3 soruda Gözde Mimiko Türkkan ve Niyet Dalgaları sergisi

Gözde Mimiko Türkkan, işlerinde insan ve insan olmayan arasında süregelen ikiliği yapıbozuma uğratmak yerine, hepimizi aynı şekilde çevreleyen dalgaların, yeryüzünün ve canlı cansız her varlığın doğasını inceliyor. 10 Haziran’a dek Pilot Galeri’de görebileceğiniz Niyet Dalgaları adlı solo sergisinde beden ile birlikte düşünmenin, gözlem yapmanın ve dâhil olmanın kaydını tutuyor; vektörel düşünceler olduklarını varsaydığı “niyetlerin” dalgalar gibi yayılımını ve suyun, bu niyetlerin taşıyıcısı olma ihtimalini düşünüyor. 

Üretim metotları ve sergisine dair 3 soruluk anketimizi yanıtladı Gözde Mimiko Türkkan.

İşlerinde dokunmayı sevdiğin duygular, fikirler ya da araştırıp derinleştirmeyi arzu ettiğin bazı sorular neler?

İşlerim vasıtasıyla pek çok iç içe geçmiş soruyu sormayı ve bunları izleyicinin kafasında ilişkisellikleriyle beraber uyandırmayı seviyorum. Ayrıca bunlara cevaplar sunmaktan ziyade, bireylerin kendi cevaplarını bulmalarını ya da yeni sorular sormalarını amaçlıyorum. Çoğunlukla bu sorulara benim de verecek net cevaplarım yok. Çalışmalarımda yaklaşık ilk on yılında insan bedeni ile cinsiyet kimlikleri ve rolleri üzerine kısmen rahatsız edici sorular yönelttim, hem kendime hem izleyiciye. Son dört yıllık çalışmalarımda ise yalnızca insan bedeninin değil; farklı bedenlerin, özellikle su-bedenlerin kendi ‘innergy’ (inner-energy) olarak adlandırdığım iç akışlarının ifadesini keşfetmeye yönelik çalışmaktayım. Bu yönelimin katalizörlerinden biri cinsiyet ikiliklerine atfedilen fail-eril ve kurban-dişi ikiliklerini, gezegenle ilişkilerimize de benzetiyor olmama dayanıyor. Bu ilişki çerçevesinde eril varsayılan insanlık kendini, dişi varsayılan gezegeni yok etmeye de kurtarmaya da muktedir olduğunu sanıyor. Ürettiğim işler arasında sanırım en sevdiğim olan “Earth Fight”ın alt temalarından bir tanesi de bu. Cinsiyet kimlikleri bağlamındaki kadın-erkek ikililiğinin, hem de “insan ve doğa/çevre” ikiliğinin sosyal olarak inşa edilmiş olduklarına inanıyorum ve inşa edilmiş bu ikilikler arasında bağlantılar kurarak, bu alanlardaki küresel anlatıları sorgulamayı/sorgulatmayı amaçlıyorum. Niyet Dalgaları sergimde izlenebilecek yeni çalışmalarımda temel çıkış sorularım ise “Niyetlerimiz de dalgalar gibi yayılıyor olabilir mi? Eğer öyleyse görüş alanımızın veya ömür süremizin dışına çıktıkları için sonuçlarını göremediğimiz nelere yol açıyor olabilirler? Nerelere, kimlere çarpıyorlar? Nerelerde kırılıyorlar ve enerjilerini tüketiyorlar?” Bu soruların bağlamı da nihayetinde çevre kriziyle iç içe geçmiş hâlde.

Kendini bulduğun, sana çok iyi hissettiren ya da hayatının bir noktasında ziyaret ettiğin ve işlerin için çok ilham verici olmuş mekân neresi? Neden?

İçgüdüsel olarak çekildiğim yerlerin bir kısmına gidebilmiş olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Bunlardan en derin iz bırakmış olanı Güney Sibirya’daki Baykal Gölü ve gölün en büyük adası Olkhon. Gezegenin en derin gölü olan ve en yaşlılarından biri sayılan Baykal, oranın yerelleri tarafından deniz olarak kabul ediliyor ve çeşitli şekillerde hem şamanlar için hem budistler için kutsal. Örneğin Olkhon Adası’nda “Şaman Kayaları” olarak bilinen bir ritüel alanı ve adaya çok yakın bir adacık/kayalık üzerinde ise Budist bir stupa mevcut. Tüm bunlar bu bölgenin hem beynimizin rasyonel tarafını tatmin etmesine hem de spiritüel yönümüze hitap etmesine yeter. Fakat buranın insanı etkisi altına alan, sunduğu görselliğin de ötesinde bir büyüleyiciliği var. Anlatmak zor ama oradayken sanki oranın kendi akışını, on milyonlarca yıldır oradan yayılan dalgalarını hissedebiliyor insan. 2019 başında suyu, suyun farklı fazlarını ve akışını gözlemlemeyi amaçladığım bir dönemdi ve seneler öncesinde Trans-Sibirya tren rotasını araştırırken edindiğim izlenimler zihnimde açığa çıktı. Aynı sene nisan ayında, kışın tamamen donan, yazınsa Marmara denizi kıyılarını andıran bu gölde suyun hem katı hem sıvı hâlini gözlemleyebilmek ve çekim yapmak için bir yolculuk planladım. Sonrasında adı Innergy / Watery Incantations olan video çalışmamın ve videoda voice over olarak seslendirdiğim metni yazmamdaki en büyük ilham orada kısa da olsa geçirdiğim vakittir. “Bir parçamı orada bıraktım” denir ya hani; oraya gittikten sonra bunu şu şekilde yorumluyorum: “Bundan sonra niyet ettiğim her an, orada bulunmaya devam eden parçama erişebilirim.”

İşlerin üzerinde çalışırken odaklanmana ya da ilham almana destek olan ritüel, rutin ya da metotların var mı?

Kafamı kurcalayan konular hakkında görsel ve yazılı araştırma yapmanın dışında, en çok başvurduğum iki yöntem/rutin var. Bir tanesi sketchbook defterimi, üretim sürecim boyunca çeşitli notlar almak ve yazılar yazmak için kullanmak. Bu defter genelde kırmızı kapaklı ve çizgisiz sayfalardan oluşuyor ve yazmak için kullandığım kalemler de kırmızı mürekkepli oluyorlar. Çalışırken elimin altında bulundurduğum gibi, gündelik şehiriçi ulaşım esnasında da aklımdan geçenleri, düşündüklerimi yazabilmek için yanımda taşıyorum. Bu alışkanlığı sanırım on yıldan fazladır sürdürüyorum. Diğer yöntem ise -bunu bir yöntem olarak kullandığımı çok sonraları anlamlandırdım- bedensel deneyimlerden edindiğim kazanımı, üzerine kafa yorduğum konularla kesiştirmek. Aslında kendiliğinden bunların kesiştiğini söylemek daha doğru olur. Bedensel deneyim edinimlerim, bazen görsel bazen de metin bazlı olarak ortaya çıkıyor. Burada bahsettiğim yöntem, yazar Haruki Murakami’nin Koşmasaydım Yazamazdım (What I Talk About When I Talk About Running) kitabındaki gibi çok sıkı bir gündelik düzene bağlı bir rutin değil. Daha akışkan ve değişken benimkisi. Rastlantısallığa veya adaptasyona izin veren, hatta ihtiyacı da olan bir şey. Mesela beden üzerine yoğun şekilde düşünüp çalıştığım ve aynı zamanda düzenli ve yoğun olarak Muay Thai yaptığım bir dönemde, beden ve cinsiyet kimliklerini bir de güç ilişkiselliği üzerinen düşünmeye doğal olarak meyillendim. Soğuk havaya pek dirençli olmamamdan da sebepli olarak; dağlarda bulunmam, bu çok kadim varlıklarla ilişkiye geçmem ancak snowboard yapmayı öğrenmemle son on yılda mümkün oldu. Bu sayede kış aylarında o sporu bilmeden gitmenin kolay ya da pratik olmadığı yerleri görüntüleme imkânım oldu. Genelde tüm görüntü kayıtlarını da kendim gerçekleştirdiğim için, bu tam anlamıyla bir deneyimleme hâli oluyor. Benzer şekilde dalga sörfü öğrenme sürecindeki deneyimlerim, genel anlamıyla dalgaları gözlemlemek ve onlarla uyumlu bir hareket içerisinde olmayı araştırmak açısından bir yöntem önerisi olarak güncel çalışmalarım ve sergide yer alıyor. Dalga sörfü konusundaysa yaptığım diğer tüm bedensel aktivitelerden farklı olarak öğrenme sürecimin bir noktasında korku yerleşti ve hâlen onu aşabilmiş değilim. Fakat korkma hâlimin sebeplerini ve dinamiklerini deşmek, dalgayı sürmek ve sürememek anlamında yarattığı farkları anlamak ve bunu hayata dair bir analoji olarak düşünmek güncel işlerimi müthiş bir şekilde besledi.