Bant Mag. No:39'dan // Elif Key ve Şebnem Bozoklu - Gtalk’ta 5 çayı sohbeti

Şubat ayında Bize İki Çay Söyle adlı ilk kitabı yayınlanan Elif Key, New York’taki evinde, şu sıralar oyuncu kadrosunda yer aldığı İçimdeki İnsan sinemalarda gösterilen Şebnem Bozoklu da Kalamış’taki evinde çaylarını kahvelerini koyup Gmail’lerinin chat alanlarını açtılar ve kitaba, dizilere, filmlere, karşılıklı hayranlıklara, annelerin akıllı telefon kullanımına, NASA üzerinden fezaya kadar uzanan, röportajımsı bir sohbete giriştiler…

EK: Huhu. Alooo. Galaksi taksi. Sende küçük bir kutu çıkmıyor mu? Alooo? Hah şimdi.
ŞB: Canoooo.
EK: Ayyy. Şükürler olsun.
ŞB: Gtalk bende bir ilk. Bence hayırlara vesile.
EK: Hahah anladım.  Yüzde 100 hayırlıdır. Sağ ayağınla girdin inşallah.
ŞB: Sağ el artı küçük bir dua.
EK: Hahahahahaha. Öğretmenlerimiz kızmasın, başlayalım mı?
ŞB: Sanki bir işyerinde patrondan gizli arkadaşımla yazışıyor hissi.
EK: Alo? Bu Gtalk o işe yarıyor. Sen ciddi ciddi oturuyorsun önünde Excel açık, ithalat ihracat rakamları aşağıda sağ alt köşede, arkadaşın tamamen geyik, ahahahalar havalarda uçuyor ama patron sanıyor ki sen yarın koliyle bamyaları gönderiyorsun.  Niye bamya bilmiyorum. Sorma uzaktayım ya ondan bamya olabilir.
ŞK: Ya da NASA’da çalışıyorsun mesela, Soyuz dünyaya dönüyor. Her yer kırmızı alarm, sen burada Ahmet amcanla hâl hatırdasın. “Aloo Houston” diye kendini parçalıyorlar kulaklıktan ama duymuyorsun.
EK: Soyuz dönmesin bence ama keyfi bilir.
ŞK: Niye mi NASA? Çünkü sen Amerika’dasın.

b39-eksb_01

A MEMO, BURASI NEW YORK, AMERİKA!

EK: Ya da dönerse zaten bizimdir. Hahahahaha. Teşekkürler Amerika, teşekkürler Obama.
ŞB: Döndü bu arada.
EK: Yapmaaa. Oyy kuzum şimdi jetlag’dir o. Bir şey keşfettim. Uçakta buraya giderken/gelirken yemek yersen fil kadın gibi şişiyorsun.
ŞB: Oradaki kadın astronotu çok kıskanıyorum da oradan biliyorum.
EK: Ama her ikram edilene atlamaz ve son derece kibar “Çok teşekkürler hostes hanım ben almayayım” dersen mis gibi, bindiğin gibi iniyorsun.
ŞB: Vaaaay bunu hiç unutmam ben. Artık su bile yok uçakta.
EK: Kadın astronotlar ne şahane! Orada toz aldın derdi de yok, zaten nereye neyi koysan uçuyor, etraf dağıldı derdin de yok. Sen astronot olmak ister miydin? Evden o kadar uzakta yapabilir misin? Yoksa nereye yerleşsen evin mi?
ŞB: Mesela yer de silemezsin uzay mekiğinde, hayır Vileda’yı nereye koyacaksın misal.
EK: Vileda’ya yer yapılır ya, o kadar mekik.
ŞB: Ben çok güzel “Bana her yer evim” numarası yaparım. Ama kalbim hep buraları ister ama belli etmem. Valla.
EK: Ben de öyleyim. Buraya da ilk gün alıştım. Kimselere çaktırmadım ama. Yeter ki birisi beni bir iki gün salsın, ben bir bakayım ne nerede, fırın nerde, kahveyi nerden alacağız, domates nerde ucuz, sonrası yokuş aşağı. Ama İstanbul’a arada dönünce şunu özlediğimi fark ettim, iki senedir ben hiç bakkal telefonu çevirmedim, eve su istemedim.
ŞB: Zaten ilk iki günü zor bence. Askerlik gibi.
EK: Çok acayip, arayabileceğimiz bir bakkal yok. O olmayınca mesela anahtarı bırakacağın bakkal ağbi de yok.
ŞB: Aaaaaa.
EK: Hep sohbet ettiğin bir bakkal var. Adı da bakkal değil gerçi, Minnoş market.
ŞB: Bak mesela Arnavutköy’de otururken kapıda kaldım, anahtarı evde unutup. Bakkal ağbiye gittim. Bana çilingir çağırıp bir de çilingirin başında durup parasını verdi. Mesela bu hikâyenin New York’ta bir karşılığı var mı?
EK: Yok. Ben şimdi bizim köşedeki Jamaikalı bakkala gitsem, anlatsam böyle böyle vs. “Ok what can I do sometimes” diyebilir.
ŞB: “Sizin için ne yapabilirim” yok yani.
EK: Hahaha. Yok. “Sokakta düşene bakılmaz” kısmı birazcık palavra ama Manhattan’da pek bakmayabilirler de, Brooklyn’de herkes koşuyor düşene. Hayat duruyor. Hattâ biri düşerse, kötü düşmüşse, üç dakika sonra ambulans bağıra çağıra geliyor yanında itfaiyeyle. Hani nerede düştü ne oldu bakıyorlar, itfaiye de canım benim her yere geliyor. Aşırı yakışıklı bu şehrin itfaiyecileri diye bir efsane bilirdim. Meğer o doğruymuş. Çoğu İrlandalı. Ben bir kere fotoğraf çektirmek istedim, Murat “Saçmalama lütfen” dedi, o sebepten kanıtlayamıyorum.

b39-eksb_02

SAKALLI BEBEK HADİSESİ ve DİĞER 80’LER SAÇMALIKLARI

ŞB: Şimdi ikimizin de hayatını bir dönem kâbusa çeviren sakallı bebekten bahsedelim mi, tam bu efsanenin üstüne? Tan gazetesindeki bu asparagas haber benim hayatımı cehenneme çevirmişti. Kitabındaki “En çok kimi sevdin?”  bölümü sakallı bebekle başlıyor.
EK: Hahah. Allah, boyu devrilsin onun. Bizim bir yazımızı yedi o sakallı bebek.
ŞB: Gecelerce uyuyamadım, “Ben bir uyanacağım ve sakallı bebek yanımda olacak”  diye.
EK: Ayyy. Kahkahalarla gülüyorum. Ben denize girmeyi çok severim, bir de kum çıkarmayı. O yaz her türlü deniz, kum aşkımı elimden aldı. Denizden kum çıkarırsam elini tutarım sakallı bebeğin diye, kıyıdan ayrılamadım günlerce.
ŞB: O kadar inanıyordum ki, o fotoğraf hâlâ gözümün önünde.
EK: Annelerimiz “Saçmalamayın” diyordu ve ikna olamıyorduk, çok komik. Hahah. Büyük bir gazetecilik başarısı aslında, baksana kaç sene geçti üstünden. O yıllardan kalma bir gazete saklamışım, “Ceyar yaşayacak mı?” yazıyor, manşetten verilmiş ve tam sayfa.
ŞB: Babam, “Yok kızım olur mu öyle şey” diyordu, “Tabii canım ben de inanmıyorum” diyordum. Ama odada gece yalnız kalınca al başına belayı. Günlerce gidip o gazeteyi aldım gizli gizli, acaba sakallı bebekten bir haber var mı diye.
EK: Tan gazetesinin çıkıp bizden özür dilemesi lâzım.
ŞB: Bak şimdi düşününce, acaba Benjamin Button mıydı o bebek?
EK: Geç meç bir özrü hak ettik.
ŞB: Sakallı bir ihtiyar mıydı yani.
EK: Andırıyor. Sakallı, mavi gözlü. Hayır, bebekte sakal ne? Allah korusun.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:39’a ulaşabilirsiniz.