21. Filmekimi: War Pony üzerine

Yazı: Esin Çalışkan

Yeni bir hayatın kapısında bekleyen o kaçışsızlık hissinin; başka iklimlerden, isi, pası, kokusu duyumsanan bir hatıradan, sesten, sonunda tüm gerçekliğimiz olan -bize ait?- evlerden, sokaklardan, şehirlerden kopup üstüme başıma bir zamk gibi yapıştığını hissettim War Pony filminden sonra. Kesinlikle hafta boyunca izlediğim en iyi iş değil. Yine de durgunluğu ve zamanı büken oradalık hissi ile farkında olmadığım bir anda imdadıma yetişen, içimi fazlasıyla ısıtan bir film bu.

75. Cannes Film Festivali’nde en iyi ilk filme verilen Altın Kamera ödülünün sahibi War Pony; ABD’de, yoksulluk derecesinin hayli yüksek olduğu Pine Ridge Reservation’da yaşayan, Oglala Lakotalarına mensup Bill ve Matho hakkında. Görünürde 20’li yaşlarının başında, iki çocuk sahibi Bill (Jojo Bapteise Whiting) geçim kaynakları birbirini tutmayan, sallantılı bir babalık/partnerlik deneyimi içinde ve ruhunu köşe bucak dolduran hisleri nereye kanalize edeceğini -poodle beslemekten, hindi kesim dükkânında çalışmaya- bilemez hâlde.

Henüz 10’larındaki Matho’yu (LaDainian Crazy Thunder) izlerken ise çocukken günlük hayatı geçer kılan alışkanlıkların, okulda elinize tutuşturulan bir notun, günlüğün, içmenize izin verilen berbat kahvenin, koşturmanın, kaosun, sadece o an ortalıkta var olan bir ebeveynden kabul görmekle olan simbiyotik ilişkisini sorgulamaya başlıyorsunuz.

Bu sırada filmin oluşum sürecini biraz geri sararsak, ortak yönetmen ve yapımcı Riley Keough, 2015 yazında Güney Dakota’daki bir motelde Andrea Arnold’un American Honeysinde, kendisi ile birlikte oyunculuk yapan olağanüstü iki gençle tanışıyor. Hem Lakota ulusunun üyeleri hem de tıpkı War Pony’deki gibi Pine Ridge sakinleri, Bill Reddy ve Franklin Sioux Bob. Hikâye, Reddy ve Bob’un kendi yaşam öykülerinden etkilenmekle kalmıyor, ikili senaryo yazımı sırasında da bolca kalem oynatıyor. Bu tercih yönetmenler Gina Gammell ve Riley Keough için riskli bir girişim gibi dursa da ikili, Keough’un büyükbabası Elvis Presley’den miras kalan Amerika yerlileri kültürü ve Krik topraklarına pek yabancı değil. Böylelikle Amerika’nın oldukça iyi tasvir edilmiş bir köşesinde, o köşelerin sınırlarını flulaştıran yarı etnografik bir anlatım dili zuhur ediyor.

Oglala Lakota topluluğundan gelen profesyonel olmayan oyuncular tarafından gerçekleştirilen ve bir nevi yeni-gerçekçiliğin parçası olan film; yoksulluk denince balatalarının ayarlarının oynandığı coğrafyalara özgü, kendi başına sefalet içermeyen ama biteviye zorlaştırılan hayatların ayrıntılarındaki gölgeleri iyi biliyor. Oralara çeşitli ışık hüzmeleri gönderiyor. Ve bizleri ortak ettiği iş birlikçi seyirlikte, melodramın barizliğinden kaçınıyor.

Bill ve Matho, aralarındaki yaş farkına rağmen içinde bulundukları kasabadan aynı derecede bıkmış, bir çift bouncy ball tezahüründe görünüyor. Hep daha yükseğe sıçradıklarını sanıyor, hep ivme kaybediyorlar. Hem hareket hâlinde, hem oldukları yerdeler. Ellerine geçen değerli her şeyi satarak para kazanmaları onları daha güvenli bir alanda tutsa ve satıcı-kullanıcı kimliklerini en azından bir süreliğine bozsa da meth bölgenin hâlâ en büyük istilacısı. Bu yönüyle içinde bulundukları hâleti-ruhiyenin de vazgeçilmez bir parçası. Benzer anlatılara sinen cezacı, kimi zaman yargılayıcı bakışın burda teğet geçtiğini; onun yerine içeride konumlanan, durgun ve mütevazi bir gözlemci kameranın varlığını görmek mümkün.

Ayrıca tüm bu ortaklık içinde karakterlerin yolları neredeyse hiç kesişmiyor; bir serap ânına benzer, birden zihinlerinde beliren aynı bufalo hayali dışında. Tıpkı, Ildiko Enyedi’nin On Body and Soul’u gibi, hissi bünyeyi ânında çarpan bu görüntüde, kelimenin tam anlamıyla duran bir canlı ile karşılaşıyoruz. Gözlerini kaçırmıyor, heybeti ile büyülese de korkutmuyor, bir tür güç gösterisinde bulunuyor. Nedense bu mevcudiyeti, Matho’nun ikonik anlarda elinden düşmeyen sihir kitabı ile birlikte hatırladım, sahneye her geri dönmem gerektiğinde. Kart numaralarına gıcık olan Matho için sihir, el çabukluğu değil bir dönüşüm. Keough ve Gammel, War Pony ile böyle bir inançtan ve doğduğumuz kabukları saran bağlardan besleniyor şüphesiz.