Arşivden: Algıyı değiştirmek – Föllakzoid

Şilili psikedelik rock grubu Föllakzoid, Sacred Bones etiketiyle çıkan yeni albüm I sonrasında çıktığı uzun soluklu turne kapsamında 18 Ekim’de Salon’a uğruyor. Gitarist Domingo García-Huidobro’yla soyut ve zamansız müzikleri üzerine 2015’te yaptığımız röportajı hatırlamanın tam zamanı.

Röportaj: Cem Kayıran – İllüstrasyon: Vardal Caniş Su
Bu röportaj Aralık 2015 tarihli Bant Mag. No:45’te yayımlanmıştır.

2000’lerle birlikte birçok örneğini gördüğümüz, 70’lerin krautrock, psikedelik rock gibi akımlarından etkilenmiş gruplar, çoğu zaman basit bir kopya müziği yapmanın ötesine geçemiyor. Yaptığı müziğe bir karakter eklemeyi başarmış olanlarıysa, elekten geçip etkileyici işler yapmayı sürdürüyor. Şilili üçlü Föllakzoid de kesinlikle bu ekiplerden biri. Bu sene üçüncü albümü III’ü Sacred Bones etiketiyle yayınlayan Föllakzoid, dinleyicilerine müzik aracılığıyla farklı bir deneyim vadediyor. Özellikle canlı performanslarında karşısındaki kalabalığı, sürükleyici şarkılarıyla kendi tabirleriyle “vücut dışı bir deneyime” dahil ediyor. Grubun bu ayın ortalarına dek Avrupa turnelerinin henüz başlarındaki Le Guess Who? festivalinde gerçekleştirdikleri performansları öncesinde, gitarist Domingo García-Huidobro’yla sohbete koyulduk.

Üçünüzün çocukluk arkadaşı olduğunu okumuştum. O dönemlerde paylaştığınız ilk ortak müzik zevklerini hatırlıyor musun?
Çocuktuk, biliyorsun. Basçımız Juan Pablo, ben ve Diego’dan bir yaş büyük. O dönemlerde Deftones ve o tür şeyler çaldıkları bir grubu vardı. Beni onlarla birlikte çalmaya davet etmişti ben de onlara “Ne çalmam gerektiğini gösterin” demiştim, onlardan bir yaş küçük olduğum için. O zamanlarda Diego da okulun punk grubunda çalıyordu. 18-19 yaşlarımıza gelene kadar üçümüz bir arada çalmadık. Hattâ ben öncesinde gitar çalmayı bırakmıştım. Akorları çalmaktan sıkılmıştım. Sanırım Sonic Youth albümlerini dinlerken belki de bir kez daha denememiz gerektiğini düşünmüştüm. Tanıdığım tek basçı Juan Pablo ve tek davulcu da Diego’ydu.

Biraz saçma bir soru ama, üçlü olarak birlikte ilk kez çaldığınız zaman çıkan müziği biraz tanımlayabilir misin?
Tabii ki, epey eğlenceliydi! Aslında bir triodan fazlasıydı. İlk başta başka bir gitarist ve şarkı söyleyen birisi daha vardı. Genel olarak şöyle oluyordu: Prova yapacağımız yerin dışında buluşuyor ve bira içmeye başlıyorduk. Sonra stüdyoda gürültülü bir şekilde akort yapmaya başlıyor ve Re’ye ulaştığımız zaman dron yapmaya başlıyor ve iki saat boyunca durmuyorduk. Sonraki altı ay boyunca provalarımızın yapısı aşağı yukarı böyleydi.

O dönemlerde Santiago’daki müzik sahnesi nasıldı? Sizin kurduğunuz Blow Your Mind Records’ın hikâyesi nedir?
Juan Pablo’nun kardeşi Ignacio, La Hell Gang isimli grupta çalıyor. İkisi birlikte BYM Records (Blow Your Mind Records) isimli plak şirketini kurdu. İlk olarak da Ignacio’nun ses teknisyenliği okuduğu okulun projesi için evde kaydettiğimiz albümü yayınladılar. O zamandan bu yana altı yıl oldu ve BYM birçok farklı albüm yayınladı. Psikedelik ve rock müzik alanından kimi zaman popumsu, kimi zaman daha düşsel ve karanlık tınılar. Sonrasında da 10 yıl öncesinden albümleri yayınlamaya başladılar. Gençken dinledikleri albümleri yeniden bastılar.

Bugünkü konser turnenizin üçüncü konseri olacak. Şimdiye kadar nasıl gidiyor turne?
Harika, Helsinki’de başladık ve sonrasında Amsterdam’a uçtuk ve dün çaldığımız yere geçtik. Bugün de Utrecht’teyiz. Her gün bir konserimiz var gibi ve aralık ayının ortasına kadar turluyoruz.

Avrupa’da bir turneye çıkmadan önce kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz? Herhangi bir rutininiz var mı?
Uçağa binmeden önceki son dakikaya kadar bir sürü iş yapıyor oluyorum. Kesinlikle hiçbir rutinimiz yok. Geçtiğimiz perşembe günü 4:30’a kadar bir film müziğini bitirdim ve uçağım saat 6’daydı!

Çok sık film müziği yapıyor musun?
İlk iki film müziğimi yaptım! Ocak ayında galaları olacak. Önceden bir film çekmiştim ama müziklerini ben yapmamıştım. Bu iki film, başka yönetmenlerin çalışmalarına müzik yaptığım ilk filmler olacak.

Bir yandan film işleriyle ilgileniyorsun, ayrıca grupta fotoğrafçılık yapan biri de var. Bu tür disiplinler ve müziğiniz arasında bir bağ görüyor musun?
Kesinlikle. Belli kalıplara uyan şarkılar ve bu kalıplara uymayan şarkılar var. Aynısı sinema için de geçerli. Soyut filmler örneğin. Müziğe yaklaşımımız da büyük oranda soyut ve atmosferik. Filmlerimde de aynı yaklaşım ve arayışla çalışıyorum. Özünde ikisi de aynı şey. Algıyı değiştirmek için çeşitli elementlerle zamanı silmeye çalışıyorum.

“Pulsar” klibini de sen çekmiştin değil mi?
Evet, başka bir yönetmene, Béla Tarr’a bir saygı duruşuydu. Son filmi The Turin Horse’un açılış sahnesinde Sırp bir adamı at sürerken, üç dakika boyunca kemanlar eşliğinde görüyoruz. Bunu 14 dakikaya uzattık ve atın üstünde Şilili biriyle yeni versiyonunu çektik.

Konserlerinizde görsel bir eşlikçi kullanmıyorsunuz bildiğim kadarıyla.
Bazen kullanıyoruz ama genelde kullanmıyoruz.

Sence konserde görsel kullanmak dinleyicilerin odağını dağıtan bir şey mi? Ya da sadece müzik kullanarak özel bir deneyim mi yaratmayı tercih ediyorsunuz?
Bir element olarak görsellerin çok büyük destekçisi değilim. Önceden hazırlanmış, teknolojik ve robotik ışık sistemlerine de karşıyım. Bence birini deneyimden uzaklaştıran şey bu. Epey dikkatli olman lazım, çünkü yapabilecek çok fazla şey var. Eğer bunu minimal bir şekilde yapıyorsan bence sıkıntı yok, ama öyle değilse, bundan vazgeçmek daha iyi olur.

Mart ayında son albümünüz III’ün birinci yılı olmuş olacak. Föllakzoid albümlerini dinlediğim zaman, bu kayıtların tarihe düşülmüş birer not olduğunu düşünüyorum. “Bu şarkılar bu dönemde böyle çalınıyordu” dermişçesine. Canlı performanslarda genişliyor ve değişiyorlar.
Şarkılar asla bitmiyor. Bestecilerin mükemmeliyetçi bakış açısına hiçbir zaman sahip değiliz. Bitmediği için stüdyodan çıkamazsınız. Ama aslında hiçbir zaman bitmez! Bu sebeple tüm albümlerimizi tek seferde kaydediyoruz. Tabii ki prova yapıyoruz ama kayıt için sadece tek defa çalmayı tercih ediyoruz. Bir şekilde ânı koruyor ve bir daha aynısını yapmak imkânsız hâle geliyor. Şarkılarınızı böyle kaydettiğiniz her seferinde, ertesi gün bir şeyi daha iyi yapabilecek bir yol buluyorsunuz, işte o zaman ayvayı yediniz demektir. Bu sanırım sadece kişisel bir şey, kimse size bunu söylemez. Mümkün oldukça arıtmanız gerekiyor. Sanırım bizim müziğimizdeki temel arayış da bu. Aynı tür bir şeyi daha saf elementlerle yapabilmek.

Tekrar, müziğinizin en önemli elementlerinden biri sanırım, ki bunu çok seviyorum!
Evet, “hashtag”!

Peki bu dinleyici olarak da müzikte aradığın bir şey mi?
Hayır, o kadar fazla değil. Her türlü müziği seviyorum ama trans etkisi veren bir müzik için tekrar kaçınılmaz. Bu atalarımızdan kalma bir şey. Bunu biz bulmadık. Mağara adamlarının kayalara vuruşu güzel bir örnek. “Hashtag” tekrar, “hashtag” mağara adamı! Soulsavers için minimal tekno türünde bir remiks yaptık. O tür müzikleri de çok seviyorum. Aynı zamanda Ariel Pink ve Kurt Vile’ı da seviyorum.

Peki ya şarkı yazım süreciniz nasıl oluyor? Provalarda doğaçlama yapıp şarkıların kendiliğinden ortaya çıkmasını mı sağlıyorsunuz?
Çok fazla değişmesini istediğimiz bir şey ama çok sık prova yapmıyoruz. Konserimiz olmadığı zaman bolca prova yapıyorduk. Ama şimdi, neredeyse her gece çaldığımız üç-dört aylık turnelerin ardından eve dönünce, gerçekten stüdyoya gidip yakın zamanda aşağı yukarı altmış kez çaldığın müziği çalmak istemiyorsun. Ama çoğu çeşitlendirme ve tema ses kontrolü sırasında ya da konserlerde ortaya çıkıyor. O zamana kadar yapmadığın ve yapabileceğin bir şey fark ediyorsun. Sonra bu fikir hakkında arkadaşlarınla konuşuyorsun, “Mesela burada dursak ve bu şeye geçsek?” gibi sorularla konuşuyor ve deniyorsun… Biraz garip, gerçekten nasıl olduğunu pek bilmiyorum. Ama müziğimiz de bir anlamda iletişim kurmak gibi. Sen konuşurken ben konuşmuyorum; ben konuşurken de sen konuşmuyorsun. Aksi takdirde birbirimizi anlayamayız. Örneğin dün, iki amfimi birbirine bağlayan kablo bozuldu. Kabloyu değiştireceğimi söyledim ve kimse “Oh, nakarat kısmı geliyordu!” diye telaşlanmadı. Akışı devam ettirdiler, genellikle fikirler böyle ortaya çıkıyor.

Föllakzoid’in müziği paylaşıldıkça büyüyor gibi geliyor bana. Farklı bir bilinç akışı yaratmanı sağlıyor. Konserlerinizdeki deneyimi nasıl tanımlarsın? Sence dinleyicileriniz müziğinizi dinlerken aynı bilinç akışını paylaşıyor mu?
Paylaşmaktan ziyade, bence olan şeyi alışılmamış kelimesiyle tanımlayabiliriz. Farklı bir bilinç gibi. Benim değil, ben bir peygamber değilim, insanlara nasıl düşünmeleri gerektiğini söylemiyorum. Ben de bunun bir parçasıyım. Aynı zamanda bu konu, biz ya da onlar hakkında hiç düşünmüyorum. Bir şekilde bu vücut dışı deneyimi iletmeye çalışıyorum.

Peki sahnede sen de bu hisleri yaşıyor musun? Bu vücut dışı deneyimi?
Kesinlikle. İlk yıllarda hiçbir zaman dinleyiciye bakmazdım. Utandığımdan değil, sadece transa geçmiş olurdum. Bazı konserlerde en önde arkadaşlarım olurdu. Onları konserden sonra fark ederdim.

Son albümünüz III’te Şili’de seninle aynı mahallede yaşayan Alman müzisyen Atom TM’le birlikte çalıştınız. Bu fikir nasıl ortaya çıktı ve onunla çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Onun uzun süredir hayranıyım ve Şili’de yaşadığını önceden bilmiyordum. Gittiğim bazı konserlerde onu görmeye başlamıştım. III’ü kaydetmek için stüdyoya girecektik, çünkü plak şirketimiz bizim bu albümleri kaydedebilmemizi sağlayan zaman sınırlarını belirliyor! Eğer bir kayıt yapacaksak Atom’la çalışmak iyi olur diye düşünüyordum ama o hem ulaşılamaz hem de bizim için maddi karşılığı verilemez durumdaydı. Biz de kendi başımıza yapmaya karar verdik ve kayıtlara başladık. O zamanlarda Atom, Şili’de bir konser verdi ve ben de izlemeye gittim. Menajeri Atom’ın bizim kayıtlarımızı sevdiğini ve yakında bir şeyler kaydetme planımız olup olmadığını sordu! Ben de henüz yeni bir albüm için çalışmaya başladığımızı söyledim. Sonra da Atom’ın bizimle çalışmak istediğini söyledi. Tek seferde yaptığımız kayıtları, şarkıların çiğ hallerini bitirdik. Sonrasında onunla çalışırken, birbirimizi, bu soğuk, karanlık ve soyut yolu anlayabilmemiz bir hafta kadar sürdü. Çok iyi anlaştık. O gerçek bir usta, süper bilim adamı!

Eklentileri çok minimal ama aynı zamanda çok etkili.
Evet, kullanmak istediğimiz şeyleri sınırlandırdık. Armoniler ve örneklemeler yerine somut sesler kullandık. Korkutucu boşluklar yaratmak için somut fikirler. Eğlenceliydi ve albüm de harika oldu. Ama sadece bir kez birlikte konser verebildik ki bu çok fena bir durum! Onun bir tekno robotu olduğunu tahmin ediyorsunuzdur muhtemelen ama o fazlasıyla rahat bir adam.

Albümleriniz, ekip olarak favorilerimizden biri olan Sacred Bones tarafından yayınlanıyor. Onlarla çalışmak nasıl?
Harika insanlar. Bir yönetmen olarak David Lynch ve John Carpenter’la aynı plak şirketinde yer almak muhteşem! Diğer gruplar da harika gruplar. Bu kadar farklı tınılarda ama karanlık bakışa sahip grupları bir araya getirmeleri epey ilginç bence. Aşağı yukarı bizle aynı zamanlarda başladılar. Bize Myspace’ten, henüz kimse bizi tanımazken ulaşmışlardı. Bu harika bir şey.

Bu turneden sonra planların neler?
Bu albümden bir şarkı için klip çekeceğim. Sonrasında birkaç turnemiz daha var. Avustralya ve Meksika’ya gideceğiz önümüzdeki yıl. Turnelerin ardından da yeni bir albüm yapacağız. Yeni albümümüzün yayınlanması muhtemelen iki yılı bulur. Dört numara!