Merhametten doğan maraz: Baby Reindeer

Yazı: Korcan Derinsu

İskoç komedyen, yazar ve oyuncu Richard Gadd’ın kaleme aldığı tek kişilik oyundan uyarlanan Baby Reindeer, Netflix’in yeni favorilerinden. Oyuncu kadrosunda Gadd’a Jessica Gunning ve Nava Mau’nun eşlik ettiği dizi, yedi bölümlük bir psikolojik gerilim.

*Bu yazı henüz Baby Reindeer dizisini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Zaman dilimi ve mekân 

2015-2018 arası, Londra.

Konu nedir?

Başarısız bir komedyen olan Donny yarı zamanlı olarak çalıştığı bara gelen ve gözyaşları içerisinde olan Martha’ya çay ikram eder. Ne olursa bundan sonra olur. Martha, Donny için günbegün artan bir tehdide dönüşür ve onu saplantı hâline getirir. Bir daha ikisinin de hayatı eskisi gibi olmayacaktır.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Baby Reindeer, dizinin yaratıcısı ve başrol oyuncusu olan Richard Gadd’ın gerçek hikâyesinden uyarlanmış. Aslında tek kişilik bir oyun olarak yazılan Baby Reindeer, 2019 yılında Edinburgh Festival Fringe’de ilgi çekip ödüller kazanınca, hakları da Netflix tarafından satın alınmış.

Gadd ile Netflix’in yolu daha önce de kesişmiş; Sex Education’ın bir bölümü (s02e05) Richard Gadd tarafından yazılmış. 

Gadd’ın 2016 tarihli stand-up gösterisi Monkey See, Monkey Do cinsel tacize uğrayan bir erkeği merkeze almasıyla oldukça ses getirmiş ve prestijli ödüller kazanmış. 

Richard Gadd, İngiltere’de cinsel tacize uğramış erkeklere yardımı amaçlayan “We Are Survivors” derneğinin elçilerinden. 

İlk intiba?

Baby Reindeer, bir “stalker” hikâyesi olarak başlayıp dallanıp budaklanan ve bambaşka yere giden bir hikâye. Doğrusu diziye dair önceden hiçbir bilgim olmadığı için çıtır çerez bir İngiliz komedisi izleyeceğimi düşünerek başına oturmuştum. Kısa süre sonra öyle olmadığını anladım. Yedi bölümden oluşan dizi her bölümünde yeni bir katmana kavuşuyor, seyirciyi de duygudan duyguya sürüklüyor. Bazen kara komedi bazen gerilim bazen de dram ağır basıyor ama bütününde hepsi çok dengeli kullanılıyor.  

En çok neyi sevdin?

Ton olarak başlama noktasıyla varış noktası farklı hikâyeler beni çok etkiliyor. Baby Reindeer da tam böyle. “Komedi galiba bu, tam da değil gibi ama; ne kadar ciddiye almalıyım, ne olacak” vs. derken öyle bir noktaya varıyor ki işler, bir anda travmalarla yüzleşir hâlde buluyor insan kendini. Bu duygusal-düşünsel geçişi çok seviyorum. 

En çok hangi sahneye yükseldin? 

Donny’nin stand-up yapmak için çıktığı sahnede gözyaşlarıyla başına gelenleri anlattığı sahneye bayıldım. Dizinin ruhuna her açıdan çok uygun. Bir de Donny’nin ailesiyle yüzleştiği bir sahne var, orada babasına dair de bir şeyler öğreniyoruz. Bu kadar ekonomik dram kullanımıyla bu etkiyi yaratabilmek hayranlık uyandırıcı.

Modunu nasıl etkiledi?

Baby Reindeer, bir yanıyla tuhaf ve zor bir dizi. Yer yer sertçe sarsıyor izleyiciyi, ağırlaşıyor doğrusu. Finale doğru ise hafiflemeye başlıyor bu duygusal ağırlık. Bu yüzden izlerken gerilsem de bitirince kötü hissetmiyordum kendimi.  Bol bol düşünüyordum sadece.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin? 

Bence dizinin en güçlü yönü karakterleri. Gerek Donny gerek Martha çok iyi çizilmişler. Dizi bittiğinde aklımızda ikisiyle de ilgili herhangi bir soru işareti ya da eksik parça kalmıyor. Böylece tüm eylemlerinin nasıl tutarlı olduğunu da anlamış oluyoruz. Yani her sonucun bir nedeni var muhakkak. 

Yan karakterlerin derinine hâliyle çok girilmiyor ama onlara dair de fikir sahibi oluyoruz bir şekilde. Teri’nin bir durum karşısında nasıl tepkiler verebileceğine dair tahminde bulunabiliyoruz mesela. Aynı şekilde hikâyenin kötü adamı Darrien’ın da aşağı yukarı nasıl biri olduğu genel hatlarıyla aklımıza kazınıyor. Bu tamamen sınırlı sahne sayısıyla karakter yaratabilme becerisi, başka bir deyişle senaryo başarısı. 

Kimler sever? 

Psikolojik temelli hikâyeleri seven herkes sever. “Biraz karanlık iyidir” diyenler de onlara katılır; “çok uzun dizi sevmiyorum, bir oturuşta bitsin” diyenler de arkalarından gelir.

Bunu seven şunları da sever 

Stalkerların kendileriyle ve kurbanlarıyla yapılmış röportajlardan oluşan, bir suç belgesel serisi I Am A Stalker, konuya iki tarafın da bakış açısını katmasıyla oldukça kayda değer. Bazı hikâyelerde saplantının boyutları çok ama çok ürkütücü. 

İzlemeyen kalmamıştır ama kaldıysa “stalker” deyince akla gelen ilk gelen dizi olan You’yu anmadan geçmek olmaz. 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar… 

Kurduğumuz tüm ilişkilerde ve bu ilişkilere dair sıfatlarda travmalarımız yatıyor aslında. Çoğumuzun bildiği ama kolay unuttuğu bir bilgi bu. Ara ara hatırlayınca -ki genelde hayat bu nezaketle hatırlatmıyor insana- her şeye başka bir pencereden bakmak mümkün oluyor sanki. Dizi bana en çok bunu düşündürttü. 

Bir de sevilme / onaylanma ihtiyacının insanın üzerindeki gücüne her seferinde çok şaşırıyorum. Öyle derinlerde bir yerde duruyor ki içten içe her şeye izini bırakmayı başarıyor. Üstelik sanılanın aksine bu başarıyla / statüyle de geride de bırakılmıyor. Çok daha derin, çok daha sinsi. 

Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?

“Cüzdanımı yanıma almamışım da bir bira ısmarlayabilir misin?” (şaka şaka)