Arya Zencefil ile hangi film?

İçerik üreticisi, performans sanatçısı, popüler kültür araştırmacısı ve eleştirmeni olan Arya B. Zencefil; seçtiği konu başlıklarını dört yıldır YouTube kanalı Miss Zencefil’de didikliyor. Bir dönem KuirFest’te Festival Koordinatörü olarak görev de alan Arya’nın çalışma alanları içerisinde toplumsal cinsiyet, güncel sinema, kuir sanat, Amerikan siyaseti ve kültürü bulunuyor. Yaşadığı Ankara’da Kapalı Mikrofon etkinlikleri düzenlemeye ve yolda olan yeni kanalı Statu Co. için hazırlıklara devam ediyor.

Hangi Film? köşemizin bu haftaki konuğu Arya Zencefil yanıtlıyor: Kahramanı olmak isteyeceğin film? Zaman geçtikçe sendeki yerini sağlamlaştıran bir film? Herkese izletmek istediğin film?


Çocukluğundan yadigar kalmış bir film?

Çocukluğumda en özel yere sahip film, sanırım The Mummy (1999). Brendan Fraser ve Rachel Weisz’ın oynadığı bu macera filmi hem mitolojiye olan ilgimi uyandırdı hem de yüksek macera olmasıyla hayal gücümü besledi. Karizmatik oyuncular, korku ve gizemin tadında bir karışımı ve yaratıcı aksiyon setleriyle bir macera filminin izleyiciye vermesi gereken her şey var. Benzer bir duygu ve daha modern bir yorumu Dungeons & Dragons: Honor Among Thieves’te (2023) yaşamak çok nostaljik oldu benim için. Harami gibi gözüküp aslında altın kalpli olan “kahraman hırsızlara” bayılıyorum.


Sinemada izlediğin ilk film?

Ya The Rugrats Movie (1998) ya da Star Wars: Episode I – The Phantom Menace (1999) olması lazım. Phantom Menace’a birden çok gittiğimi hatırlıyorum fakat sinema adabını ve kurallarını Rugrats’te öğrendim. Birisi yere patlamış mısır dökmüştü, bunu normal sanıp ben de elimdeki patlamış mısırları dağıtmaya başladım. Bu içgüdüsel davranışla beraber eline mısır verilmeyecek o yaramaz çocuk olmuştum. Çok şanslıyım ki tam sinemaya gidebileceğim yaşlarda inanılmaz filmler, özellikle de popüler kültüre damga vuran filmlere götürüldüm. Hiçbir şey anlamasam da 4-5 yaşında, 6 yaşında The Lord of the Rings veya Matrix filmlerine götürülmüş olmak hayal meyal hatırladığım şeyler. Tabii açık hava sinemalarında çoluk çocuk mu izliyor diye bakmıyorlardı, The Matrix Reloaded’ı (2003) öyle bir yerde izlemiştim. Sonra bu filmlerin hepsini tekrar izlemem gerekti çünkü hatırladığım şeyler dehşetengiz Nazgûller ve yeşil filtreydi.


Hep daha iyi hissederek ayrılırım dediğin film?

Disney’in Hercules (1997) çizgi filmi. Şarkıları, özellikle de Türkçe dublaj şarkıları nerede, ne zaman kötü hissetsem beni mutlu eder. Hatta fazla depresif hissediyorsam “A Star of Born” şarkısı umudumu tazeler.


Kahramanı olmak isteyeceğin film?

Underworld (2003). Hem Kate Beckinsale’i çok beğenirim hem de siyah lateks giyen dişli bir vampirin karanlıklar içerisindeki bir dünyada doğruyu arama yolculuğu, yakın hissettiğim bir mücadele.


Kitap gibi bir film?

Sanırım karanlık ve hazin sonlu filmlere karşı bir zaafım var. Birden çok izleyemem, genelde kitapları da bir daha okumam fakat sonu iyi/kötü fark etmeksizin hüzünlü notalarda gezen senaryolar beni etkiliyor. Aklıma El laberinto del fauno / Pan’s Labyrinth (2006), The Mist (2007), Promising Young Women (2020) gibi filmler geliyor. The Mist zaten kitap uyarlaması ama değiştirilen o sonu, Stephen King’i bile etkilemiştir.


Mısır patlattıran bir film?

Şöyle mısırla, çerezle güzel vakit geçirmek istediğimde ucuz romanlardan uyarlanmış ya da o estetiği hedefleyen filmlerin hemen hepsi tam aradığım filmler oluyor. Arnold Schwarzenegger’ın Conan the Barbarian (1982) ve Conan the Destroyer’ı (1984), Highlander (1989), Evil Dead üçlemesi (özellikle Army of Darkness, 1992), Hellboy (2004), Van Helsing (2004) ve biriciğim Constantine (2005) aklıma gelenler.


Zaman geçtikçe sendeki yerini sağlamlaştıran bir film?

Matrix üçlemesi. Şahsen The Matrix Reloaded (2003) ve The Matrix Revolutions’ın (2003) yersizce yerildiğini düşünüyorum. Herkes ilk Matrix filminin hakkını verir ama Reloaded ve Revolutions, Wachowski’lerin mistisizmi dahi mantık ve bilim çerçevesine çekmek isteyen kapitalist şüpheciliğe karşı bir manifestosu gibi. Belki de gerçekten seçilmiş olan vardır? Belki de gerçekten mucizeler vardır? İlk filmin materyalist fakat insan iradesini öven mesajına mistik ve doğaüstünü de eklediklerini görmek için benim de spiritüel olarak gelişmem gerekti. (Bir de Wachowskiler de trans açılınca tekrar dönüp bakmak eğlenceli.)


Yalnız izlenmeli dediğin bir film?

The Thing (1982). Tamam pratik görsel efektler çok iyi – …zamanına göre. Şimdi arkadaşlarla izleseniz gülüp, tiye alacağınız çok sahnesi var. Ama yalnız başınıza, odaklanarak izlerseniz hâlâ en ürpertici filmlerden birisi. Görsel sanatlarda kozmik korkuyu yakalamak çok zordur, John Carpenter ve Kurt Russell külliyatı için bir mihenk taşı bence.


Mekânlarıyla aklına kazınan bir film?

Büyük Hollywood bütçeleriyle yapılmış fantastik filmler, bilim kurgu filmleri hep mekânları ve setleri ile beni etkilemiştir; o yüzden onları sayıp geçmek istemiyorum. Kim bir Elf ormanını görmek istemez? Kim bir uzay gemisinde olmak istemez? Ama Alien serisinde, özellikle de ilk film Alien (1979) ve Prometheus’taki (2012) gibi viseral ve olağan dışı tasarımları çok ilham verici buluyorum. H.R. Giger’ın çizimlerinden alınmış organik-mimari, filmlerin ilkel korkusunun altını çiziyor. Bir bedenin aslında nasıl çalıştığını bilmez ve görmeyiz fakat içeride organlar, damarlar ve kan bir ömür boyu bizi ileriye taşıyor. O uzay gemilerinin içerisi de bu hissi uyandırıyor; kablo ve elektrik değil, etten canlılarmış hissine vesile oluyor. Bu, ne kadar bütçeniz olduğundan bağımsız bir estetik aslında. Benzer işleri korku türü dışında, misal Disney ve Warner Bros. gibi şirketlerin ana akım işlerinde görmüyoruz.


Herkese izletmek istediğin film?

Sanırım Only Lovers Left Alive (2013). Tıpkı Interview with the Vampire: The Vampire Chronicles (1994) gibi vampir külliyatında yeni bir sayfa açtığını ve ölümsüzlüğün lanetini en iyi anlatan film olduğunu düşünüyorum.