A’dan Z’ye: Barbie

Yazı: İlayda Güler, Tuvana Adalı, Zeynep Naz Günsal - İllüstrasyon: Sadi Güran

Barbie’yi seviyoruz, bazen de hiç sevmiyoruz. Çoğumuza büyürken arkadaşlık etti; bir kısmımızın ise arkadaşının arkadaşı idi. Barbie çok çekici, bir o kadar da tehlikeli. Çocukluk düşlerimizin gerçeği, aynı zamanda bir özgüven testi. Agresif reklam kampanyasından fenalık geçirmiş olsak bile hakkında çekilmiş film için duyduğumuz merak gün geçtikçe arttı. Hemfikir olduğumuz tek şey: O, gelmiş geçmiş en büyük ikonlardan biri. Tüm kafa karıştırıcılığıyla, A’dan Z’ye Barbie.

American Toy Fair

1903’ten beri her sene New York’ta düzenlenen ve bir oyuncak firması için başarının zirve noktası olma potansiyeli taşıyan American Toy Fair, üreticisi Mattel’in 1959’da Barbie’yi lanse ettiği ilk yer. Ancak beklentinin aksine, Barbie burada hiç beğeni toplamıyor. Oldukça kritik ve örtük, bir yandan da hiç şaşırtıcı olmayan bir sebebi var bunun: Fuarda satış görevlilerinden stand sahiplerine, alışveriş yapanlara kadar herkes erkek. Hâliyle Barbie; yetişkin kadın bedeni ve bilhassa memeleriyle hedeflenenden çok farklı bir tepki uyandırıyor. 

Yaratıcılarından Ruth Handler bu düşüş karşısında, manipülatör lakabıyla bilinen psikanalist Ernest Dichter ile çalışmaya başlıyor. Dichter, araştırmalarında bir kilit nokta keşfediyor: Barbie’ye önceden sıcak bakmayan bir annenin tavrındaki değişiklik. Kızının, Barbie’nin bakımlı hâline özendiğini gören anne, oyuncak hakkında fikrini değiştiriyor. Neden mi? Çünkü 1950’lerdeyiz ve bir kadının bakımlı olması beğenilmesine, beğenilmesi de evlenebilir olmasına denk düşüyor. Evliliğin kritik önem taşıdığı bir dönem bu – kadınlar için elbette. Tüketicinin yumuşak karnı tam da burada bir yerlerde. Böylece Barbie, televizyon reklamlarında devasa bir gelinlikle boy gösteriyor. Bu hâliyle hem erkeklerin hem annelerin hem de kız çocukların gönlünü aynı anda fethederek efsaneleşme adımlarının ilkini atmış oluyor. 

Bir strateji hamlesi olarak belirlenen bu yaklaşım, oyuncağın ilk kez geniş çaplı bir görünürlük sağladığı esnada yarattığı temsille Handler’ın temel hedefine ne kadar yaklaşabildiğini sorgulatıyor açıkçası. Kız çocukların annelikten başka rolleri deneyimleyebileceği bir platform oluşturmak isterken, onları bir gelin rolüne hapsetmiş oluyor çünkü. 

Reklamlar demişken, Mattel 1955’te Mickey Mouse Club’ın sponsorluğunu üstlendi. O dönemde oyuncak markaları için pek tanıdık olmayan şekilde, televizyon alanında güçlü bağlantılara sahipti. Çocuklar için televizyon reklamı yayımlayan ilk şirketti aynı zamanda. Hâliyle Barbie piyasaya sürüldüğünde, Mickey Mouse Club’ın geniş seyirci kitlesine de kolayca erişim sağlamış oldu.

Barbara Millicent Roberts

Barbie’nin tam adı. Ruth Handler’ın kızı Barbara’dan geliyor ki kendisi dolaylı olarak annesine üç boyutlu yetişkin bir oyuncak bebek yapma fikrini ilk veren insan oluyor gibi. Ruth Handler’ın 1940’larda piyasada sadece çocuk formunda oyuncak bebekler olduğunu fakat Barbara’nın hep giydirmeli kâğıt bebekleriyle oynamayı tercih ettiğini ve bunu evcilik türü bir oyun gerçekliğinde yapmadığını fark etmesiyle doğuyor Barbie. Resmî doğum tarihi ilan edilmiş 9 Mart 1959’da American Toy Fair sunumu gerçekleştiğinde hakiki Barbara’mız çoktan lise çağında, bu yüzden bebekle özdeşleştirilmekten hiç haz etmemiş büyürken. Basınla nadiren konuşan Barbara, 1989’da People’a verdiği bir röportajda ailesinin Barbie’yi icat etmesinden çoğunlukla gurur duyduğunu, sadece onunla böylesine ilişkilenmemiş olmayı dilediğini söylemiş.

Peki kim bu Barbie? Kendisi, onu yıllardır bağrına basan ve erken versiyonlarından birini on yıllardır eyaletin tarih müzesinde sergileyen Wisconsin’in hayali kasabası Willowslu, fakat bilindiği gibi uzun zamandır ailesiyle birlikte Malibu’da ikamet ediyor. Arkadaş canlısı, yüksek enerjide ve daima mükemmel görünümde. Arkadaşlarını, eğlenmeyi ve tabii ki modayı çok seviyor. Fazlasıyla ayrıcalıklı bir yaşam sürmüş olmasına rağmen şimdiye kadar hiç kürk giydiğini görmediğimiz Barbie, en evcilinden en egzotiğine tam 41 hayvana bakım vermiş, hatta bir noktada kendi çiftliği bile olmuş. Ayrıca PETA’yla uzun süredir ilişkili; orka balinalarının gösterilerde ve su parklarında sergilenmesini protesto edince Mattel,  “Seaworld Barbie” modelinin üretimini durdurmuştu. Takip eden yıllarda çıkarılan “Go vegan!” pankartlı “Lettuce Lady Barbie” de iyi bir bilinç geliştirme çalışması olmayı başarmıştı. Mattel 2018’de ürünleri hayvanlar üzerinde denenmemiş makyaj markası NCLA ile vegan tırnak ürünleri ve rujlar da üretmişti. 

Christie 

Christie, “Barbie’nin Siyah arkadaşlarından biri” olarak 1968’de ortaya çıkıyor. Mattel’in Barbie evrenine çeşitlilik katan ilk girişimlerinden biri olarak epey seviliyor ve varlığı uzun süre devam ediyor. Mattel’de çalışan ilk Siyah tasarımcı Kitty Perkins tarafından tasarlanan Siyah Barbie’nin görünmesi ise 1980’i buluyor. Perkins, bu zamana kadar beyazlığını ve Avrupai hatlarını koruyan Barbie’yi Afro-Amerikan kültürü ve güzellik algılarına göre yeniden düzenliyor. Mattel sonraki yıllarda da kapsayıcılığını genişletmeye devam ediyor. İşe, kadınların temsil alanı bulamadığı meslek gruplarından başlıyor. 2016’da çıkardığı Fashionistas serisiyle boy ve kilo çeşitliliği ekseninde farklı beden tiplerini, 2019 itibarıyla da kalıcı fiziksel engelleri olan Barbieleri koleksiyona dâhil ediyor. Tekerlekli sandalye kullanan ve skolyozu olan Barbielere rastlamak mümkün örneğin. LGBTİ+ hakları ve görünürlüğü konusunda da benzer bir tavrı sahipleniyor Mattel. 

Barbie’nin tamamen temsil üzerine kurulu bir oyun alanı sunduğu düşünüldüğünde, kapsayıcı olmak için gösterilen çabanın ne kadar kritik olduğu anlaşılabilir. Ancak uzun yıllar boyu oldukça katı fiziksel özelliklerin içine hapsolmuş bir temsili tekrarlamanın birkaç nesil üzerinde bıraktığı kötü izleri de silemiyor.

Çevre

Kalabalık bir ailesi ve arkadaş grubu olduğunu bildiğimiz Barbie’nin çevresi epey geniş, geçmişi ise daha da karmaşık. Çekirdek ailesi; hayatlarına Barbie’nin doğumundan bir yıl sonra iki boyutlu başlayıp iki boyutlu sürdürmüş ebeveynleri George ve Margaret Rawlins Roberts, ilk oyuncak aile üyesi ergen kız kardeş Skipper, 1990’lara kadar ortalarda gözükmemiş yedi yaşındaki ortanca Stacie, bundan beş yıl sonra ortaya çıkan altısındaki Kelly ve üretimi 2010’da durdurulduktan sonra geri gelen yedi yaşındaki Chelsea’den oluşuyor. Uzak ailesinde de sadece kitap yahut animasyon formatında tanıştığımız bir büyükannesi, dört beş teyzesi veya halası, üç kuzeni ve bir amcası var. Robertsların satışlara göre sıklıkla şekil değiştiren soyağacına artık dâhil olmayanlar ya da dönüştürülenler arasında ise 1971’de ortadan kaybolan Tutti ve Todd adlı ikizler, denenip vazgeçilmiş bebek kardeş Kristine veya “Krissy”, 1971’de kaldırılıp her nasılsa Kate Middleton ve Prens William’ın düğünü sıralarında yeniden dirilen İngiliz mod kuzen Francie Fairchild ve lise çağındaki bir başka kuzen Jazzie var.

Arkadaşlarına gelince… Christie, Teresa, Nikki derken tabii ki tüm Barbieler birbirinin bestie’si ve geçen yıllar içinde onlarca ahbabı oluyor ama aralarından en önemlisi diyeceğimiz Margaret “Midge” Hadley ilginç bir yerde duruyor. Barbie ve Ken’den az sonra, 1964’te pazara çıkan ve hayatı süresince bir belirip bir yok olan Midge, hem Barbie’nin en yakın arkadaşı hem de Barbie profiline alternatif olarak maternalliğiyle ortada olan bir oyuncak. İlk dönemlerde, Ken’in yakını Allan Sherwood ile eşleştirildikten çok sonra 80’lerde Mattel, Barbie’nin kadın bağımsızlığı mesajını baltalamadan aileyi ve ebeveynliği ürünlerinde işleyebilmek amacıyla Heart Family serisini yaratmıştı. Bu seri üretimden kaldırılıp 1990’ların sonunda Happy Family serisi olarak dönüş yaptığında hemen evlendirilen Midge-Allan çifti üç de çocukla paketlendikten sonra dev bir tartışmanın ortasına düşüyor: Midge bu sefer karnından çıkarılabilir bir bebekle sunulduğu için tüketici aileleri gerip fazla gerçekçilik üzerinden büyük paniğe sebep olurken, genç hamileliği de teşvik edebileceği endişesiyle, çıkarıldıktan bir yıl sonra raflara tekrar veda ediyor. Son olarak 2013’te YİNE ortaya çıkan karakter, bu defa eşini ve çocuklarını almadan dönmüş Barbie’nin hayatına. 

Dreamhouse

1970’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde hamile kalan kadınları kovmak yasaldı; bir kadın, eşinin imzası olmaksızın kredi kartına sahip olamıyordu ve evli bir erkek, eşine haber vermeden ailesinin evini ipotek edebiliyordu. Bu tuhaf ve gaddar ortamda bekarlığı seçerek ataerkine meydan okuyan Barbie; bedelini kendi kazancıyla ödediği, içini de bizzat kendi zevkiyle döşediği, tapusunda sadece kendi adının yazdığı bir rüya evinde bağımsız bir hayat yaşıyordu. Böylelikle çocukların hayal kurma alanını genişletti. 1962’de satın aldığı ilk evi, kartondan yapılmış sarı duvarlı, mütevazı bir yuvaydı. Mutfaksız oluşu dönemin, kız çocuklarını ileride yapacakları ev işlerine hazırlayan oyuncak kültürüne aykırıydı. Barbie; kitapları, TV seti ve pikabıyla evinde eğlenmek istiyordu. Tek kişilik yatağı ve Ken’in çerçevelenmiş fotoğrafı, hem bu mekânın tamamen ona ait olduğunun hem de “bekar evi”nin erkeklere özgü bir konsept olmadığının kanıtıydı. Bu ev resmen bir feminist isyandı!

1970’lerin sonlarına doğru evlilik dışı yaşanan cinselliğe gösterilen tepki bir nebze azaldı, doğum kontrol hapları yaygınlaştı. Dreamhouse mimarları bu dönemde, “Başına heyecan verici şeylerin geldiği göz alıcı, sofistike bir kadın olacaksan, bir daireye ihtiyacın var ve içinde yalnız yaşamalısın.” diyen Helen Gurley Brown’un Sex and the Single Girl kitabından ilham aldı. Barbie’nin yeni evi, duvar dekorları ve zamanın çevreci hareketinin izi olan bolca bitkiyle canlandırıldı. Kadınların önderliğinde gelişen Pattern and Decoration akımının etkilerinden yararlanıldı. 80’lerin başında pek çok Amerikalı gibi Barbie de banliyöye taşınmıştı. Prefabrik yapılara olan ilginin artışı, Dreamhouse’un modüler olarak tasarlanmasının önünü açtı.

1990’larda banliyö sakinleri daha büyük, gösterişli evleri arzuluyordu. Barbie ise bu idealini Mattel’in onu rakiplerinden ayırmak için dozunu giderek artırdığı pembe hakimiyetinde gerçekleştirdi. 2008’deki konut krizinden en çok kadınlar, özellikle de beyaz olmayanları etkilendi. Barbie bu kez, oyuncak olmanın ayrıcalığını kullanarak gelişmeleri görmezden geldi. Öyle ki 2015’te kendine ait bir garajı bulunan, yedi odalı bir eve taşındı. Lüksün artışı, kapsayıcılık taleplerine verilen cevabı geciktiriyordu. Örnekse 2019’da sunulan tekerlekli sandalyeli Barbie, Dreamhouse’un asansörüne sığmıyordu; çağrılara kulak veren Mattel, asansörü yeniden tasarladı. Aniden kapıya dayanan pandemiye ise evine bir çalışma istasyonu ekleyerek uyumlandı Barbie.

51 yıldır Amerikan rüyasının sembolü olan Dreamhouse’tan bugün, farklı kültürlerden gelen Barbielerin domestik ihtiyaçlarını karşılayacak, beyaz olmayan çocukların da kendileriyle özdeşleştirebileceği mekânlar yaratması bekleniyor. Mattel, tıpkı vücut ölçülerinde olduğu gibi Barbie’nin evini de gerçek dışı ve mimari açıdan mantıksız olduğu yönünde eleştirenlere, bunun bir fantezi dünyası olduğunu hatırlatıyor. Dreamhouse, ulaşılmaz gibi görünen hayallerin kapılarını açmak istiyor.

Evlilik

Dünyayla tanıştırıldığından beri kendini evlilik ve bunun gerekliliğiyle ilgili anlaşmazlıkların ortasında bulmuş kahramanımız Ken, ortaya çıktığı dönemde “Hele bir yıl sonu balosuna gitsinler, bakalım sonra neler olacak…” gibisinden bir kampanyaya malzeme oluyor. Upuzun birliktelikleri süresince ilişkileri birçok içerikte mercek altına alınan ikili hakkında Vancouver’lı fotoğrafçı Dina Goldstein da Bergmanesk mutsuz evlilik anlatısı niteliğindeki In The Dollhouse (2012) adlı fotoğraf serisinde, dayatılmış bir evlilikte Barbie ve Ken’in  dinamiklerinin ne yöne doğru değişebileceğine dair türlü betimlemeler yapmıştı mesela. 

Midge karakteri evlendirilerek Barbie’nin bağımsızlığı için bir bakıma feda edilmişti. Üzerinden bu baskı kalkan Barbie’nin evlenmesi, belki bir karakter olarak seçeneklerini daraltacağı gibi kız çocuklara ve tüketici ailelere vadedilen oyun deneyimini de bütünüyle sınırlanayacak bir hamle olduğundan ne konseptin annesi Ruth Handler ne de genelinde Mattel şirketi için bir seçenek oldu. Zira Barbie bebeğin bir albenisi de, bir kadının bir aile veya evlilik hayatının çeşitli yüklerini sırtlanmak dışındaki ya da bu adımdan önceki özgürlüğü, esnekliği ve bunun neler vadettiği, ne gibi olasılıklar barındırdığına dair düşündürmesi. 

Fatoş 

1971’den 2001’e kadar üretimlerine devam eden Fatoş Oyuncakları’nın kurucusu Fatoş İnhan, Türkiye’de oyuncak üretimi adına epey önemli bir figür. İlk yıllardan itibaren markası dâhilinde farklı türde oyuncak bebekler imal eden İnhan, 1986’da fashion doll kategorisinde, kıyafetleriyle öne çıkan bir Sevgi Bebek serisi çıkarmıştı. Onu 1990’da, Barbie’nin yerli versiyonu gibi görülen Lady takip etti. Hatta sonraki sene Mattel, Barbie’nin Türkiye’de üretilmesi için Fatoş Oyuncakları’yla bir lisans anlaşması yaptı. Çok uzun soluklu olmayan anlaşma 1997’de sonlandı; Fatoş Oyuncakları da 2001’de oyuncak sektörünün değişen şartlarıyla birlikte üretimden çekildi.

Lady aslında aynı Barbie görünümündeydi; yani beyaz, Avrupai ve yine belirli vücut hatları içine sıkıştırılmış bir figürdü. Barbie’yle gelen “kendini ve imkânlarını keşfetme” dalgasının Türkiye’deki yansımalarını görmek ilgi çekici olsa da Barbie’nin kendi versiyonları arasında olduğu gibi kopyalanıp yapıştırılmış, bulunduğu yer ya da kişi özelliklerine temas etmeyen bir şablon bebekten ibaretti bu. 

Greta Gerwig

Büyük ihtimalle çoğumuzun hayatında gördüğü en kapsamlı pazarlama kampanyasının ardından Barbie’yi 64 yıllık hayatında ilk kez canlı çekim hâlde karşımıza çıkaracak insan. Gittikçe hızlanarak yükselmeyi sürdüren yönetmen, Barbie’den sonra bağımsız filmlerden uzaklaşarak büyük bütçeli filmleri yönetmek istediğini beyan etmesinin akabinde Netflix’le en az iki filmlik bir Narnia sözleşmesi imzaladı en son. 

Gerwig ile ilk uzun metrajı Lady Bird (2017) çıktığından beri çalışabilmeyi çok istemiş Margot Robbie. İkinci filmi Little Women’ın post prodüksiyon süreci esnasında, Gerwig doğum yaptıktan hemen sonra gelmiş teklifle. Projeyi, eşi Noah Baumbach eşliğinde pandemi sürecinde kaleme aldıktan sonra yönetmenliğini de yapmaya, hatta bu noktadan sonra yapımı zaten başka kimseye bırakamayacağına karar veren Gerwig’in Letterboxd’a yaptığı detaylı listeden de görülebileceği üzere, etkilendiği yapımlar arasında, sesli çekim stüdyolarında üretilmiş filmler ön planda. 

Greta Gerwig,  Barbieland’in sinema salonlarında oynatılan tek film olan The Wizard Of Oz (1939), kendisinin zaten çok sevdiğini bildiğimiz Gene Kelly’li An American In Paris (1951) ve Singin’ In The Rain (1952), Powell & Pressburger şaheseri The Red Shoes (1948) gibi yapıtları çalışarak “otantik yapaylık” biçiminde tanımladığı bir estetiği yakalamaya odaklanmış. Hem aktör hem yapımcı olarak şirketi LuckyChap çatısı altında projenin üç yıldır başını çeken Margot Robbie ile hümanist, varoluşsal, özbilinçli ama sinik olmayan bir film yapmaya çalıştıklarını da anlatıyor. Epey meta yerlere gideceğini zaten bildiğimiz filmde, Barbieland yoluyla günümüz koşullarının zıttı bir gerçeklikte fantastik ve matriarkal bir ütopya inşa eden ekip tek yönlü değil, herkesi kapsamına alan bir feminizm aktarmak istemiş daima. 

Hiper feminen

1960’lardan itibaren Barbie’nin, çoğunlukla evde bulunması ve muhakkak anne olması gereken kadın imajını yıkarak kız çocuklarına daha güçlü bir rol model yarattığı argümanına karşı, o kadar da masum olmadığını savunan söylemler ortaya çıkmaya başladı. Eleştirilerin odağında, Barbie’nin idealize ettiği gerçek dışı beden vardı çünkü oranları, dünya üzerindeki her 100 bin kadından birine denkti; vücut kitle indeksi, regl olmasını engelleyecek kadar düşüktü. Önünde “Nasıl kilo verilir?”, arkasında “Yemek yeme.” yazan bir kitap okuyordu; pijama partisi aksesuarı olarak kullandığı tartı 110 lbs’i (49.9 kg) gösteriyordu. Hâliyle anoreksinin formülünü verdiği düşünüldü. 

Barbielerle oynayan kız çocuklarının, gerçekçi oranlara sahip bebeklerle oynayanlara kıyasla vücutlarından daha az memnun olduğuna dair çeşitli araştırma çıktıları yayımlandı. İmkânsız bedeninin bazı çocuklarda şiddeti tetiklediği belgelendi. Koyduğu güzellik standardının ulaşılmazlığıyla baş edemeyen çocuklar; Barbielerini bisikletle ezip gömmek, tavan vantilatörüne asmak, kafasını kesip mikrodalgaya koymak, gözlerini kalemle oymak gibi korkunç eylemlerde bulunmuştu. Mattel eski CEO’su Jill Barad bir “oyuncak” bebeğin gerçekçi ölçülere sahip olma sorumluluğunu taşımadığını söylese de ilerleyen yıllarda, aldığı negatif eleştirilere kulak veren şirket, farklı beden tiplerine sahip çocukların hayallerine eşlik edebilmek amacıyla Barbieleri çeşitlendirdi.

Feministlerin itiraz ettiği konulardan bir başkası da Barbie’nin fazlaca materyalist biri gibi görünmesiydi. Kız çocuklarının yalnızca araba, lüks ve moda gibi şeylerin önemli olduğuna inanması ihtimali başlı başına bir tedirginlik sebebi oldu. 1992’ye tarihlenen Teen Talk Barbie’ye slogan olarak “Matematik zordur.”un seçilmesi de bu fikri destekliyordu. Yoksa Barbie, pornografiden beslenen öncüsü, Alman bebek Lilli’den yeterince kopamamış mıydı? Durumu ondan hâllice olsa da kimi çevrelerce seks sembolü olarak algılanmaktan tamamen kurtulamadı, “sarışın sürtük” olarak anıldı. Pembeyle paketlenmesi, toplumun ona atfettiği cinsiyet rolüne iyice yapışmasına neden oldu.

I’m a Barbie girl, in a Barbie world 

1997’de yayımlanan ilk albümü Aquarium’un üçüncü şarkısı olan “Barbie Girl”; Danimarka ve Norveçli pop dörtlüsü Aqua’ya aşırı hızlı bir popülerlik sağladı, listelerde zirveyi zorladı. Klavyeci Søren Rasted’in Kopenhag’daki bir sergide gördüğü, içi Barbielerle dolu küre, “Barbie Girl”e ilham oldu. Yıllar hiç geçmemişçesine nakaratını hâlâ ezbere söyleyiverdiğimiz, pek çoğumuz için geçmişe dair tatlı çağrışımları olan parçanın sözleri; plastik olarak yaşamanın harika olduğunu düşünen Barbie ile onu bir partiye davet etmek konusunda fazlaca hevesli davranan Ken arasındaki “Öp beni. Dokun bana.” tadında müstehcen diyaloglarla biçimleniyor esasen. Klipte ise ikilinin, Barbie’nin Corvette’ine benzer bir arabayla geldikleri Dreamhouse’ta arkadaşlarıyla birlikte eğlenmelerini izliyoruz. 

Manzara, göründüğü kadar toz pembe değil. Zira şarkının sunduğu, Barbie’ye çizilenin epey dışında bir temsil. Sözlerde Barbie’nin kendini bir “bimbo girl” (çekici ama aptal kadın) diye tanımlaması, Mattel tarafında çizgiyi fazlasıyla aşan bir girişim olarak değerlendirildi elbet. Fakat buna kayıtsız kalmayıp, itibarını zedelediği iddiasıyla, grubun plak şirketi MCA Records’a açtığı dava Mattel’in aleyhine sonuçlandı. Gerekçe ise telifli eserlerin parodi amaçlı olduğu takdirde izinsiz kullanılabilmesiydi. Üstelik Aqua, CD’nin arka kapağında bir önlem notu da yayımlamıştı: “‘Barbie Girl’ şarkısı sosyal bir yorumdur; bebeğin üreticileri tarafından yaratılmamış veya onaylanmamıştır.”

Neyse ki husumet devam etmedi; Mattel 2009’da, parçanın haklarını satın alıp aile dostu sözlerle yenileyerek bir reklam kampanyasında kullandı. 2018’de Ava Max’ın, Aqua’nın orijinalinden 21 yıl sonra, değişen atmosferin göstergesi olarak “Bana orada dokunamazsın. Vücuduma dokunamazsın.” sözleriyle yayımladığı “Not Your Barbie Girl” şarkısı, rıza hakkında bir marşa dönüştü. Aqua, 21 Temmuz’da filmle birlikte yayımlanacak Atlantic Records etiketli Barbie soundtrack albümünde Nicki Minaj ve Ice Spice eşlikli “Barbie World” ile geri dönecek.

Jack Ryan 

Buna tersine dönmüş bir Frankenstein dinamiği de denilebilir. Jack Ryan, Barbie’nin yaratımında büyük pay sahibi; bebeği bildiğimiz formuna kavuşturan, aslen Soğuk Savaş döneminde Pentagon siparişi füzelerin tasarımı üzerinde çalışan karanlık biri. Ruth Handler, aklındaki Barbie fikriyle Ryan’a gidiyor ve prototipin tasarımını onun ellerine bırakıyor. Mattel, seneler boyu sağladığı geniş kazancın büyük kısmını Jack Ryan’ın oyuncak tasarımlarına borçlu. Ancak patentli olan tasarımlar için Ryan’a yaptıkları ödemelerin fazlalığı yüzünden ilerleyen senelerde davalık oluyorlar. 

Ryan, kokaine ve kadınlara olan düşkünlüğünün üzerine, cinsel takıntıları ve bir kişilik bozukluğu fırtınasıyla gelen paranoya krizleri de eklenince oldukça sorunlu bir geçmiş bırakıyor arkasında. Barbie’yi tasarlama sürecindeki motivasyonuna da gölge düşüyor böylece tabii. Ruth Handler’ın çocukları düşünerek kurduğu hayallerin yanında Ryan daha çok kişisel bir fanteziyi gerçekleştirmenin, mükemmel kadını yaratmanın peşinde koşmuş gibi. Görüştüğü kadınların Barbie’ye benzeyen fiziksel özelliklerini listelediği bir arşiv tutması, obsesif ve kadınları nesneleştiren bir bakışa sahip oluşunun belki de en hafif örneği.  

Son yıllarında patentlerine ödeme yapmayı kesen Mattel’le yıllara yayılan ve yıpratıcı bir dava sürecini kazanarak atlatsa da akıl sağlığını büyük ölçüde kaybeden Jack Ryan, 65 yaşında intihar ediyor. Handler sonraki dönemde Ryan’ın adını hiç anmıyor ve Barbie ismini tamamen kendi üzerine alıyor. Ryan’ın Barbie dünyasına fiziksel tasarımlarının ötesinde kattıkları, serpiştirdiği gizli sapkınlıklar belki de Handler’ın hatırlamak ve adını koymak istemeyeceği, önünü alamayacağı türdendi gerçekten. Barbie’nin canavarı Jack Ryan hakkında bizzat kızı Ann’in kaydettiği bir podcast de var, onun bakış açısından dinlemek bu anlatıyı muhtemelen yumuşatacaktır tabii.

Ken

Ken Carson’ın adı, Ruth Handler’ın diğer çocuğu yani Barbara’nın kardeşi Kenneth’ten geliyor. Mattel’e Barbie için bir erkek arkadaş istediklerini yazan küçük kızlara cevap olarak 1961’de bir reklam filmiyle Barbie’nin “en yakın arkadaşı” olarak tanıtıldı Ken. Üretimi aşamasında, erkek cinsel organlarının ne kadar gerçekçi yapılacağı konusunda farklı fikirler türetildi; pek çok prototip denendi, sonunda detaylandırmadan ima eden bir kalıp seçildi. Dar bir kırmızı mayo ve boynuna atılmış sarı bir havluyla plaj görünümünde ortaya çıkan Ken, sunulduğu andan itibaren fazlaca ilgi gördü. Ancak Ruth’un niyeti Barbie dünyasında başrolleri paylaştırmak değildi; onu daima bir aksesuar olarak kullanmayı tercih etti. Ken, erkek arkadaş olmasına rağmen hiçbir zaman Barbie’nin önüne geçemedi. Yine de aşırı hayranlıktan nasibini alanlardan biri o da. Öyle ki dünya üzerinde Ken’e benzemek için onlarca estetik operasyondan geçen bir kalabalık var. Bu konunun detayları için Anna Fields’ın The Human Ken Doll adlı belgeseline uğranabilir.

Nasıl biri diye sorarsanız: Spor, en büyük tutkularından biri. Yüzme, tenis, golf, kayak… Havuzda, kortta, dağda; Ken her yerde aktif. Tıpkı Barbie gibi o da kariyerinde birbirinden çok farklı yollara sapıyor. Doktorluk, itfaiyecilik, baristalık, cankurtaranlık ve pilotluk, yaptığı işlerden yalnızca birkaçı. Moda konusunda da oldukça iddialı zira Mattel, Ken’e de her parçası Barbie’ninki kadar şık olan bir gardırop tasarlamak konusunda hassas. Mattel’e göre Ken, kız çocuklarının oynarken eğleneceği tatlı küçük detaylara, aksesuarlara sahip olmalıydı; babalarınınkinden farklı, epey gösterişli bir stildi bu. Böylesi incelikli çalışmalar, geride kalan 62 yılda erkek modasında olup bitenleri Ken’in kostümleri üzerinden de takip edebilmeyi mümkün kıldı.

20. yüzyılda oyuncakları çevreleyen toplumsal cinsiyet normları öyle katıydı ki Ken, erkek çocukların ilgisini pek çekmezdi. Satışların iyice düştüğü 1990’larda Mattel, beş yaşındaki çocuklardan oluşan bir odak grup belirleyerek onlara Ken’in neye benzemesini isteyeceklerini sordu. Aldığı yanıt dikkate değer bir şey söylüyordu: Çocuklar George Michael, Prince gibi figürleri tercih etmişti; anlayacağınız Ken, bir gay ikonu olma yoluna çoktan girmişti. İlerleyen yıllarda koleksiyon parçası olarak yetişkin eşcinsellerin de ilgisini çekmeye başladı; Earring Magic Ken’i hatırlayın. 

Yetişkin koleksiyoner demişken, Ken tarihinin küpeli kahramanından sonra en çok sansasyon yaratan karakterine de kafa uzatmalı: Sugar Daddy Ken. Yetişkinlere özel bir seri için üretilmiş olsa da adı tüketiciler tarafından soru işaretleriyle karşılanan Sugar Daddy’nin (Genç kadınlarla, onları parasıyla ihya ederek ilişki kuran yaşı ilerlemiş erkekler) isim hikâyesini Mattel hiç öyle düşünmemiş meğer. Eklentisi olan beyaz köpeğin adı Sugar olduğu için karakter de otomatikman Sugar’ın babası diye anılmış; bu açıklamayı ciddiye alıp almamak size kalmış. 

Bir reklam setindeki tanışmalarının ardından uzun yıllar boyu birbirlerine yol arkadaşı olan Ken ve Barbie’nin ilişkisi ise oldukça karmaşık; 2004’teki ayrılığı kimileri Ken’in evlenmeye bir türlü yanaşmamasına, kimileri de karşılıklı olarak birbirlerinden uzak kalmak istemelerine bağlıyor. Yedi yıl sonra, Mattel bir pazarlama operasyonu yapıyor: BarbieandKen.com sitesinde “Barbie, Ken’e geri dönmeli mi?” başlıklı bir anket açıyor. Yanıt -tabii ki- evet olunca ikilinin, 2011’in 14 Şubat Sevgililer Günü’nde yeniden bir araya geldiğini ancak görünürde hâlâ evlilik ve çocuk olmadığını açıklıyor Mattel. Tüm bu hikâyede yanlış giden bir şeyler var besbelli, Ken kontrolden çıkmış gibi. Gerwig’in Barbie’sinin posterlerinden birinde Margot Robbie’nin canlandırdığı Barbie için “O, her şey.”, Ryan Gosling’in hayat vereceği Ken içinse “O sadece Ken.” yazıyor. Artık Ken’in sırası gelmiş gibi görünüyor.

Lilli

Barbie’yi yaratmak üzere Mattel’i harekete geçiren şey, şirketin kurucu ortağı Ruth Handler’ın 1956’ya rastlayan İsviçre seyahati esnasında gördüğü Bild Lilli adlı oyuncak bebekti. Ona da ilhamını, Reinhard Beuthien’in 1952’den 1961’e dek Alman tabloid Bild Zeitung için çizdiği günlük karikatür serisindeki pornografik karakter verdi. Bir falcıdan, gösterdiği uzun boylu, yakışıklı, zengin adamın adını ve adresini isteyen; sokakta iki parça mayo giymenin yasak olduğunu söyleyen bir polise “Peki sence hangi parçayı çıkarmalıyım?” diye soran; arkadaşına, çıplak bedenini gazeteyle örtüşünün sebebini “Kavga ettik ve bana verdiği tüm hediyeleri geri aldı.” diye açıklayan; zengin avcısı, küstah, ahlaksız biri olarak tasvir edildi Lilli. 

Çizgi dizinin hızla ulaştığı popülerliği kendi lehine kullanmak isteyen Greiner & Hausser’in üç yeni patent alarak 1955’te ürettiği plastik bebek ise soluk teni, at kuyruklu sarı saçları, yüksekte duran ince kaşları, yandan bakan gözleri, kırmızıya boyanmış dudakları ve tırnaklarıyla bir seks objesi kılığında pazarlandı. Forever Barbie kitabında M.G. Lord, Lilli’yi “yetişkin erkekler için şehvetli bir oyuncak, bir tür üç boyutlu poster” sözleriyle tarif etti. Hediyelik eşya satan dükkânlardan, tütüncülerden ve büfelerden alınabilen Lilli, genç erkeklerin kız arkadaşlarına hediye ettiği bir “şaka” işlevinde, savaş sonrası dönemde onlara motivasyon olması niyetiyle tasarlandı ancak sonuçta kadın düşmanlığını körükledi. 

Yıllarca, çocuklar için yetişkin formunda oyuncaklar yapmayı düşlese de memesi olan bir oyuncak bebek fikri karşısında dehşete kapılan “erkek” ekip arkadaşlarını ikna edemeyen Ruth Handler, böylesine ayrıntılı bir plastik oyuncağın kâr getirmeyeceği bahanelerine rağmen, İsviçre’deki karşılaşmanın ardından geri adım atmadı; edindiği birkaç düzine Lilli’yi Mattel’e getirerek ABD marketine uygun olacak şekilde yeniden tasarlanmasını sağladı. Büzülmüş dudaklar gevşedi, kaşlar yumuşadı, cilt parladı; detaylı bir couture gardırop eşliğinde Barbie oyuncak sahnesine teşrif etti. Ancak asıl değişim, fiziğinden ziyade kişiliğindeydi. Zira temsili, kadını aşağılayan erkek fantezisinden kız çocuklarına kendi geleceklerine dair hayal kurdurabilecek, bağımsız bir rol modele evrildi; yıl, 1959’du. 

Lilli’nin üreticisi Greiner & Hausser ile Mattel’in yıllara yayılan bir dava serüveni olduğunu es geçmemeli; 1964’te telif ve patent haklarını satın alan Mattel’in kendisini dolandırdığını iddia eden G & H, o yıldan itibaren satılan her Barbie için Mattel’den telif ücreti talep ettiği davayı 2003’te kaybetti.

Meme

Ruth Handler’ın, eşine ve Mattel’in erkek kurul üyelerine Bild Lili’den modellediği ilk prototipi gösterdiğinde tümüyle negatif bir tepkiyle karşılanmasının sebebi esas olarak oyuncağın memeleriydi. Barbie’nin oyun deneyiminin aslen moda ve kıyafetler olduğunu, bu sebeple erişkin kadın bir model gibi tasarlanması gerektiğini anlamamışlardı. Halbuki Barbie’nin ilk modeliyle tanışan kadın çalışanlar -sanırız ki standart bir kadın bedenini cinselliğine endeksli bir şekilde tanımlamaya eğilimli olmadıklarından- konseptin oyuncaklaşmasından gerilmemişti. Kıyafetlerin, üstünde bir kadının üstünde durduğu gibi durması gerektiğinden Barbie’nin vücudu salt bu durum uyarınca tasarlanmalıydı. Bild Lilli gibi erkeklerin giydirip soyması için değil, çocukların giydirip oynadığı bir moda bebeği olarak üretilmeliydi Barbie. 

Ruth Handler,  aniden azalan satış rakamlarını şirket değer kaybetmesin diye şişirdiği iddiasıyla 1973’te başlatılan soruşturmadan sonra 1975’te Mattel’in de ittirmesiyle eşi Elliot ile birlikte Mattel’i terk etti. Fakat bundan beş yıl evvel aldığı meme kanseri teşhisi nedeniyle geçirdiği mastektomiden sonra karşılaştığı vasat protezlerden ilhamla, yeni kurduğu şirketi Ruthton Corp ve yeni iş partneri Peyton Massey ile “Nearly Me” isminde gerçekçi bir meme protezi üreterek inanılmaz bir hızda vites değiştirip, piyasada saptadığı bir büyük boşluktan daha faydalandı. 

Meme konusu, Barbie’nin ürün geliştirme fazından sonra tekrar ve bu sefer objektif olarak uygunsuz biçimde gündeme geliyor: 1975’te satışa çıkan, kollarından biri kendi ekseninde döndürüldüğünde ergenlik öncesi memeden ergenlik sonrası memeye bürünme özelliğiyle anneleri resmen terörize eden Growing Up Skipper versiyonunun, Handler’ın şirket bünyesinde yer almadığı sürede tasarlanmış olması kimseyi şaşırtmayacaktır.

Ne işle meşgul?

Erkek çocuklarına sunulan geniş hayal dünyasının aksine, kız çocuklarının Barbie’ye kadar, kendilerine ev işleri ya da annecilik yaptıran oyuncaklar dışında pek bir seçeneği yoktu. Barbie, küçük kızları evin ötesindeki hayatla tanıştırdı; onlara büyüyünce evlenmek ve çocuk doğurmak zorunda olmadıklarını gösterdi. Barbie yalnız yaşayan, farklı işlerde çalışıp kendi ayakları üzerinde duran, hayalindeki evi öz emeğiyle kazanan bir yetişkin kadın olarak, ortaya çıktığı dönem için devrimci bir figürdü. 

64 yılda 200’den fazla işi kapsayan bir özgeçmiş inşa eden Barbie’nin ilk mesleği mankenlikti. Başlangıçta daha ziyade kadınlara uygun görülen; hemşire, öğretmen gibi bakım veren sorumluluğu aldığı temsilleri üretilse de kariyer hedefleri giderek genişledi. Kadınların üst düzey pozisyonlarda neredeyse hiç bulunmadığı ve erkeklere kıyasla dolar başına 59 sent kazandığı 1963’te bir şirket yöneticisi oldu mesela. Neil Armstrong’dan dört, uzaya çıkan ilk Amerikalı kadın olan Sally Ride’dan ise 18 yıl önce, 1965’te bir astronot olarak aya gitti.

1998’de kurgusal bir Dallas takımıyla WNBA’e 1 numara olarak seçildiğinde CV’sine basketbolu da ekledi ancak Barbie’nin spor serüveni beyzboldan futbola, golfe kadar çok çeşitli branşlara uzanmakta. Takvimler 2010’u gösterdiğinde, son teknoloji bir iş arzusuyla bilgisayar mühendisi olmaya karar verdi ancak onunla birlikte sunulan yardımcı kitapta, son ürüne ulaşmak için iki erkek meslektaşının yardımına ihtiyaç duyması şiddetli tepkilere sebep oldu; Mattel özür dileyerek, kitabı raflardan çekti. Barbie; cerrah, pilot, olimpik atlet, rock yıldızı, paleontolog gibi unvanlarının yanına devlet başkanı adaylığını bile ekledi.

Oscar de la Renta 

Barbie evreninde moda, Handler’ın bakış açısıyla kız çocuklarının (dolayısıyla kadınların) dış dünyada kendini istediği gibi var etmesiyle ilgili bir yere değiniyor. Nasıl giyineceğine karar verebilmek, oyun oynayarak denemeler yapabilmek, bu alanı keşfedebilmek büyürken mutlaka deneyimlenmesi gereken şeylerden birkaçı.. Bir yandan kişinin (özellikle kadınların) kendi bedeni üzerinde söz sahibi olabilmesi, seçim yapabilmesiyle de ilişkilendirilebilir kolayca. 

Taşıdığı kıyafetler üzerinden yarattığı tema ve kimliklerle giderek popülerleşen Barbie, geç olmadan moda dünyasıyla da ilişkilenmeye başlıyor dolayısıyla. Barbie’ye özel bir koleksiyon hazırlayan ilk ünlü tasarımcı 1984 yılında Oscar de la Renta oluyor. Devamında Dior, Givenchy ve Escada gibi high fashion markaları da bu akımı devam ettiriyor. 2019’da Barbie’nin 50. yaşı adına New York moda haftası kapsamında bir defile düzenleniyor. Ünlü tasarımcıların katkılarıyla Handler’ın açtığı bu özgürlük alanının giderek daha görünür, görkemli ve özenle kutlanan bir yapıya büründüğünü söylemek mümkün.  

Barbie modellerinin moda dünyasına etki edecek kadar akılda kalıcı ve dikkat çeken kıyafetlerinin tasarımcısı ise Carol Spencer. 1963’te Mattel’de işe giren Spencer, lise yıllarından itibaren kendi kıyafetlerini tasarlayan ve diken biri. Tam evlenmek ve hayatını bir doktorun eşi olarak geçirmeye başlamak üzereyken, vazgeçip moda okula giriyor. Bir süre farklı işlerde çalıştıktan sonra nihayet Mattel’le bir araya geliyor ve hayallerini kurduğu meslek hayatına adımını atıyor. Barbie’ye kıyafet tasarlamanın en önemli noktası zamanlama: Bir kıyafet podyumlarda yerini alır almaz onu yakalayabilmek ve aynı zamanda piyasada çiğnenmeden hemen önce kullanabilmek. Carol Spencer yıllarca ustalıkla yapıyor bu işi, öyle ki Yves Saint Laurent bizzat kendisine, Barbie’nin ne zaman ne giydiğini daima takipte olduğunu söylüyor.   

Pembe

Barbie dendiğinde akla ilk gelenlerden biri bu belki de – markayla özdeşleşmiş bir pembe tonu. Öyle ki “Barbie Pink”, Pantone kodu PMS 219 olan patentli bir renk. Mattel’in en başta bu rengi tercih etmesinin, dönemin toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklandığı söyleniyor. Aslında bir fashion doll olarak piyasaya sürülen Barbie’nin ilk versiyonunda pembe, öne çıkan bir faktör değil. Mattel 1970’lerde hedef kitlesini genç kızlardan kız çocuklara yöneltince bu rengi devreye sokuyor. Yıllar boyu Barbie logosunda çeşitli değişiklikler yapsa da pembeyi kalıcı tutuyor. Pembenin tonları ise başlarda daha pastelken sonraları mora çalan koyu bir hâle bürünüyor. 

Yaklaşmakta olan filmin boşluk bırakmayan pazarlama ekibi, devasa bir billboardu sadece bu ikonik renkle kaplayıp Barbie logo fontuyla kenarında vizyon tarihine küçücük bir yer vermiş, bu hareketiyle interneti kasıp kavurmuştu. Tek bir rengin akla koca bir markayı getirmesi oldukça başarılı bir pazarlama stratejisine işaret ediyor elbette. Bahsi geçen reklamda kullanılan renk, “hot pink” denilen, pembenin daha koyu bir tonu. Filmin yarattığı heyecan ve bu rengin patlamasıyla bir Barbiecore trendi de oluştu. Barbiecore, en belirleyici özelliği olan pembe etrafında şekillenmiş hiper feminen, ışıltılı ve iddialı bir moda akımı olarak özetlenebilir. 2000’lerde Britney Spears ve Paris Hilton gibi isimlerde, sonraki yıllarda da Nicki Minaj ve Ariana Grande’de örneklerini görebiliyoruz. 2022 itibarıyla filmden görsellerin yayılınca yeniden gündem olan Barbiecore’u birçok ünlü ismin üzerinde görmek, internet akımlarından takip etmek mümkün.

Roller

Barbie ve yaratıcı firması, cinsiyet rolleri ve vücut imajı konularında uzun zamandır topa tutuluyor. Hayatına 1950’lerin stereotipik evcimen kadın idealini yıkarak başlamış olmasına rağmen şimdi bakıldığında kurumsal tarihi süresince oldukça mizojen tınlayan büyük gaflarda bulundu şirket. 1993’te tüketicilik karşıtı aktivist kolektif RTMark’ın sponsor olduğu aktivist sanatçı grubu Barbie Liberation Organisation’ın “kültürel bozma müdahalesi” ya da tam ölçekli eşek şakası, markanın kız ve erkek çocuklara yönelttiği konformist dayatmalara dikkat çeken bir hamle olmuştu. Ekip marketlerden topladığı Teen Talk Barbie ve G.I. Joe oyuncaklarının ses kutularını birbirleriyle değiştirmiş, ardından da şu sahte reklamı yayına sokarak Mattel’i bütünüyle tiye almıştı. Modifiye edilmiş bebekleri aldığı marketlere geri bırakan grubun müdahalesi sonucu Barbieler “İntikam benim olacak!” şeklinde naralar atmış, G.I. Joe’larsa tüm naif coşkuları ile “Sahil yazın yeridir!” diye haykırmıştı.

Mattel’in, son birkaç yılda etrafında şekillenmiş tartışmaları kapsayıcılığını artırmak ve itibarını tümüyle yenilemek amacıyla hareket etmesini kurumsal bir fırsatçılık olarak değerlendiren eleştirmenler var. Güncellenen normlara uyum sağlamaya entegre bir şirket olması bir yana, Barbie’nin anatomik olarak tümüyle bir abartılar bütünü olan vücudunun dişi beden imgesini temsil etmesinden ziyade, aslında orantıları ve aşırı vurgulu hatları nezdinde doğrudan drag sanatıyla ilişkilendirilmesi de söz konusu. Genel estetiği kadın vücuduna dair belli karakteristiklerin -gözlerin, dudakların, memelerin, kalçaların- abartılarak betimlenerek temsil edildiği zanaatin toplumsal cinsiyeti taklit ederken, aslında bu kavramın bizatihi yapaylığını ortaya koyan icrası, bir anlamda Barbie’nin yaptığının tam aynısı. 

Biyolojileri gereği zaten cinsiyet dışı yahut üstü bir figür olduğu öne sürülebilecek Barbie ve Ken’in buna rağmen hâlâ cinsel arketiplere böylesine tabii tutulması, kendi içinde ironik bir durum sayılır. Kimi anketler sonucu Barbie’ye daha “havalı” bir erkek arkadaş tasarlamak istenerek mor renk avangart kostümü ve sol kulağındaki halka küpesi ile 1993’te sunulan Earring Magic Ken’in look’una tüm homofobikliği ile saldıran ailelerin, kazara oyuncağın kuir bir ikona dönüşmesine vesile olması bu duruma harika bir örnek. Artacak tepkilerden korkarak Mattel’in Ken’i piyasadan tez elden çekmesi, oyuncağın LGBTİ+ camiasında hepten efsaneleşmesine sebep olarak küpeli Ken’i Mattel’in ürettiği en değerli koleksiyon parçalarından biri hâline getiriyor. Buna benzer bir başka durumda ise firmanın Twitter’dan gerçekleştirdiği bir oy kampanyasıyla üretime sokulan Barbie Dreamtopia serisine mensup Merman Ken, Türkiye’den bir annenin çocukları eşcinsel bireylere çevirmeye çalıştıkları endişesi ve akabinde çıkardığı yaygara yüzünden satıştan çekilmişti yakın geçmişte.

Sheroes

2015 çıkışlı Sheroes, içinde bulunduğu sınırları aşan ve mevcut olasılıkların ötesine geçmeyi mümkün kılan kadınları onurlandıran, onlar üzerine modellenen Barbielerden oluşan bir seri. Bilim insanları, aktivistler, sporcular, sanatçılar gibi birçok farklı meslek alanı, kimlik ve kültürden çeşitli figürlere yer veren seride Türkiye’den de iki isim bulunuyor. Bunlardan ilki, dünya çapında taşıdığı rüzgâr sörfü şampiyonluğu ve gençler için açtığı rüzgâr sörfü okuluyla Çağla Kubat olmuş 2018 senesinde. Bir sonraki yıl, Barbie’nin 60. yıldönümü ve 8 Mart vesilesiyle seriye eklenen 20 kişiden biri de senarist, oyuncu ve yazar Gülse Birsel.

Zendaya da Sheroes kapsamında onurlandırılan uluslararası yıldızlardan. Kendisi için 2015’te katıldığı Oscar töreninde giydiği Vivienne Westwood imzalı elbisesi ve dreadlock saçlarıyla modellenen bebek, Zendaya’nın kızlara, kendilerine sahip çıkmaları ve seslerini yükseltmeleri için ilham olmasını kutluyor. Törendeki saçları üzerinden örtük ve ırkçı bir yorumla karşılaşan Zendaya, net ve sağlam bir açıklama yapmış, sergilediği tavırla önemli bir etki yaratmıştı.   

Tarihi isimleri onurlandıran bir başka seri olan Inspiring Women ise Frida Kahlo, Amelie Earhart ve Katherine Johnson gibilerine yer veriyor. 

Toplayıcıları

Mattel’in tahminlerine göre dünya çapında 100 binden fazla insan birer Barbie koleksiyoneri, bunların yüzde 90’ı 40 yaş ortalamasında ve kadın; yüzde 45’i bu hobi için yılda bin dolar harcama yapıyor. Aralarında Johnny Depp, Barbra Streisand, Britney Spears, Demi Moore, Paris Hilton, Emma Roberts, Alessandra Ambrosio, Heidi Klum, Courtney Love ve Trixie Mattel gibi büyük isimler de olan bu kalabalığın zirvesinde 17 bini aşkın bebeğiyle bulunan kişi, 1966’dan beri Barbie toplayarak 2011’de girdiği Guiness Rekorlar Kitabı’ndaki yerini hâlen koruyan, Düsseldorf’ta yerleşik Bettina Dorfmann. Kendini tümüyle 100 bin euro değerindeki muazzam birikimini muhafaza etmeye adayan Dorfmann, aynı zamanda kırık Barbieleri onardığı bir bebek hastanesi işletiyor. Onu ikinci sırada takip eden 44 yaşındaki Singapurlu Jian Yian’in ise 30 yılı aşkın süredir biriktirdiği Barbielerin sayısı 12 bini çoktan geçmiş vaziyette. 

Fotoğraflar: Emily Shur
Uzuvlar

Barbie’nin ayak ucunda durması Lilli’ye, onun stiletto giyen biri olmasına dayanıyor fakat aralarında bir fark var. Lilli’nin ayakları formal olarak yeterince detaylandırılmamış; ayakkabı görüntüsü ise basitçe, ayaklarını siyaha boyayarak elde edilmişti. Oysa Barbie’nin, moda sevdasını destekleyecek biçimde iyi bir gardıroba, hâliyle birden fazla ayakkabıya sahip olması, bunları giyip çıkarabilmesi gerekiyordu. Bileğinin açısı ayarlanabilir bir versiyonunun üretildiği 2015’e kadar Barbie hep ayak ucundaydı; bu tarihten sonra düz ayakkabı da giyebilmeye başladı.

Ellerinin kalıbı ise Barbie’nin ilk giysi tasarımcısı, aynı zamanda eski bir manken olan Charlotte Johnson’ın yönlendirmesine göre döküldü. Johnson ellerin, zarif bir model pozisyonunda durmasını istiyordu. Peki boynu neden bu kadar uzundu? Çünkü kumaşın kalınlığı, giysilerin çenesinin altında toplanmasına sebep oluyordu. 1960’larda yüzü daha sevimli bir görünecek şekilde düzenlendi; beli dönebilen versiyonlar üretildi, böylece model pozu verebiliyordu. Barbie’yi diğer oyuncak bebeklerden ayıran en önemli unsurlardan biri de diz eklemlerinin bükülebilmesiydi.

1971’de tanıtılan Malibu Barbie, pek çok yeniliği de beraberinde getirdi. 19. yüzyıl resim sanatında pornografi, kadın tasvirinin izleyiciden başka bir yere bakmasıyla özdeşleşmişti; Manet’nin Olympia’sına kadar. Malibu modeli de Barbie evreninde Olympia’ya benzer bir işlev gördü; geçmişte Lilli gibi yana bakarken, artık “öyle” bir vücutla izleyenin gözünün içine bakabilmesi, cinsel devrimin ta kendisiydi. 1977 çıkışlı Superstar Barbie ise ona daha büyük ve parlak bir gülümseme hediye etti. Saçlar da çok önemli tabii. Öyle ki tüm zamanların en çok satan Barbie’si, neredeyse ayaklarına kadar uzanan gür saçlarıyla Totally Hair Barbie oldu. Çocuklara 90’ların jöle modasını deneyimletecek bir jel eklentisiyle sunulmuştu.

Vampir Barbie

2013 çıkışlı Vampir Barbie, dört parçalı Haunted Beauty koleksiyonu dâhilinde tasarlanan bebeklerden ikincisi. Diğer bebekler hayalet, zombi ve esrarengiz bir malikâne sahibinden oluşuyor. Bu seriyle korku dünyasına da adım atan Barbieler yine incelikle düşünülmüş kıyafet detayları, gotik özellikleri ve makyajlarıyla etkileyici karakterlere evriliyor. Vampir Barbie’nin pazarlaması vampir olmasından çok taşıdığı estetik özellikler ve kıyafet / eşyaların çekiciliği üzerinden yapılmış olsa gerek. “Kuzgun rengi saçları, soluk teni, kızıl dudakları ve narin, beyaz vampir dişleri sizi düpedüz büyüleyecek.” gibi bir tanıtım metni var. Hayalet Barbie de benzer şekilde korkunçluğunun yanında büyüleyici güzelliğine, hatta korkutucu bir güzelliğe sahip olmasına yönelik bir vurgu taşıyor. 

Korkutucu güzellik demişken bir de “Scary Barbie”den bahsetmek gerek. Gökbilimciler, bir kara deliğin yıldızı yutmasıyla meydana gelen, şimdiye kadar kaydedilmiş en güçlü kozmik olaylardan biri olan bu fenomene “Scary Barbie” adını veriyor. Aslen ZTF20abrbeie kod adını almış ve harflerin Barbie kelimesine benzerlik taşıması da buna bir sebep tabii. Ancak sahip olduğu “dehşet verici güç” itibarıyla da bu ismi aldığı söyleniyor. Daha önce eşi benzeri görülmemiş, müthiş bir aydınlık saçan bu korkutucu olayın Barbie adıyla anılması epey enteresan. Güzelliğinin dehşet verici yanıyla öne çıkarılan Haunted Beauty serisi de böyle bir tonlama taşıyor sanki, bir yandan bu dinamik Barbie’nin taşıdığı etki ve gücün dünyada nasıl bir algı yarattığına dair bir ipucu gibi. 

Yaratıcısı

Ruth Handler. En az Barbie kadar karizmatik ve tartışmalı bir figür olduğu söylenebilecek, erişkin kadın oyuncak fikrini yarı erotik şakalara malzeme bir figürden evrensel bir rol modele çevirmiş girişimci, mucit ve pazarlama dehası. Kadın iş gücünün “iş” ortamında belirli pozisyonlarda var olabilse dahi kolay kolay barınamadığı dönemlerde dünyanın en büyük oyuncak firmalarından birini kurmakta elzem önemi olup, birlikte çalıştığı onlarca erkeği bilinçsel, kurumsal ve yaratıcı bağlamda yola getirdi. Barbie’nin vücut imajı ve bazen yineleyebildiği cinsiyet stereotipleri üzerindeki etkisi konusunda endişelerini paylaşan feminist gruplarla karşılaştığında kendi yaratımını savunmak ve değişen toplumsal talepleri karşılamak arasında mekik dokudu hep. Bir yanda Barbie’nin bağımsızlığını, temsil ettiği ideali savunurken, diğer yanda karşılaştığı eleştirilere “Benim niyetim hiçbir zaman dünyayı değiştirmek olmadı.”  gibi bir cevap verdiği ölçüde çelişkili olabilen, genel anlamda karmaşık biriydi. 

Robin Gerber’in Barbie and Ruth: The Story of The World’s Most Famous Doll and The Woman Who Created Her (2010) adlı biyografisinde aktardığına göre kumpasın asıl mimarı, şirketin o zamanki başkan vekili Seymour Rosenberg olsa bile, 1978’de sahtekârlık ve yanlış beyan suçlarından hüküm giyerek para ve kamu hizmeti cezasına çarptırıldı. Mattel’in 80’li yıllarda CEO’luğuna gelen Jill Barad tarafından 1994’te şirkete geri davet edildi. Bu gelişmeden sonraki zamanda az çok sütliman bir iş hayatı sürdüren Handler, 2002’de kolon kanserinden vefat etti.

Zaman

Greta Gerwig’in Barbie’sinin ilk fragmanında da Margot Robbie’nin üzerinde gördüğümüz ikonikleşmiş siyah beyaz mayosuyla, 3 dolar değerinde bir oyun arkadaşı olarak dünyaya merhaba diyen Barbie, geçen zaman boyunca büyüdükçe büyüdü. Geride kalan 64 senede itibarı farklı sebeplerden birçok defa sarsıldı ama asla yok olmadı; yanına pek kimseler yaklaşamadı. Bir istisna hariç. Çıkışı 2001’e tarihlenen Bratz, Mattel için ciddi bir tehdit yarattı. 

Barbie’yi ebeveynler gibi çokbilmiş buluyor; onu küçük kızlara layık görerek aşağılıyor, kendini ise büyük kızlara yakıştırıyordu Bratz. Satış rakamları oldukça iyiydi, işleri iyice kızıştırdı. Mattel, ticari çabaları sonuçsuz kalınca çareyi hukuka sığınmakta buldu. Tasarımcı Carter Bryant’ın, Bratz’in içeriğini MGA’ya lisansladığında bir Mattel çalışanı olması dolayısıyla Bratz üzerinde hak sahipliği iddia eden Mattel’in açtığı dava, uzun ve yorucu bir sürecin ardından MGA lehine sonuçlandı. Ancak rekabete dayanamayan Bratz, 2016’da üretimini durdurdu.

Barbie’nin marifeti, insanların içindeki oyun hevesi ve sınırsız hayal gücünü daima canlı tutabilmesi. Çocuklara “İstediğin her şey olabilirsin.” mesajı, onunla büyüyen şimdinin yetişkinlerine ise nostaljiyi sürekli kılma şansı vermesiydi. On yıllar boyunca yaşadığı tüm gelgitlere rağmen bugün hâlâ ayakta kalabilmesinin yegâne sebebi, adaptasyon kabiliyeti. Dönemsel ilgilerin, ideolojik dönüşümlerin söylediklerine kulak veren Mattel, bünyesinde hem teknolojik hem de politik reformları destekleyerek sürekli kabuk değiştiriyor. Samimiyeti epey tartışmalı olsa da kapsayıcılık konusunda çokça yol kat etti. 

Barbie’nin farklı bedenlere, kimliklere, özelliklere sahip tüm çocuklara hitap etmek üzere kendini yeniden icat etmekten çekinmemesi önemli. Uzun, ince, sarışın görüntüsünün ötesine geçti; yapıp ettikleri ve olduğu kişiyle biçiliyor onun değeri. Ancak bu; hiper feminen imajı, pembe gardırobu ve lüks yaşantısıyla çelişmemeli. Tam tersine, kadınlara dayatılan çapı daraltılmış rollerin, görünüşe bağlı önyargıların artık geride kaldığına ikna etmeli.