle… Yedi bölümlük mini dizi; erkek egemen bilişim sektöründe parlayan bir kadın olmakla “mücadele ettiği” yetmezmiş gibi bir de dedektifliğe soyunmaya itilen Darby’ye (Emma Corrin) ve etrafında olup biten açıklanması zor olaylara odaklanıyor. “Teknoloji kralı” milyarder Andy Ronson’ın (Clive Owen), İzlanda’nın zorlu doğasında Ex-Machina stili fütüristik bir inzivaya davet ettiği bir grup yaratıcı ve üstün başarılı insanın yaşadıkları üzerinden kadına yönelik güç istismarını, iklim krizini, yapay zekâyı tartışıyor. Burcu Teker

Projenin ardındaki zihinler Brit Marling ve Zal Batmanglij ile sohbetimiz burada.

Blue Lights (BBC One)

Belfast’ın Kuzey İrlanda Polis Teşkilatı’na bağlı (ve elbette kurgusal) Blackthorn Karakolu’na adım atan üç memurun -çaylaklar Annie ile Tommy ve onlara göre daha deneyimli olan Grace- suç çetelerine, gizli ajanlara ve hatta kendi polis kuvvetlerine karşı olan güç savaşını izlediğimiz Blue Lights; Birleşik Krallık’tan çıkmış Line of Duty veya Happy Valley gibi seleflerinin aksine daha kısık ateşte pişen bir suç draması. Belfast sokakları öylesine dibi görmüş durumda ki sosyal hizmet görevlisi olarak hayatını idame ettirirken kendini bambaşka bir dünyanın kollarına bırakan Grace’in doğru kararı alıp almadığı konusundaki gündelik sorgulamalarına hak vermemek güç. Kara mizah parıltılarına rağmen kocaman bir kasvetin hiç eksikliğini hissettirmediği seri; türün eli yüzü düzgün, klişelere saplanmayan bir örneğine şans vermek isteyenler için doğru tercih. Elif Yılmaz

Bodies (Netflix)

1890, 1941, 2023, 2053 yıllarında dört farklı dedektif buldukları bir cesedin gizemini çözmek için kolları sıvar ancak bilmedikleri şey, hepsinin de aynı cesedi bulduğudur. Öncelikle izlediğiniz dizinin tarzıyla, estetiğiyle ilgili aşırı tutucu değilseniz Bodies her türlü sizi alır götürür. Hikâye hemen sizi içine çekiyor, kolay akıyor ve bol karakterleri olmasına rağmen kimin kim olduğunu hemen idrak ediyorsunuz. Merkezinde zaman yolculuğu olan, twistler ve “aman tanrım”larla dolu bir dizi. Giderek birbirine bağlanan, “Aynı ceset nasıl olur da onlarca yıl arayla aynı yerde bir anda belirir?”in yanıtını verirken yeni soru işaretlerini avucunuzun içine bırakan, eğlenceli bir yapım Bodies. J. Hakan Dedeoğlu

The Gold (BBC)

1983’te 1 milyon pound civarında para bulacaklarını düşünerek Heathrow Havalimanı yakınındaki Brink’s Mat deposunu soymaya kalkıp, bunun yerine tam 26 milyon pound değerinde saf altınla karşılaşan altı silahlı kişiyi ve bırakın İngiltere’yi, dünya tarihinin en büyük soygunlarından biri olan bu suçu konu alan The Gold; aslında çekirdeğinde güç ve sınıf hakkında bir yapım. İskoç senarist Neil Fosyth’in yarattığı dizi, her kademeden pek çok insanın dâhil olduğu bir yolsuzluk ağı yaratarak neredeyse bütün ülkeyi içine almış bu kumpasın yanında, kimliğini tanımlayan ideallerle çelişen eylemler seçen, başvurduğu gayri meşru yollarla güç elde etmenin bedeli olarak dev sırlar ve risklerle, baskı ve stresle yaşayan insanlara odaklı. Sosyal yapısından ötürü sınıf farklarının belki de çok daha keskin olduğu Birleşik Krallık gibi bir ülkede kökleriyle kavgada olan ve bunların uzantısı dışında bir yerde kendini yeniden yaratmak yolunda yozlaşan insanları ve onları kovalayanları takip ettiğimiz dizinin dev oyuncu kadrosu yanı sıra dönem gereği Joy Division, New Order, Echo & The Bunnymen gibi isimlerden seçilmiş müzikleri de gayet başarılı. Zeynep Naz Günsal

Malpractice (ITV) 

Line of Duty prodüktörlerinin bu yılki eseri. Açıkçası çok ses getirmemiş gibi bir izlenim bıraktı bizde, sanki arada kaynamış gibi ama izlemeden geçmeyin deriz. Başrollerdeki Niamh Algar harikulade bir iş çıkarıyor, konusu da klasik polisiyelerin dışında. Başarılı bir acil doktoru olan Lucinda Edwards’ın ağrı kesici bağımlılığı yüzünden bulaştığı suç ağını izleten dizi; onun yavaş yavaş kararan hayatını çok iyi işlerken, ilaç sektörünü de hedef tahtasına koyuyor. J. Hakan Dedeoğlu

Payback (ITV)

Morven Christie’nin başrolde olduğu bu ITV dizisi ekim ayında yayımlandı. Eşi gün ortasında bir cinayete kurban giden Leslie Noble’ın etrafında şekilleniyor seri. Leslie, görünürde hâli yerinde bir muhasebeci olan eşinin ölümünün ardından, kendini içinden çıkamayacağı bir suç girdabında buluyor. Payback, yılın en eli yüzü düzgün yapımlarından. Kaçırmayın. Epey sürükleyici ve temposu da kararında. Bir de Morven Christie çok iyi! J. Hakan Dedeoğlu

Poker Face (Peacock)

Birinin yalan söylediğini anlama konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahip olmak ister miydiniz? Bu konuda oldukça kabiliyetli olan Charlie Cale (muhteşem ekran karizmasıyla Natasha Lyonne), Plymouth Barracuda marka arabasıyla yollara koyuluyor ve kimi zaman bir barbekü dükkânında, kimi zaman da bir metal grubunun turnesinde başka başka karakterler ve onlara dair gizemli suçları çözmeye çalışıyor. Sinemasal üretimleriyle tanıdığımız Rian Johnson’ın yaratıcısı, senaristi ve yönetmeni olduğu ilk dizi olmasıyla öne çıkan Poker Face’i; suçlunun kim olduğu değil, nasıl yakalanacağı üzerinden bir gizem inşa etmesi nedeniyle, “howcatchem” formatının en meşhur örneklerinden Columbo ile mukayese etmek mümkün. Tek nefeste saymanın mümkün olmadığı, çılgın bir yan karakter / konuk oyuncu kadrosu da pastanın üzerindeki çilek. Elif Yılmaz

The Woman in the Wall (BBC One)

Bu yılın en çarpıcı yapımlarından. Başrolde yetenekli oyuncu Ruth Wilson var ki kendisi aynı zamanda dizinin yapımcılarından. Wilson’un oyunculuk resitali verdiğini söylemek yanlış olmaz. Wilson, travmatik bir geçmişe sahip, uyurgezer Lorna’yı canlandırıyor. En kısa anlatımıyla Lorna, bir sabah uyandığında evinde ölü bir kadın buluyor ve olaylar gelişiyor. Yakın dönem İrlanda tarihinin en karanlık sayfalarından biri olan “kadın ıslahevleri” konusu dizinin çıkış noktası. İlk bölüm bence çok güçlü değil. Gerçek ve hayallerin iç içe geçtiği, Londra’nın sanrısal hayatını izleyecekmişiz gibi bir izlenim verse de bu altı bölümlük yapım, sürekli yeni twist’lerle çıkageliyor ve bunu yaparken sert, sorgulayıcı ve bir o kadar da dokunaklı tavrını bırakmıyor. Muhakkak izlenmesi gerekenler listesinin başında! J. Hakan Dedeoğlu