Aslı Çavuşoğlu’yla Arter’de sergilenen “Taşlar Konuşuyor” üzerine

Arter’in yeni binasının açılış programında yer alan Saat Kaç? sergisi, Emre Baykal & Eda Berkmen küratörlüğünde 34 sanatçının 44 yapıtını bir araya getiriyor. Sergideki eserlerden biri de Aslı Çavuşoğlu’nun 71 parçadan oluşan “Taşlar Konuşuyor”u. Tarih yazımının seçiciliğine odaklanan eser hakkında merak ettiklerimizi Aslı Çavuşoğlu’na sorduk.

“Arkeolojik obje, içinde bulunduğu mekândan farklı bir mekâna sergilenmeye gittiğinde, kendini yeni bir anlatının içinde buluyor. Bu yüzden sadece 1’den 71’e kadar tesadüfi numaralandırdığım arkeolojik objelerin, tema, malzeme, kronoloji, coğrafya gibi çeşitli sınıflandırmalar olmaksızın, yönlendirme olmadan izleyiciyle ilişki kurmasını istedim.” 

Fotoğraf: Nazik Armenakian

“Taşlar Konuşuyor”da sergilenen arkeolojik eserler, Türkiye’deki kazılarda bulunmuş olan ama “etütlük eser” olarak adlandırılarak bilimsel amaçla kullanılmak üzere müze depolarında saklanan taşların birer kopyası. Bu eserlere tarih ve arkeoloji ekseninde yeni anlamlar yüklemek ve izleyicinin taşlara dair algısını çeşitlendirmek için takip ettiğin yaratım sürecini nasıl tanımlarsın?

Benim için yaratım süreci “etütlük eser” sınıflandırmasını sorgulamamla birlikte başladı diyebilirim. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılan bu etiketleme, beni İstanbul Üniversitesi’nde muhafaza edilen bu arkeolojik nesnelerin orijinal malzemelerini kullanarak birer kopyalarını üretme fikrine getirdi. Şimdi düşününce aslında belki de bu süreci, üç bölümde açıklayabilirim. Bu etütlük eserleri yeni bir bağlamda sunmanın ilk adımı, kopyalama eylemiydi, sonrasında ise yeni bütünler oluşturmak için, bu kopyaları başka malzemelerle tümledim. Buradaki amacım, bir nevi değersiz taklit olarak görülen kopyaları tarihsel ve kültürel bağlamından koparmak ve soyut nesnelere dönüştürmekti. Son olarak da, 2013 yılında Arter’deki “Taşlar Konuşuyor” sergimin küratörü Özge Ersoy ile ortaya çıkan bütünsel üretimleri sergi mekanına yerleştirmek üzerine bir sergileme biçimi geliştirdik. Serginin bütününde yaratmak istediğim hissi yansıtabilmesi açısından, objelerin gösterilme şekilleri de kendileri kadar önemliydi. Bu nedenle, yerleştirme yoluyla gerçekleşen anlam üretimiyle yeniden oynayabilmek için, yine Arter’de gerçekleşen “Saat Kaç?” grup sergisi kapsamında gösterilmekte olan işimi bu sefer farklı bir teşhir ile göstermek istedim.

71 parçadan oluşan “Taşlar Konuşuyor”daki objelerin rastlantısal bir şekilde numaralandırıldığını göz önüne alınca, izleyici deneyimi adına sergiye ev sahipliği yapan mekânın ne gibi bir rolü olduğunu düşünüyorsun?

Bu işin çıkış noktalarından biri, Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ydi. Arkeoloji sergilerindeki nesneler arasında bir anlatı, yakınlık ilişkisi kurdurma üzerinden ilerleyen mizansen, yaratılan çerçeve içinde bu mekânda zaman geçiren izleyiciyi lineer bir tarih çizgisi üstünde yürütüyor. Arkeolojik obje, içinde bulunduğu mekândan farklı bir mekâna sergilenmeye gittiğinde, kendini yeni bir anlatının içinde buluyor. Bu yüzden sadece 1’den 71’e kadar tesadüfi numaralandırdığım arkeolojik objelerin, tema, malzeme, kronoloji, coğrafya gibi çeşitli sınıflandırmalar olmaksızın, yönlendirme olmadan izleyiciyle ilişki kurmasını istedim. Şu anda gösterilmekte olan sergide 71 eserin tamamının gösterilmemesini tercih etme sebeplerimizden biri, nesnelerin birbirleriyle geçici ilişkiler kurarak yola devam etmelerini sürdürmekti.

“The Cut” ve “Long Ago Person Found” gibi diğer çalışmalarında da tarihin çeşitli yorumlamalarına değiniyorsun. “Taşlar Konuşuyor” tarih yazımının seçiciliğini ele alıyor. Daha önce “sergilenmeye değer bulunmamış” objeler üzerinden yeni fikirler üretmeye davet eden bu eserin bir anlamda zaman ve kültürler ötesi bir hakkaniyet arayışında olduğunu söyleyebilir miyiz?

Farklı çıkarımlara açık olmakla birlikte, “Taşlar Konuşuyor”da benim ilgilendiğim ana konu, sunum yoluyla gerçekleşen anlam üretimiydi. Bir hakkaniyet arayışından çok sınıflandırmaya dair bir bağımsızlaştırma arayışı denilebilir belki de; hem seyirci hem de objeleri etiketten soyutlayarak özgürleştirme.

“Taşlar Konuşuyor” farklı yorumlamalara ve fikir yürütmelere açık bir eser. 21 Aralık’ta Arter’de gerçekleşen atölye çalışması bu anlamda senin için nasıl bir deneyimdi? Dönüştürücü ya da düşündürücü ne gibi karşılaşmalar yaşandı?

Söylediğin gibi işin farklı yorumlama ve fikir yürütmelere açık olması, katılımcıların bütünlemelerine yansıdı. Bir de herkesin bir fikri icra etme yolunu, örneğin kiminin en baştan objeyi hayal edip onu gerçekleştirme uğraşı ve diğerinin ne yapacağının kararına en baştan varmaksızın kendini akışa bırakmasının farklılığını gözlemlemek de ilginçti. ‘Acaba ben üretirken nasıl bir yol izliyorum?’ sorusunu düşündürdü.