“Anadolu Turnesi” yönetmenleri ile zamanın ruhunu yakalamak üzerine

Geçtiğimiz sene vizyon şansı bulan, Deniz Tortum ve Can Eskinazi imzalı belgesel Anadolu Turnesi, bir süredir MUBI Türkiye üzerinden seyirciyle buluşmakta. Bizleri şimdilerde çok uzak görünen, yakın bir geçmişe götüren çalışma; İstanbul’daki bir müzik stüdyosundan yola çıkıp psikedelik müziklerini Anadolu şehirlerindeki insanlarla buluşturan Venus Music Peace Band’i merkeze alıyor. Anadolu Turnesi’nin ortaya çıkış motivasyonundan, zamanın ruhunu yakalama çabaları ve ilham aldıkları filmlere; yönetmenler Tortum ve Eskinazi’ye sorularımızı yanıtladı.

Röportaj: Merdan Çaba Geçer

Filmin henüz başlarında Venus Music Peace Band’in neden böyle bir turneye giriştiği, kararın arkasında yatan sebepler anlaşılabiliyor. Peki Anadolu Turnesi’nin ortaya çıkmasını sağlayan motivasyonlar neler oldu? Kişisel tarihlerinizde nereye oturuyordu?

Deniz Tortum: Venus Music Peace Band üyeleri benim arkadaşlarımdı. Kendilerine bir minibüs almışlar ve Türkiye’de farklı şehirlere gidip konserler verme fikrini akıllarından geçiriyorlardı. Bunu neden bir film eşliğinde yapmayalım dedik ve böylece birbirimizi heveslendirdik. Fakat çok planlı olmayan bir şekilde, bunun da farkında olarak kendimizi yollara attık. 

Ne nerelere gideceğimizi, ne Venus Music Peace Band’in nerelerde çalacağını, ne de insanların nasıl tepkiler vereceğini biliyorduk. Tek bildiğimiz şey ilk gideceğimiz şehrin Eskişehir olduğuydu. Oradan sonra da T3 minibüsümüzle aklımıza esen yerlere gidip, bir yolunu bulup konserler vermek vardı aklımızda. Afyon’da dere kenarında bir nargile kafede, Amasya’da belediyenin bize tahsis ettiği bir sahnede, Kayseri’de mesire alanı yanında bir tepede, önceden tahmin edemeyeceğimiz yerlerde saykedelik rock konserleri düzenledik. Yola çıkarken aklımızdan geçen şey, “adımımızı atalım, sonrası gelir”di. Bilinçli bir cahil cesareti, kendi seçtiğimiz bir naiflikle yola çıktık. 

Güzel bir yolculuktu fakat kolay da değildi. İki kişi bile bir aylık yolculuğa çıkmak zor bir şey, biz yedi kişi çıkmıştık. Üstelik belirgin bir amacı ya da sonu olmayan, yol sırasında şekillenen bir yolculuk. Bunca bilinmezlikle yedi kişinin birden mücadele etmesi zor bir şey. Belki bu kadar büyük bir ekip olmasaydık yoldan daha erken dönerdik fakat herkesin birbirine karşı sorumlu olduğu bir yapı kurduğumuz için sonuna kadar yol aldık. 

Can Eskinazi: Ben filme turne bittikten sonra dâhil oldum. Deniz’le yakın arkadaş olduğumuz için film hakkında bilgi sahibiydim, hatta filmin başındaki yola çıkış partisinde ben de oradaydım. Deniz’in nasıl bir malzeme ile döneceğini kestiremiyordum ve açıkçası da biraz şüpheliydim, bunun kötü bir fikir olduğunu düşünüyordum! Turneden bir sene sonra Deniz beraber çalışmayı teklif ettiğinde kabul ettim ve malzemeyi görünce de ne kadar yanıldığımı anladım. Daha doğrusu, Deniz’in çektiği malzeme ile çalıştıkça, gruba ve bu projeye dair önyargılarım eriyip gitti. 

Ham malzemeyi ilk defa izlerken, çok daha uzun bir film hayal ettiğim anlar oluyordu. Belki 3, belki 4 saatlik, grubun konserleri ve maceralarının yanında gündelik hallerini çok daha detaylı bir şekilde izlediğimiz, önemsiz görünen sıradan anlarda, bir yere varmayan geyik muhabbetlerinde vs. uzun uzun vakit geçirdiğimiz bir film. Hayatın kendisi gibi yer yer (ya da bazen aynı anda) hızlanan, duran, sıkan, büyüleyen; farklı ritimleri olan; epik bir film. Gerçi eldeki malzemenin hayalini kurduğumuz bu filme yetmeyeceğinin başından beri farkındaydık ama gene de paralel bir evrende Anadolu Turnesi’nin böyle bir versiyonu olmuş olabileceği fikri hoşuma gidiyor.

“Film benim için bir oyun olarak başlıyor; oynandıkça ciddiye biniyor, gerçek yerlere ve yaralara temas etmeye başlıyor ve sonunda artık oyun mu değil mi belli olmayan bir yerde bitiyor.” -Can Eskinazi

Beyoğlu’nda psikedelik rock çalan bir grup gençle onların müziğiyle bağ kurmakta zorlanan Anadolu‘nun buluşması, doğal olarak bolca kültürel ve sosyolojik gözlem barındırmakta. Sizin en çok dikkatinizi çekenler neydi?

D.T.: Bu turne bir deney aslında. Böyle bir turne yaparsak nasıl sonuçlar alırız? Bu karşılaşmalardan ortaya nasıl durumlar çıkar, bu durumlarda nelere tanıklık edebiliriz, bize kendimiz hakkında, ülke hakkında neler söyleyebilir? Anadolu Turnesi bir açıdan da bu deneyden topladığımız gözlemlerin bir bütünü. 

Can’la filmi kurgularken turneyi tekrar tekrar yaşadık. Bu sebeple de benim turneye dair hatıralarım karışmış durumda. Neleri biz yoldayken düşündüm, neleri filmi kurgularken hissettim ayırt edemiyorum. Yaklaşık 60 saatlik görüntüyle döndük, en çok dikkatimizi çekenler de filmdeki gözlemler oldu. 

C.E.: Biz sosyolog değiliz tabii ki, bir sosyal bilimler ya da kültürel çalışmalar perspektifinden bakıp genel geçer bazı sonuçlara varmak hem haddimizin, hem yeterliliğimizin hem de ilgimizin dışında. Bizim yaptığımız şey somut örneklerin, tekil durumların bir portresini çizip, bunların bizde uyandırdığı duyguyu ortaya koyup yolumuza devam etmek. Filmdeki her karşılaşmayı, her olayı böyle değerlendirmeye çalıştık, gözlemlerimizi genelleştirmekten özellikle kaçındık. Deniz’in de dediği gibi, en çok dikkatimizi çeken şeyler, filme koymayı seçtiğimiz şeyler.

Belgeseldeki iki tarafın da iyi niyetli bir çabası var, ama hedefe pek ulaşamıyor sanki. Grubun kitlelere ulaşma arzusuna rağmen kendi müzik anlayışından vazgeçmediğine, temas ettiği insanların ise daha geleneksel bir müzik talep ettiğine şahit oluyoruz. Bu çatışmayı nasıl yorumluyorsunuz siz? 

C.E.: Bu konuda net bir cevabım yok, çünkü benim de kafam karışık. Filmi kurgularken de bu çatışmanın bir ucundan öbür ucuna sürekli savrulduk ve bu savrulma halini filmin bir parçası yapmak istedik. “Yahu birdenbire belirip insanların kafasını şey etmeye ne gerek vardı” deyip müzikten rahatsız olanlara hak verirken, aynı anda “bildiğimiz şeyleri çalsalar biraz” diyen insanlara  “azcık değişik bişi dinleyin ölmezsiniz” de diyordum. 

Hedef konusunda şunu söyleyebilirim: Belgeselin başında öyle bir hedef ortaya koyuluyor ama ben bu hedefi hep kartondan bir hedef olarak gördüm. Seyirci bu hedefi çok ciddiye almasın ama bir oyun oynarken nasıl yapmacık bazı kuralları önden kabul ediyorsa, bu “hedef”i de öyle kabul etsin istedim. Film benim için bir oyun olarak başlıyor; oynandıkça ciddiye biniyor, gerçek yerlere ve yaralara temas etmeye başlıyor ve sonunda artık oyun mu değil mi belli olmayan bir yerde bitiyor.  

D.T.: Bana da bu çatışma karşılıklı bir inatlaşma gibi geliyor. Birbirinin ayağına basmadan aynı alanı paylaşmak, fakat diken üstünde olmak. Turneye çıkarken acaba bazı yerlerden kovulur muyuz, polis çağrılır mı, ya da tam tersi, bizi çok sahiplenen olur mu diye merak ediyorduk. Fakat bu uç tepkilerden ziyade daha muğlak ve belki çözmesi daha zor tepkilerle karşılaştık. Bu muğlaklık da filmin ruhunu oluşturan şeylerden biri oldu. 

“Anadolu Turnesi’ni yaparken geleceğe bir arşiv bırakma fikrimiz vardı. Sadece bugün nasıl izlenir diye değil, bundan otuz yıl sonra nasıl izlenir diye de düşünüyorduk.” -Deniz Tortum

Gezi Direnişi’nden bir sene sonra, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde geçiyor belgesel. Üyelerin kendi aralarında yaptığı sohbetlerden yollarda deneyimlediklerine kadar birçok noktada dönemin siyasi atmosferi fazlasıyla hissediliyor. Bu bilinçli bir tercih miydi? Filme 2020 Türkiye’sinden bakınca siz neler hissediyorsunuz?

C.E.: Deniz başından beri bu filmin tarihi bir belge olmasını, spesifik bir zamanın ruhunu yakalamaya çalışmasını istiyordu. Bu benim için de çok önemliydi. Bu, bilinçli bir tercih olmanın ötesinde, filmin var olma sebeplerinden belki de en önemlisi. Deniz filmi çekerken ve sonra biz birlikte filmi kurgularken bu filmin 5-10-20-30 vb. sene sonra izlendiğinde de “aa o dönem böyleydi/böyleymiş, insanlar böyle/bunları konuşuyordu/konuşuyormuş vs.” denmesini istiyorduk. Onun için mesela klasik kurgu mantığında filmin akışını aksattığından kısaltılacak ya da komple çıkarılacak bazı sahneleri oldukları gibi bıraktık. Kısacası, evladiyelik bir film yapmak istedik.

Filmi bırakın 2020’de izlemeyi, 2016’da, 2017’de kurgularken bile çok uzak geliyordu. Öylesine çabuk değişen bir zamanda ve ülkede yaşıyoruz. Siyasi atmosfer olarak da filmin geçtiği zamanda Cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş’ın şu an hapiste olması, diğer adaylardan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da tamamen siyaset sahnesinden çekilmiş olması tabii ki ilk bakışta en çarpıcı olgular.

Hem bir müzik belgeseli, hem de psikedelik bir yol filmi olarak tarif edilebilir Anadolu Turnesi. Projenin hissiyatını önceden belirlemek adına referans aldığınız, kurmaca ya da belgesel yapımlar oldu mu?

D.T.: Anadolu Turnesi’ni çekmeden önce İtalyan belgeselci Alberto Grifi’nin 70’lerde çektiği filmleri izlemiştim: Anna, Lia, Parco Lambro Juvenile Proletariat Festival… Çok bulanık resimler üreten ev yapımı bir video kamerayla çekilmiş filmlerdi. Çoğu sahne hâlâ aklımda: kafede güncel politika konuşan bir grup, bir yerel yönetim toplantısı, bir müzik festivali… Böyle söyleyince bu sahneler kulağa çok sıradan geliyor ama hepsinin büyülü bir tarafı vardı. 1970’lere ait bu anları, izleyiciye alan bırakan ve birebir izleyicinin yaşamasına ve gözlemlemesine olanak veren bir şekilde sunuyordu. Hiçbir şeyi idealize etmiyordu; sakarlıkları, hantallıkları saklamıyordu. Geçmişi bu şekilde hiç izlememiş olduğumu fark etmiştim. Olağanlığı korumaya çalışan gözlemci bir film yapma fikri böyle oluştu. 

Bunun dışında A Hard Day’s Night, Leningrad Cowboys, Meeting People is Easy gibi müzik filmlerine, Barış Manço’nun Dere Tepe Türkiye’si gibi daha konvansiyonel gezi belgesellerine bakmıştık. Kimi sahneleri kurmakta yardımcı olmuş olsa da filmin hissiyatı 60’lı ve 70’li yılların gözlemci belgesellerine daha yakın.  

C.E.: Benim de aklımda hep Pennabaker’ın Bob Dylan’ı bir turne boyunca takip ettiği Don’t Look Back filmi vardı. Ayrıca, filme başlamadan hemen önce, çalışmadığım ve kendimi boşlukta hissettiğim bir dönem olmuştu. O dönemde birkaç ay boyunca kapanıp James Joyce’un Ulysses’ini okumuştum. Filmin üzerinde çalışmaya başlayınca Joyce’un gündelik hayatın ritimlerine, detaylarına, konuşma şekillerine vb. verdiği önemin filmin kurgusuna yaklaşımımı etkilediğini hissettim. 

Film çeşitli kültürel, siyasi ve sosyolojik detaylarla, çekildiği dönem için âdeta belge niteliğinde; ancak siyah beyaz olması da zamansızlık hissi yaratıyor bir yandan. Bu tercihin sebebini açabilir misiniz? 

D.T.: Anadolu Turnesi’ni yaparken geleceğe bir arşiv bırakma fikrimiz vardı. Sadece bugün nasıl izlenir diye değil, bundan otuz yıl sonra nasıl izlenir diye de düşünüyorduk. Siyah beyaz olmasının sebebi de böyle bir zamansızlık yaratmasını istediğimizden ötürü. Belki bizim şu an değerli bulmayacağımız ama gelecekten bakan bir göz için büyülü olabilecek şeyleri tahmin etmeye ve onları filmde tutmaya çabaladık. 

Bu deneyimden yıllar sonra; Venus Music Peace Band bir Anadolu turnesi daha düzenlemeyi düşünse çok ilginç olabilirdi. Sizler de filmin devamı niteliğinde bir projede yer almayı düşünür müydünüz? Anadolu Turnesi bugün çekilse, sizin için neler değişirdi?

D.T.: İlginç olur gerçekten. Bu turneye çıktığımızda 25 yaşındaydım. Plansızlığı kucaklamak daha kolaydı. Bir daha çıksak herhalde çok daha sıkı planlamak isterdim. 

C.E.: Bu filmin bir devamı olsa bence bir turne daha değil, aynı filmin kurmaca versiyonu olabilir. En azından beni daha çok heyecanlandırırdı. 

Kişisel çalışmalarınızın yanı sıra yeniden birlikte bir iş üretme planınız ya da arzunuz var mı?

C.E.: Bana kalsa ömrümün sonuna kadar Deniz’le film yaparım ama maalesef Deniz sanat hayatında tekeşliliğe inanmıyor!

D.T.: Elbet bir gün buluşacağız!