3 soruda Borga Kantürk ve CUPS, COPS, COUPS, MADCAP LAUGHS sergisi
Sanatçı, küratör ve akademisyen Borga Kantürk, futbol odaklı kişisel sergisi CUPS, COPS, COUPS, MADCAP LAUGHS ile gündemimizde şu sıralar. İzmir, Karşıyaka’daki sanat mekânı COMMENTARIVM’de görülebilecek sergi, sanatçının 2002’den 2025’in ilk günlerine uzanan işlerini mekâna özgü bütünleşik bir yerleştirme olarak bir araya geliyor. Kaldırılan kupalar, peşindeki polisler, patlak veren darbeler ve her yere yayılan çılgın kahkahalarla izleyiciyi içine çeken bir alan kuruyor.
Borga Kantürk, 24 Şubat’a dek ziyarete açık olan CUPS, COPS, COUPS, MADCAP LAUGHS sergisinin ardındakilere dair sorularımızı yanıtladı.

CUPS, COPS, COUPS, MADCAP LAUGHS, 20 yılı aşan bir sürede yaptığın işleri bir araya getiriyor. Sergi mekânına yerleştirilen atkı ve formaların da senin koleksiyonundan olduğunu tahmin ediyorum. Bize biraz futbolla kurduğun estetik bağların nasıl şekillendiğinden bahseder misin?
Futbol oldukça eski bir oyun, olasılıkları oldukça fazla. Yıllardır çevresinde dönen bir fan kültürü var; beraber izleme, beraber destekleme, beraber itiraz etme, birlikte olma, kazanma, kaybetme, yenilmeme, alanını savunma gibi pek çok motivasyon noktası var. Özellikle kamusal olan tarafı ve buralardan çıkan kolektif hikâyeler dinlemek, keşfetmek ve buralardaki hikâyeleri sanat pratiğimle aktarmak benim için oldukça önemli. Bütünleştirici bir gücü var futbolun; birlikte şarkı söylemek, protesto etmek, beraber isyan etmek, beraber sevinebilmek gibi. Bu zaten serginin isminde de olan şey.
Serginin kapsamında tabii ki pek çok efsane sima, ikonik ya da toplumsal hafızaya yer etmiş olay var. Peki futbolla haşır neşir olmayan izleyicilerin CCCML sergisinden nasıl duygularla ayrılmasını hayal ediyorsun?
Futbolun kapsayıcı tarafı toplumsal bir olgu olması. Bu pozitif anlamda da değil, negatif yönlerden de böyle. Politik anlamda, tarihsel anlamda sergide de konu edilen pek çok vaka, olay ve hikâye var. Hikâyeler insanları cezbediyor. Bireyselden toplumsala ilerleyen bir hikâyeye dâhil olma, kuşaktan kuşağa aktarma var. Bu bütün alt kültürler için değerli bir şey. Pink Floyd’un Meddle albümünde “Fearless” şarkısında fonda Liverpool tribünlerinin o efsanevi “You’ll never walk alone!” tezahüratı duyuluyor. 1971 yılında alınmış bir kayıt. Aynı tezahürat kesintisiz Anfield Road’da her maç başlangıcı hep bir ağızdan söyleniyor. 2025 olmuş yıl. Bu ortaklık, bu toplumsal aidiyet ve sinerji pozitif anlamda kullanılabilirse, değerlendirilebilirse inanılmaz güçlü bir etki yaratabilir. Sadece futbolda değil; bütün kamusal alanda. Bu aidiyete dair önemli bir alan birlikte itiraz, isyan etmek, aynı ideolojinin karşısında bir slogan altında birleşmek, bir gösterinin parçası olmak… Serginin bu durum ve duyguları düşündürmesi, hissettirmesi bile bence önemli bir katkı olacaktır.
José Luis Chilavert, René Higuita, Gordon Banks gibi tarihe geçmiş kalecilere bir duvar ayırmışsın. Bu takım oyununun en yalnız figürleri kalecilerle ilgili özel bir seri hazırlamaya nasıl karar verdin? Kalecileri senin için ilgi çekici kılan unsurlar neler?
Kaleciler oyunun aslında en yalnız karakterleri. Basketbol ve voleybol, hentbol gibi takım sporlarındaki yüksek skorlar olmuyor futbolda. Hatta bazı karşılaşmalar 90. dakikada atılan bir gol ile 1-0 bile sonuçlanıyor. Onlarca dakika iki takımd a gol atma başarısı gösterememiş, kaleci belki de o âna kadar birçok topu kurtarmış… Sonuçta mağlubiyet hanesi kaleciye yazıyor genel olarak. Kalecinin yalnızlığı bir metafor olmuş durumda. Toptan uzak kalede bekleyen top onun bölgesine geldiğinde ise hemen konsantre olup, atakları bertaraf etmek zorunda kalan bir yalnız karakter. Albert Camus’nun futbol kariyerinde kaleci olmasını ve Peter Handke’nin meşhur kısa romanı Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’ni hatırlıyorum. Edebiyat – futbol ilişkisi, saha içi ve dışı anlatı beni cezbediyor.


