Aklımdakiler: Cem Yiğit Üzümoğlu

Hazırlayan: Cem Kayıran

Cem Yiğit Üzümoğlu için fotoğraf çekme hikâyesi, dededen kalma bir makine ile başlamış; kendi tabiriyle “ısrarcılığıyla” şekillenmiş. Farklı şehirlerin sokaklarından, yaşanmışlıklarından, yalnızlıklarından siyah beyaz hikâyeler anlattığı ilk fotoğraf sergisi Loners in Wilderness, 25 Mart’ta Bant Mag. Havuz / Bina’da ziyarete açıldı. Sergiyi görmek için son günler, edisyon baskılar ve sergi kitabı ise Shopier’de satışta.

Farklı disiplinlerde üreten dostlarından gelen soruları, Aklımdakiler köşemiz için yanıtladı Cem Yiğit Üzümoğlu. Kamera takımına, fotoğraflarıyla hangi hisleri yansıtmak istediğine, bu disiplin ve oyunculuğun hem benzeştiği hem ayrıldığı nüanslara, kurduğu hayallere Üzümoğlu’nun içten yanıtlarıyla kafa uzatıyoruz. 

Ηλιoς (Güneş)
Cem Yiğit Üzümoğlu
Emre Şahin soruyor

Tek taraflı kreatif olmak ile çok yönlü kreatif olmak arasında bence çok büyük fark var. Seni de çoğu insan bir oyuncu olarak tanıyor ama aslında çok yönlü bir kreatifsin. Oyuncu olarak insanların önünde (sahnede, ekranda vs) kendini vererek bir karakter yaratmak ile fotoğrafçılık arasında süreç ve sonuç aşamalarındaki farklar nedir? His, haz vs olarak. Ve de sence hangisi daha zor? Oyunculuk daha akıcı ve enerji alışverişi ama fotoğraf daha kalıcı ve her şeyini ortaya serildiği bir format. Hangisi kendinden daha çok şey vermeni gerektiriyor?

Normalde oyunculuk diye cevaplardım kendinden daha çok şey vermemi gerektiren şeye ama son zamanlarda iyice fikrim değişti. Fotoğrafın tehlikeli bir tarafı var ki bu oyunculukla kıyaslanamayacak kadar fazla olabilir. Örneğin savaş fotoğrafçılığı. Bir insan bir fotoğraf çekmek için ne kadar ileri gidebilir? Bir insan oynamak için ne kadar ileri gidebilir? Sanırım olağan tehlikeleri göz önünde bulunduracak olursak, bir oyuncu kendini uçaklardan atmıyor, ölümüne sebep olacak kadar bağımlı olmuyorsa fotoğrafçılık daha tehlikeli olabilir. En basiti, Tophane’de fotoğraf çekmeyi ben çok tehlikeli buluyorum. Üç yıl yaşadım, kaç kere dayak yeme tehlikesi atlattım…

Evet fotoğraf kalıcı oysa aktörlük bir var bir yok. Fakat her ikisinin de gören kişiye çok etki edebileceğini düşünüyorum. Oyunculuğun ve fotoğrafın kendine baktıran, düşündüren, güldüren, üzen bir tarafı var. Belli hislere batıyor. Gören kişi oyunculukta seni bir eserle görüyor ama fotoğrafta senin neyi gördüğünü görüyor. Yani özdeşlik kurduğu şey her ne kadar sana yakın olsa da senden uzaklaşıyor. Ama oyunculukta direkt sen ve o varsınız. O yüzden de bir o kadar katmerli. Yine de ne yaparsan yap o akşam kötü oynuyorsan sadece birazcık kötü oynuyorsundur ama fotoğrafta eğer bir ânı kaçırdıysan o zaman dünyanın en önemli fotoğraflarından birini kaçırmış olabilirsin. O yüzden hazzı farklı zamanlarda farklı şekilde duyumsuyor insan. Fotoğraf bütün dünyayla aynı dili konuşur, oyunculukta ise dil o kadar evrensel olmayabilir. 

Görkem Yeltan soruyor

En çok hangi fotoğrafçılarla ilgilendiğini, ufkunu kimlerin açtığını merak ederek gezdim sergini, çünkü Loners in Wilderness izleyicisinde hikâyeyi bütünlerken serginin içine dalanlara etkileyici de bir tarz sunuyor. Neden bu tarzı tercih ettin ve zamanda yolculuk şansın olsaydı analog çeken hangi fotoğrafçılarla bir arada olup sohbet etmek, kimlerle banyodan çıkardıklarını ilk olarak paylaşmak hatta belki aynı yerlerde sergiler açmak isterdin?

Koudelka, Larrain, Salgado, Barbey, Ekonomopoulos ve Smith beni en çok etkileyen fotoğrafçılar arasında geliyor. Ne mutlu ki Nikos Ekonomopoulos’la iki üç yılı bulan bir dostluğumuz oldu. Bana çok yol gösterdi ve yoldan çevirdi. Herhalde pek çok insanın arzu ettiği bir dostluğu, usta çırak ilişkisini yaşıyorum onunla. Çünkü onu öyle görüyorum ve hâlâ öğrenecek çok şeyimin olduğunu düşünüyorum ondan. İlk defa Yunanistan’da tanışma fırsatı yakaladık. Okuduğum bir kitapta geçiyordu adı, ulaşmaya çalıştım ve cevap verecek kadar nazikti. Yukarıda adı geçen insanların her biriyle konuşmayı, onları dinlemeyi ve öğrenmeyi çok isterdim ama bir isim var ki yukarıda anmadığım; ondan bir fotoğrafçının ne kadar ileri gidebileceğini dinlemek, yazdığı anıları dışında tutkusunu görmek ve ölmeden önce nasıl fotoğraf çektiğini görmek isterdim. Robert Capa.

Balıkçı
Cem Yiğit Üzümoğlu
Nihai Son
Cem Yiğit Üzümoğlu
Sadi Güran soruyor

Hem sahnede hem sinemada hem de fotoğraf makinenle farklı hikâyeler anlatmayı seviyorsun belli ki. Kendin yazmadığın ya da kurgulamadığında, aslında başkalarının hikâyelerine tanıklık ediyoruz senin gözünden ve sözünden. Beni Bu Şarkılar Mahvetti etkinliğimizden karşılıklı sohbetimizde seçtiğin şarkıların arasında aslında kendi hikâyelerini uzun uzun, ne kadar içten anlattığına da şahit olmuştum. Hangi disiplinde, formatta olursa olsun yazdığın hikâyeleri anlatma hayalin de var mı? Hele ki hem oyunculuğu hem ışık ve kadrajı bu kadar deneyimlemiş biri olarak belki de ileride bunları birleştirmek? Soru mu istek mi, bilemedim ama merak ediyorum.

Deneyebildiğim, kendimi ifade edebildiğim her alanda yazmayı, yönetmeyi, çekmeyi ve oynamayı istiyorum. Çok fazla hayalim ve yapmak istediğim şey var. Yavaş yavaş da üzerine oldukça mesai harcadığım farklı disiplinlerde üretim yapmaya başlıyorum. Fotoğraf bunlardan ilki. Edebiyat, tiyatro, sinema ve yönetmenlik de umarım bunu takip edecek. Heyecanım çok.

Sezin Akbaşoğulları soruyor

Öncelikle tebrikler! Uzun süredir fotoğraf çektiğini biliyorum sonunda iş sergilemelere kadar geldi, gurur duydum! Benim merak ettiğim şey şu ki nasıl oluyor da sen bu genç yaşına rağmen analog film çekmek, film yıkamak, plak dinlemek gibi eski dünya âdetlerine meraklısın? Nerden geliyor bu merak ve ilginin kökeni?

Teşekkür ederim annem. Vallahi insanların bildiklerinin aksine gitmek gibi bir huyum vardır çocukluğumdan beri. Belki hâlâ çocuk olduğumdan böyle aksiyim. Bir de bu dünyanın nimetlerinden zevk almıyorum. Nerede uğraş, zorluk, daha çok zaman ve emek harcanan bir şey var; ben orada olmak istiyorum. Sevmiyorum günümüz düşüncesiz fütüristlerinin hızını. Ben aksi yönde yavaş yavaş gitmek istiyorum. Çok da geri kaldığımı düşünmüyorum. Çok ileri olduğum da söylenemez. Ama kimseyle yarışmıyorum. Ben zevk almaya çalışıyorum. Eski dünya âdetleri bana zevk veriyor. Antik bir şehre gidip hayal kurmak gibi, bu dünyadan uzaklaşmak. Her şeyden çok sanatla fiziksel olarak temas etmeyi seviyorum. 

Adanmışlık
Cem Yiğit Üzümoğlu
Aylin Güngör soruyor

Kendini en güvende hissettiğin ekipmanın nedir? 
Kamera koleksiyonun var mı ya da buna eğilimin var mı? Mesela benim kameralarımın isimleri, karakterleri var. Hatta aralarına yeni bir tane eklendiğinde de mutlaka bir tanesinin kendisini yere atmak gibi sert tepkisi olur, kıskançlıktan… 
Kameralar, filmler ve hikâyelerini merak ediyorum, varsa…

Sanırım bu zamana kadar denediğim bütün kameralar içerisinde Leica M6 ve 50mm Summicron benim ekipmanım. Ne dijital, ne 35mm, ne geniş açılar, ne tele, ne point and shoot. Hiçbiri bana bu kadar kullanım rahatlığı, zevk, hız, şiirsellik ve kalite vermedi. Koleksiyon sayılmayacak kadar küçük bir kamera takımım var. Bir iki özel kameram da var. Mesela oksijen kartuşuyla çalışan Amerikan yapımı bir kamera, çok nadir 1939 yılından kalma 127 mm film çeken Baby Rolleiflex ve tanrı Rolleiflex 2.8F Schneider – Kreuznach, Widelux falan filan. Çok da reklam yapmamak lazım. İnsan kerameti makinede arıyor ama değil gerçekten. Tabii kaliteli makine ve lens önemli şeyler ama analog fotoğrafta öncelik filmdir. Sonra lensi ve makinesi gelir. 

Makinelerimin bir hikâyesi yok aslında. Benimkilerin isimleri de yok. Çizilmesinden de korkmam. Taşırken imtina etmem. Çok da umurum değil yani. Benimle beraber paralansınlar.

Baran Bölükbaşı soruyor

Son 24 filmin var. 
Bize bu 24 filmi nasıl anlatırdın?
Veya ne anlatırdın?
Aklına ilk nasıl bir baslangıç gelirdi? 
Ve bu temayı bir müzik ile taçlandıracaksın.. 
Bize neleri çekip ne dinletirdin?

24 film, kendim sardığımı düşünürsem yaklaşık 50 pozdan, 1200 poz eder. Ben şu ana kadar 3000 poz çekmişim. Eh, gitgide az çektiğimi düşünürsek, önümüzdeki 5 yılda ancak çekerim bu 24 filmi. Şimdi, bugünden geçmişe baktığımda -5 yıl önceki geçmişe- ne yaptığımı ne yapacağımı bilmiyordum. Hoş, şimdi de biliyor değilim ama çekecek olsam; bugün gibi kirli, düzensiz, gönülden, ezileni, hor görüleni, ölümü, dostluğu yani insanın baki trajedisini çekmek isterdim. Bunu da Radiohead’in ölümsüz sözleriyle “Çok da büyük fikirlere kapılma, hiçbir tanesi olmayacak” ile taçlandırmak isterdim. Don’t get any big ideas Baran, they are not gonna happen. 

Bir İstanbul Köşesi
Cem Yiğit Üzümoğlu
Les Amants (Aşıklar)
Cem Yiğit Üzümoğlu
Ömer Babadağ soruyor

Fotoğraf tarihindeki hangi ikonik üç kareyi orada olup sen çekmiş olmayı isterdin ve neden?

Birincisi bilinen ilk fotoğraf olan 1826 tarihli Pencereden La Gras’a Bakış olurdu. Dünyanın ilk fotoğrafını çeken kişi neden olmak istemeyeyim ki! Fotoğrafı başlatan kişi. Peh. Pek havalı. 

İkincisi Capa’nın Omaha Sahili’ndeki Amerikan birliklerinin çıkartma yaptığı D-Day’de cesetlerin arasında karaya çıkmaya çalışan Amerikan askerini çektiği fotoğraf. O fotoğrafı çekip de hayatta kalabilmek, etrafında olup biten her şeye rağmen o vahşetin içine atlayacak kadar deli olmak, çektiğin fotoğraflarının pek çoğunun banyo yapan kişi tarafından yanlışlıkla kurutucuda fazla kaldığı için yanıp gitmesi ve buna rağmen azimle fotoğraf çekmeye devam etmek. Bütün bu vahşete rağmen devam etmek. Sırf bunun için.

Son olarak fotoğraf tarihinde ikonik bir yeri yoktur belki ama Niko’un 1990’da Yozgat’taki Kelebek fotoğrafı. Şimdi sen, ben biliyoruz Yozgat’ı. Ben gittim kaç kere. 90 yılları, miting, yüzlerce erkek ve bir kelebek gelip bir adamın omzuna konuyor. Bir fotoğraf “Her şeye rağmen” dediği için ve bugün benim içimde kalan küçücük umudu temsil ettiği için. 

J. Hakan Dedeoğlu soruyor

Sokakta yabancısı olduğun, tanımadığın insanların portrelerini de çekiyorsun. Fotoğraflarında cesaret, girişkenlik isteyen bir taraf var. Öte yandan asıl mesleğin oyunculuk. Oyunculuğunun getirdiği bir katkı var mı fotoğrafçılığına? İkisi arasında senin görebildiğin bağlar var mı?

Sanırım oyuncu olmamın hiçbir katkısı yok Hakan. Düşünüyorum da aklıma bir bağlantı gelmiyor. Hiçbir faydasını görmedim çünkü. Oyuncu olduğum için belki normalde giremeyeceğim yerlere girmiş olabilirim -Limak Holding’in DSİ ile yaptığı Artvin Baraj inşaatı gibi- ama onun dışında hiç faydası olmadı. Elbet okuduklarım, seyrettiklerim, baktıklarımın bir etkisi var ama iyi oyuncu iyi görür, kötü oyuncu kötü fotoğraf çeker diye bir şey yok herhalde. 

Ayrılık
Cem Yiğit Üzümoğlu