41. İstanbul Film Festivali: Alcarràs üzerine
Çeşitli uluslararası festivalleri arşınlayıp büyük beğeni toplayan, Akademi Ödülleri’ne İspanya’nın temsilcisi olarak başvuran Estiu 1993 / ’93 Yazı‘nın (2017) yönetmeni Carla Simón arayı daha fazla açmadı. İkinci uzun metrajı olan, bir kez daha senaryoyu Arnau Vilaró ile birlikte kaleme aldığı Alcarràs, 72. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Altın Ayı’nın sahibiydi. Simón’un ilk filmine benzer şekilde kendi hayatından izler taşıyan yapım, tamamı amatör oyunculardan oluşan kadrosuyla da samimiyet hissini artırıyor.
Zaman dilimi ve mekân
Günümüz, Katalonya. Simón’un çocukluğunun da geçtiği Alcarràs bölgesi.
Konu nedir?
Ekip biçtikleri araziye güneş panelleri inşa ettirmek isteyen toprak sahibiyle, burada nesillerdir şeftali yetiştiren Solé ailesinin mücadelesini anlatıyor; bu süreçte aile fertlerinin birbirleriyle olan etkileşimlerine de yakından bakıyor Alcarràs. Hayatlarının geçtiği ve tek geçim kaynakları olan bu topraklardan feragat etmeleri gerekeceği gerçeği, aile üyelerinin bazıları arasındaki farklılıkların, sürtüşmelerin, güç dengelerinin yüzeye çıkmasına sebep oluyor. Yetişkinlerin son hasat süresince yaşadıklarına, kendi dünyalarına tutunmakta ısrar eden çocukların oyunları ve eğlencesi, hikâye boyunca eşlik etmeye devam ediyor.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
Alcarràs, Estiu 1993 gibi yarı biyografik bir film olsa da bu kez çok daha kurgusal bir anlatı önümüze seriyor Simón. Hikâyeye ilham veren, Simón’un Soléler gibi şeftali yetiştiriciliği yapan ailesi, dedesi vefat ettiğinde geride bıraktığı çiftliğin bambaşka bir anlam kazanması ve ailenin aynı onun gibi şeftali ağaçlarının da her an yok olabileceğiyle yüzleşmesi. Alcarràs gibi bölgelerde tarımsal aktivitelerin devamlılığını engelleyen endüstrileşme, yeterince kazanç sağlamadığı için topraklarını terk edenler, yaşlandıkça üretimi azalan emekçiler, azalmasa da ürününü düşük fiyata satmak zorunda kalanlar, vergiler, endüstri devlerinin insanlara empoze ettikleri… Maalesef bunların hepsi dünya gerçekleri ve yönetmenin ailesinin de kendilerini içinde bulduğu çıkmazlar.
Filmde, gerçekten de ailece üretim yapan tarım emekçilerine yer verilmiş olması oldukça değerli bir detay. Lleida şehrinden aileler ve amatör oyunculardan meydana gelen kadroyu neredeyse 9 bin kişiyle görüştükten sonra şekillendiren ekip, kasaba şenlikleri gibi kalabalık ortamlarda keşfe çıkarak hareket etmiş ve yazılan karakterlere benzeyen, bu dünyanın içinde hareket edebilecek insanlar seçilmeye çalışılmış. Çekimlerin sürdüğü iki ay boyunca oyunculara çok prova yaptırılmadığı gibi doğaçlamaya yer yer alan da tanınmış. Senaryonun ve emprovizasyonun eşit ağırlıkta olduğu bir süreç hedeflenmiş kısacası.
Bu arada güneş panellerinin inşasına karşı çıkan ailenin soyadı da olan “Solé” kelimesinin, Katalanca’da “güneş” demek olduğunu da ekleyeyim. Böyle kelime oyunlarının iliştirilmesi hoş bir detay olmuş.
İlk intiba?
Simón’un çocukluk olgusuna, kırsaldaki yaz hatıralarına duyduğu -ve izleyene de güçlü biçimde yaşatılan- özlemi, anlattığı bu dönemin yarattığı nostaljiyi layıkıyla aktaran; acı-tatlı tabirini tam olarak karşılayan bir film Alcarràs. Yönetmen kişisel bağları vesilesiyle samimiyetle, derin bir duyarlılıkla, çok sade biçimde anlatıyor öyküsünü. Ama Simón’un sinemasındaki sadelik; güncel ve değerli politik söylemlerin yüksek sesle söylenmesine engel teşkil etmiyor.
Film gücünü büyük oranda amatör kadrosundan ve doğaçlamaya alan açan senaryosundan alıyor denebilir. Esasında hikâye arketip karakterlerden ve aralarındaki aşina güç dengelerinden oluşuyor. Profesyonel bir kadroyla ve virgülüne kadar planlı bir senaryoyla belki de ruhsuz gelebilecek bir anlatı, bunun tam tersi biçimde didaktik olmaktan uzak bir biçimde aktarılıyor. Oyuncuların birbirleriyle etkileşimi, temas etme biçimleri inanılmaz derecede doğal mesela; birbirlerini yıllardır tanıyor gibiler.
Öte yandan doğaçlama ağırlıklı senaryolarda fark edilebilen “zorlama” his Alcarràs için kesinlikle söz konusu değil; hikâye daima akıcı, ritim hiç düşmüyor. Sahneler hem amacına hizmet eder nitelikte hem de rahat bir akışa sahip. Öyküsünün geçtiği yer kadar cıvıl cıvıl, sımsıcak bir yapım.
En çok hangi sahneye yükseldin?
Roger günün ortasında eve kör kütük sarhoş hâlde geri getirilip, baba Quimet zaten sık sık terslendiği oğlunu yine azarlamaya başlayınca; hem oğlu için çok endişelenmiş hem de eşinin bitmek bilmeyen aksiliğinden usanmış munis anne Dolors’un ikisine birden okkalı tokatlar yapıştırıp, sonra da sakince arkasını dönüp gittiği an. Evin annesine bir rahat vermeyen iki erkeğin tümüyle şapşala dönmüş hâlleri görmeye değerdi.
Modunu nasıl etkiledi?
O kadar iyi geldi ki.
Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?
Karakterlerin gündelik hâlleri ve derinlikli etkileşimleri filme en uygun ölçüde işlenmiş, minimum detayla maksimum duygusal niteliğe ulaşılmış. Ailenin tek vücut olan hâli de senaryonun kişilere biçtiği yer de eşit önemde. Öyküsü tam olarak aktarılmamış gibi gelen hiçbir karakter olmadı. Fakat günün sonunda bir araya geldiklerinde oluşan resim, Solé ailesinin güzelliği ve coşkusu, en akılda kalan.
Formu dolduran: Zeynep Naz Günsal