Nils Frahm ve gerçek sesin büyüsü: “Tripping with Nils Frahm”

Alman besteci Nils Frahm, 2018’deki All Melody albümü turnesinin ardından, “evi” diyebileceğimiz Funkhouse Berlin’de 4 gece üst üste gerçekleştirdiği performansların kayıtlarını bir filme ve konser albümüne dönüştürdü. Tripping with Nils Frahm isimli bir buçuk saatlik bu deneyim, 3 Aralık itibariyle MUBI üzerinden izlenebiliyor, Erased Tapes etiketiyle de albüm olarak dinlenebiliyor.

Görsel-işitsel her detayıyla büyüleyici konser filminin prömiyerinden sonra Nils Frahm’la buluştuk. Canlı performans deneyimini, Almanya’nın yenilikçi elektronik müzik tarihini, yönetmen Benoit Toulemonde ile ortaklıklarını, fotoğraf sanatçısı babasıyla olan ilişkisini konuştuğumuz bir sohbet oldu. Küresel müzik sektörünün geleceğine dair paylaştığı gözlemleri de bize çok değerli geldi.

“İnsanların performansımla ilgili çekici bulduğu ve belki de birden fazla kez izlemek istemelerine sebep olan şeyin, benim müziği her seferinde yeniden keşfediyor olmaktan aldığım keyif olduğunu düşünüyorum.” 

Röportaj: Cem Kayıran
Fotoğraf: Nino V. Valpiani

Tripping with Nils Frahm’ın kaydedildiği Funkhaus’tan bahsedelim. Senin All Melody albümünü de kaydettiğin stüdyonun bulunduğu bu mekânı, ilk konser filmin için seçmenin ardında neler yatıyor?

Funkhaus’u çok iyi biliyorduk ve orada her şeyle kendimiz ilgilenme şansımız vardı. Hem ben hem de ekibim için bir ev burası, o yüzden bu konseri Funkhaus’ta yapmamız çok doğaldı. İhtiyacımız olan bir şeyi bulabilmek, evimizde olduğumuz için kolaydı. Sydney Opera House ya da Barbican’da da kaydedebilirdik ama farklı ülkelerde bu tür prodüksiyonlar için yönetmelikler gibi göz önüne almamız gereken daha fazla nüans vardı. Berlin bu tür performanslar söz konusu olduğunda biraz daha rahat; yani bu konseri Berlin’de Funkhaus’ta yapmak olağan bir şekilde gelişti. 

Konser deneyimini eve sığdırmaya çalıştığımız, ekranlardan canlı performans izlemeye alıştığımız bir dönemde bu filmi yayımlamak nasıl hissettiriyor?

Olaylara hemen tepki vermektense bekleyip gözlemlemeyi tercih ediyorum. Bu filmi yayımlamak iki yıldır planladığımız bir şeydi. Pandemi sürecinde herkesin konserlerini erişime açmasının ardından biraz anlamını yitirdiğini düşündük. Başkalarının acı çektiği bir durumdan faydalanıyormuş gibi algılanmak istemedik.

Sonrasında o büyülü zamanın elimizdeki kayıtlarını paylaşmanın değerli olduğunu tekrar hatırladık ve tüm dünya ikinci dalgayla yeniden evlere dönerken yayımlamış olduk. Benim için özel bir yayın günüydü. En yakından çalıştığım ekibim benimleydi ama hepimiz uzakta ve yalnızdık. Telefon susmuyordu ve uzak olsak da yine bir aradaymışız gibi hissettirdi. Sahnede yalnız olsam da o performansı ve prodüksiyonu, çekimleri mümkün kılan onlarca insan var. Onları ve o dönemi hatırlamak biraz duygusaldı sanırım.

Bir de tabii işin dinleyici kısmı var. Filmi izlerken kimi dinleyicilerin ayağa kalkıp dans ettiğini, kiminin müziğe odaklanıp gözleri kapalı bir şekilde dalıp gittiğini görebiliyorsun. Sahnedeyken kişisel tepkileri fark etmek güç oluyordur diye tahmin ediyorum. Performans esnasındaki anlık ve kişisel tepkileri filmde görmek nasıl hissettirdi?

Kendini farklı bir perspektiften görmek her zaman çok ilginç bir deneyim. Yıllar içinde kendimi YouTube’da, farklı tipte kameralarla kaydedilmiş şekilde göre göre buna biraz alıştım. Bu filmde ben de kurgu odasındaydım ve insanların müziğime tepki verdiği tüm sahneleri yönetmenle birlikte seçtik. İlk başta elimizde bu kadar fazla dinleyici materyali olmasından heyecan duyduk, sonrasında iş filmde hangi ânları görmek istediğimiz sorusuna evrildi. Bu kısımda görev almak benim için çok zordu… İnsanların heyecanını ya da hislerini yansıtan farklı hâllerini görmek fazlasıyla duygusaldı. Bazı insanların dilediği gibi kalkıp dans etmesini, arkasında oturan insanların da biraz kendilerini kenara kaydırması ya da bacaklarının arasından konseri izlemesi gibi küçük detayları çok seviyorum. “Başkasını kızdırmadığın sürece ne istersen yap” gibi bir hava vardı ve insanlar bunun tadını çıkardı. Bunun Funkhaus’un karakteristik durumu olduğunu düşünüyorum, bu tür şeylerde çok açıklar ve her gece çok farklı bir ortam oluyor. Salı gecesi performansları çekmeye başladık, çarşamba, perşembe ve cuma devam ettik. Perşembe ve cuma günleri, Berlin’de insanların konserden çıktıktan sonra sıradaki kulübe gideceğini bildiği günler. Bu performansların aynı hafta içinde aynı mekânda gerçekleştiğini görmek de tuhaf bir deneyimdi.

Tripping with Nils Frahm için bir kez daha La Blogothèque ekibinden Benoit Toulemonde ile çalıştın. Farklı sanat disiplinlerinde çalışıyor olsanız da estetik algınızda nasıl ortak noktalar var?

Çok iyi bir iş ortağı ve muhabbet etmek için harika biri. Teknik konular ve idari işlerde de kusursuz. Çok sıkı çalışıyor ve çok hızlı. Geride kalan 15-20 yılda yaptıklarına ve müzisyenleri alışılmışın dışında ortamlarda kaydetme vizyonlarına fazlasıyla saygı duyuyorum. Hele çok fazla çevrimiçi formatın, podcastlerin vs olmadığı bir dönemde bunu yapmaları çok değerliydi. Birçok anlamda zamanlarının ötesindeler bence. 10 yıl kadar önce Paris’te küçük bir performans çekimi için onlarla çalışıyordum ve sohbetlerimiz sayesinde arkadaş olduk. Birlikte gelecekte bir şeyler yapabileceğimizi hemen hissettik.

 İlk olarak Empty isimli 30 dakikalık garip bir film yaptık. Karlarla kaplı Alplerde elimde mikrofonla yürüdüğüm bir sanat filmiydi. Etraftan sesler kaydettik ben de üstüne biraz müzik çaldım. Ses ve görüntünün bir araya gelişine dair tüm olasılıkları iş birlikçi bir şekilde keşfetmek istedik. İkisinden birinin önceliklendirildiği bir yola girmeden. Müzik, çekim ve kurgu nasıl bir olabilirdi? Ticari bir başarı değildi tabii ama çok eğlenceliydi! Sonra o Berlin’e geldi ve evimde kaldı. Beraber kayıtlar yapıyorduk, sonra ben onun evine gidiyordum ve çektiğimiz görüntüleri birlikte kurguluyorduk. Her şeyi birlikte yapıyorduk ki bu çok nadir ve garip bir durum. Sanki düşünsel bir kardeşim olmuş gibiydi. Yani bu proje için de onunla çalışmak hiç üzerine kafa yormadan gerçekleşti. Birlikte yaptığımız son film gibi sürreel ve saçma olmayacağı için de Benoit ile çalışmak istedim.

Peki MUBI’yle nasıl ortaklaştınız? Filmin dijital ortamdaki yayın süreci nasıl gelişti?

Partnerim ve menajerim Felix bu işin sorumlusu. Filmi ilk başta sinema salonlarında yayımlamak istiyorduk ama kaos sebebiyle bu artık mümkün değildi. Nasıl yapabileceğimizin yollarını aradık ve ben “Felix, bence filmi YouTube’a koyalım” diyecek noktaya geldim. Sinemalar da denklemden çıkınca herhangi bir “iyi yol”un kalmadığını düşünmeye başlamıştım. Felix bana bahsettiğinde henüz MUBI’yi bilmiyordum, çünkü yeni teknolojilere çok hâkim değilim. Çok ilgi çekiciydi ve bizi olabildiğince fazla insanla buluşturmak için yaptıklarından çok etkilendim. Hindistan, Güney Amerika gibi daha önce parçası olmadığımız marketlere girme ve röportajlar yapma şansı yakaladık. Hedefimiz de turneyi; gitme şansımız olmayan yerlere konser deneyimini filmle götürerek devam ettirmekti. Bu anlamda bize çok yardımcı oldular. Bu filmle ilgili özel bir şeyler yapmamız gerektiğini söyleyen partnerimdi. Filmin momentumunu hayal etti ve Brad Pitt’le bize birçok kapı açan ortaklığımızı da o organize etti. Önceden sadece film müziği yapıyorduk, bu bizim için film dünyasına taze bir açılış yapma şansıydı. Şimdi kendimize ve her şeyin bu kadar iyi gitmiş olduğuna şaşırıyoruz çünkü dürüst olmak gerekirse gerçekten bir planımız yoktu.

“Her şeyin tamamen yeni ya da farklı duyulması fikrine saplantılı bir şekilde bağlı değilim. Vintage ekipmanlar kullanıyorsanız bu mümkün değil.”

Filmde gördüğümüz sahne kurulumunun aşağı yukarı stüdyo ortamın olduğunu düşünüyorum. Turneye böyle mi çıkıyorsun?

Evet, daha önce kaydedilmiş sesler ya da sample’lar kullanmak istemediğim için başka bir yol yok gibi görünüyor. Yani evet, stüdyoyu turneye çıkarıyoruz aslında.

Bu anlamda Tripping with Nils Frahm, teknik açıdan meraklı dinleyiciler için de organik sound’unun nasıl ortaya çıktığını da belgeliyor.

Gerçek olanı dinlemek bence daha eğlenceli. Tek başına müzik yapan birçok insan bunun değerini biliyor. Sahnede duyduklarının, daha önce bir stüdyoda kaydedilmiş seslerin sadece bir pad’e dokunarak çalmasından daha fazlası olduğunu anlıyorlar. Bu benim için önemli bir fark yaratıyor çünkü sesleri taklit etmekten keyif almazdım. İnsanların performansımla ilgili çekici bulduğu ve belki de birden fazla kez izlemek istemelerine sebep olan şeyin, benim müziği her seferinde yeniden keşfediyor olmaktan aldığım keyif olduğunu düşünüyorum. Gerçek seslere sahip olduğum zaman, her istediğimde daha derinlere gidebilirim. Beni bu deneyimden uzaklaştıracak herhangi sahte ya da dijital bir şey yok. Konserlerin etkileyiciliği de kompozisyonun yanı sıra sahnedeki kişinin sürekli bir şeylerle meşgul olduğunu görmek ve tamamen müziğin içine çekildiğini hissetmekte saklı. Sahnede nasıl duracağını belirlemekte zorluk çeken çok fazla elektronik müzik icracısı gördüm. 

İsterseniz Kraftwerk’in yaptığı gibi sahneye robotlar koyabilirsiniz ve onlar müziği çalar. Bunun hayalperest bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum ama aynı zamanda biraz da sıkıcı buluyorum. Gerçekten müzik yapan robotları izlemek istiyor muyuz? Kendimi bir ses mucidi gibi hissetmiyorum ama bazen insanların özgün ve orijinal olanı bulmak için çok uzaklara gittiğine tanık oluyorum. Bu elektronik aletleri gerçek enstrümanlar gibi çalmaya çalışıyorum. Her şeyin tamamen yeni ya da farklı duyulması fikrine de saplantılı bir şekilde bağlı değilim. Vintage ekipmanlar kullanıyorsanız bu mümkün değil. Bu synthesizerlar şimdiye kadar birçok albüm kaydında kullanıldı ve hepsi biraz tanıdık tınlıyor. Bunları farklı şekillerde bir araya getirmenin daha sık rastlanılan bir şey olmamasına şaşırıyorum açıkçası. Elektronik müziğin 40-50 yıllık tarihinde biz müzisyenlerin tüm bu hayat formunu insanlar için daha ilgi çekici hâle getirememiş olması kafamı kurcalıyor. Artık DJ’ler fantastik elektronik müziğin, hoparlörden duyduğunuz fantastik seslerin sembolü. Bu da tam olarak anlayamadığım bir şey.

Kraftwerk’ten bahsettin, Almanya’nın elektronik müzik bestecileri açısından Edgar Froese, Klaus Schulze gibi kahramanlarla dolu fazlasıyla geniş bir geçmişi var. Senin için bu anlamda yol gösterici ya da ilham kaynağı olmuş isimler var mı?

Krautrock beni hem şaşırtan hem de gururlandıran bir akım. O zamanlar Batı Almanya, insanların ziyaret etmeyi tercih ettiği bir yer değildi. Korkunç bir geçmişi ve savaşı ardında bırakmaya çalışan bir ülkeydi. Dayatmalar vardı. Yaşlı insanların hepsi Nazilerle ilgili bir şekilde algılanıyordu. Genç jenerasyon da bu geçmişten nefret ediyordu. Bu artık hatırlamadığımız ya da hâlâ anlayamadığımız toplumsal bir durum. O dönemin ilgi çekici müziklerinin âdeta hiçlikten ortaya çıkmış olması; o dönemki gençlerin ebeveynlerini ya da büyük anne-babalarını, onların büyük anne-babalarını, hatta onların da büyük anne-babalarını hatırlatacak herhangi bir şey duymak istemediğini düşününce mantıklı geliyor. Çünkü geriye gittikçe, hepsinin bir şekilde İkinci Dünya Savaşı’na sebep olduklarını görüyorsunuz. 

Tarihe istediğiniz şekilde, istediğiniz açıdan bakın; bizi bu duruma getiren her şeyin silinmesi ve yok olması gerektiğini hissediyorsunuz. Kültürel ve zihinsel olarak geçmişin tam anlamıyla imha edilmesi, kendi kendini formülize eden bir şey. Ben nostaljik biri olduğum için bazen bunu anlamakta zorluk çekebiliyorum. Anakronist biriyim, hayatımda kullanışlı olduğunu düşündüğüm bazı şeylerin, büyük annemin deneyimlerinden geldiğini biliyorum. Farklı bir jenerasyonuz, bugünden akıllıca fikirleri kullanıyoruz ama geçmişe bakıp bazı iyi fikirleri de kabul ediyoruz. Biraz uzun bir cevap oldu ama 70’lerde yapılmış bu benzersiz müzikler benim için fazlasıyla ilgi çekici. Ben de birçok şeyi yeniden keşfetmeye çalışıyorum. Kraftwerk bu anlamda biraz komik geliyor. Temelde tüm sesleri keşfettiler ama Amerika’dan ya da İngiltere’den gelen şarkı yapılarını korudular. “Şarkı fikrini koruyacağız ama her şey birbirinden farklı duyulacak” dediler. Aynı dönemden Neu! gibi, “Biz rock’n’roll’da duyduğunuz sesleri kullanacağız ama şarkı, şarkı olarak algılayabildiğiniz bir şey olmayacak” diyen gruplar da var. Bu değişen fikirler, benim yeterince radikal olmadığımı düşünmeme sebep olmakla birlikte daha fazla risk almam konusunda bana yardımcı oluyor. 

“Büyük sanatçılara şimdi biraz daha fazla dinlenebilecekleri bir zamanda olduğumuzu hatırlatmak gerek. Konser salonlarını, radyo istasyonlarını televizyon kanallarını bloke etmeyin. Çünkü şimdi bir şeyler yapması gereken genç sanatçıların hepsi, önümüzdeki yıl tüm konser salonlarına ve sahnelere ihtiyaç duyacak.”

Yedi yıl arayla iki farklı büyüklükteki salonda konser vermek üzere İstanbul’a geldin. Burayı düşündüğün zaman aklına ilk gelen şeyler neler?

Harika olduğu geliyor aklıma. İnsanlar, manzara, trafik, yemekler, etrafta dolaşan ve kimsenin nereye ait olduğunu bilmediği kediler… Dünyada herhangi başka bir yerde tanık olmadığım bir his var İstanbul’da. Her şeyiyle farklı ve yalnızca üç gece kalarak asla anlayamayacağın bir şey. Her gelişimde, benim hayal edebildiğimden ne kadar farklı olduğu konusunda hayrete düşüyorum ve orada daha fazla zaman geçirmek istiyorum. Umarım yakın gelecekte bu mümkün olur. 

İstanbul’da son çaldığım konser çok özeldi. Yanlış hatırlamıyorsam doğum günüme yakın bir tarihteydi ve ailemin büyük bir kısmı benimle olmak için İstanbul’a gelmişti. Annem ve babamla birlikte orada olmak, tuhaf bir şekilde evdeymişim gibi hissettirmişti.

Baban bir fotoğrafçı ve ECM Records kataloğunda birçok işi var. Onunla müziğin hakkında konuşuyor musunuz? 

Hayatım boyunca babamı yaptığım şeyler konusunda ikna etmeye çalıştım. Sanırım çoğu baba-oğul ilişkisi buna benziyor. Benzer dinamikler söz konusudur en azından. Her zaman yapabildiklerimin babamın gurur duyacağı şeyler olmasını istedim. 3 yaşındayken bir resim çizersin ve bazı babalar “Güzel ama şöyle de yapabilirdin ya da böyle de yapabilirdin” gibi yorumlar yapar. Benim babam da öyle biri. Hep yaptıklarımda nelerin iyi ve nelerin kötü olduğunu, nelerin geliştirilebileceğini söyler. 

Birkaç yıldır beni arıyor ve “Çok sevdim” diyor. Ben de, “Hadi baba, söyle neyin kötü olduğunu” diyorum. “Yok, her şey çok iyi” diye cevap veriyor. Hadi canım! Fanboyluk yapma baba! Bana iyi bir kritik ver! Dün filmi izlemiş ve çok gurur duymuş ve heyecanlanmış. Çok katı kuralları olan bir sanatçı olduğu için bir şeylerden etkilenmesi çok kolay olmuyor. Benim için onun da saygı duyduğu bir şey yapabilmek çok anlamlı. Büyürken ebeveynlerimin yaptıklarından ilham alıyordum ve hayatım boyunca “hayranları” olan bendim. Bunun nadir bir durum olduğunu biliyorum, her çocuk ailesiyle böyle iyi bir ilişki kuramayabilir. Babamın sanatsal işleri benim için önemli bir ilham kaynağıydı. Dün de filmin her şeyini sevdiğini duymak biraz şok ediciydi. Bir yandan seni daha çok şüpheye de düşürüyor. Kendi kendime “Muhtemelen şu an kibarlık yapıyor ve bana söylemek istemiyor” diye düşünüyorum.

Peki Nils Frahm için sıra da ne var? Piano Day’in altıncı yılı yaklaşıyor. 

Şu an herhangi bir şeyi tahmin etmek çok güç. Piano Day için heyecanlıyız ama şimdi herkesin bir araya gelmesini amaçlayan bir projenin tanıtımını yapmak için zor bir zaman. Bir araya gelin, piyanoya yaklaşın ve size virüs bulaşsın, diyemeyiz, mümkün değil. Ben ancak bir sonraki haftayı düşünmeye çalışıyorum. O hafta geldiğinde de sıradaki haftayı düşünüyorum. İyi geliyor çünkü bir-iki yıllık program yapmak ve bir performansı iki yıl boyunca çalmak eskiden de biraz garip hissettiriyordu. Nasıl hissettiğine göre planları değiştirme imkânını kaybetmek belki de… 

Artık insanların uzun vadeli planlar yapmak zorunda olmadığı yeni bir zamanı yaşıyoruz. “Bilmiyorum” demeyi çok sağlıklı buluyorum. Neyin mantıklı olduğunu görmek istiyorum. Geçtiğimiz yıl yeterince çalıştım, birkaç ay durabilirim, acelem yok. Arkadaşlarım, sizler ve herkesten gelen destekler sayesinde daha büyük bir sanatçı oldum. Ve büyük sanatçılara şimdi biraz daha fazla dinlenebilecekleri bir zamanda olduğumuzu hatırlamak gerek. Konser salonlarını, radyo istasyonlarını televizyon kanallarını bloke etmeyin. Çünkü şimdi bir şeyler yapması gereken genç sanatçıların hepsi, önümüzdeki yıl bu konser salonlarına ve sahnelere ihtiyaç duyacak. 

Bir yıl daha kenarda kalmak benim canımı pek yakmaz ve bence birçok büyük sanatçının bunu böyle değerlendirmesi gerek. Herkes konser vermek için beklerken niye turne takvimi yaparsın? Herkesin evde kalıp gözden uzakta olması, şu an en ideal senaryo. Şimdi hazır olanlar için yolları açın. Ben böyle hissediyorum. Müşterek bir şekilde düşününce, sizin daha fazla zamanınızı ya da ilginizi alma isteğim yok. Yeni gelenlerin seslerini duyurabilmesi çok önemli. Yoksa on yıl içinde bir müzik sahnemiz kalmayacak.