Bartu Küçükçağlayan ile Defansif Dizayn ve dahası

Röportaj: J. Hakan Dedeoğlu - Fotoğraf: Aylin Güngör

“Yangın Akvaryum” ile ilk seslerini 2022 yazında duyduğumuz yeni Büyük Ev Ablukada albümü Defansif Dizayn, 2023’ün son ayına girerken yayımlandı. Dokuz parçalık koleksiyonun streaming servislerinde yerini almasına saatler kala Bartu Küçükçağlayan ile buluştuk ve hem Defansif Dizayn’ın ardındakileri hem de grubun ilk yıllarından bu yana dönüşümünü, “bir kumpanya gibi” işleyişini konuştuk. Sohbet MySpace’e, DasDas’ta sahnelenecek yeni Büyük Ev Ablukada konserlerine, Massive Attack’e ve Bant için de bir dönüm noktası olan To The City festivaline de uzandı… 


Fırtınayt’ın ‘Güneş yerinde, her şey yolunda’ ya da ‘Biz bu değiliz, bu bizden geriye kalan’ gibi daha çok sloganların bir araya getirdiği bir hikâye yapısı vardı. Bu daha bütün bir şeyi anlatıyor gibi. Bazıları bütün şarkıyı dinleyip sindirdikten sonra sana bir şey anlatıyor gibi hissediyorum.

James Hakan Dedeoğlu: Bu albümün plağı olacak mı?

Bartu Küçükçağlayan: Bu albümün plağı olacak. Şubata yetiştirmeye çalışacağız. Gerçi ben ne zaman tarih versem patlıyor. Ama olacak. 

J.H.D.: Yurt dışında mı üretilecek?

B.K.: Büyük ihtimalle Fırtınayt gibi Almanya’da basılacak. 

J.H.D.: Fırtınayt 500 adet basılmıştı. 

B.K.: 500 tane Fırtınayt var. 1000 tane Full Faça var etrafta dolaşan. Bizde de kalmadı. Evde bile yok. En son plağımı Fatih Akın’a verdim galiba. 

J.H.D.: Gerekirse söyle. Bizim evde iki tane var galiba. 

B.K.: En son 10 bin liraya satıldığını duydum Fırtınayt’ın. 

J.H.D.:İnanılmaz bu plak dünyası. Altın almak gibi bir şey. 

B.K.: 500 tane olduğu için öyle. Fırtınayt da hemen çıktığı gibi patlayan bir albüm olmadı. Plağı bastığımızda hepsini satamamıştık, hatırlıyorum. İkinci senesinde sattık. 

J.H.D.: Yanlış hatırlamıyorsam Fırtınayt çıktığında hayranlar arasında bir şaşkınlık, tatminsizlik, anlamama durumu da vardı. Sonra bir anda işler tersine döndü. “Hayaletler” ortalıkta dolaşmaya başladı. Şimdi düşününce “Hayaletler”i çok sevenler var ama Fırtınayt’ın en güçlü şarkısı o değil. 

B.K.: Evet. Fırtınayt’ın en az dinlenen şarkısı neredeyse “Hayaletler”. Biz bunu kendi aramızda da konuşuyoruz. Mesela Fırtınayt konserine gelirsen, biz ne zaman “Hayaletler” çalarsak bütün seyircinin zıplayıp coştuğu şarkı “Hayaletler”dir. Ama dinlenmede öyle değil. Bir arkadaşım fiziksel baskıların da olduğunu insanların oradan da dinlediğini söyledi. Ama bence alakası yok. Konserdeki versiyonu biraz daha gaz ve bizim interaksiyonumuzla daha da yükseliyor. Ona da bağlıyorum biraz. Ama mesela Fırtınayt’a geçişten bahsedebilirim. Biz önceki iki albümü albümleri çıkarmadan önce üç sene çalarak yapmıştık. Full Faça’yı da çıkarmadan önce üç sene çaldık, Fırtınayt’a geçişimiz de öyle olmuştu. Biz 2015’te ilk Fırtınayt konserini verdik aslında. Ama seyirci bize hep çok kötü bakıyordu. Dans etmiyordu. Yani dans ediyordu. Büyük Ev Ablukada hayranı olmayanları dans ettirmeyi başarıyorduk. Ama bir şaşkınlık vardı. Bence bu albümde de öyle bir geçiş olacak. Sence olacak mı?

J.H.D.: Bilmiyorum. Biz Aylin’le [Güngör] arabada dinledik. Yolda dinlemek iyi oldu. Ben çok sevdim. İnsanların çok da yadırgayacağı parçalar olduğunu düşünmüyorum. Tam tersi insanlar hemen sahiplenecek gibi geliyor bana. 

B.K.: Öyle mi geliyor?

J.H.D.: Bana öyle geliyor. Detayına ineceğiz albümün birazdan zaten… Sen az önce mesaj attın bana. “Biraz gecikiyorum, çocuklu evden çıkmak zor” dedin. Ben de ister istemez çocuklu evde beste yapmak nasıl bir şey acaba diye düşündüm. Bu arada Mevsim iki yaşında. 

B.K.: Neredeyse iki. Ocakta iki olacak. Çocuklu evde beste daha hiç yapmadım. Bu şarkıların hepsi eski. Yani ben pandemiden biraz önce başlamıştım bu şarkıları çalışmaya. Bizim biraz uzun sürüyor. Mesela bir şarkıda 30’larımdan bahsediyorum ve artık 40 yaşındayım. Bir şarkıda “2020 geçti üstümden” diyorum, 2024’e geliyoruz artık. Öyle düşün. Bu şarkılar neredeyse dört sene öncesinin şarkıları. Galvan’la beraber yaptıklarımız, daha yeni olanlar da var. Ama en yeni şarkı herhalde iki sene öncenin şarkısı. 

J.H.D.: Anladım. Evet bu zaman konusu sizde bir sorun demeyeyim. Ama…

B.K.: Sorun değil, evet. Bizim de tarzımız bu herhalde. 

J.H.D.: Sancılı bir süreç mi sizin için kayıt yapmak?

B.K.: Çok. 

J.H.D.: Sevmiyor musun?

B.K.: O değil. Vedalaşamıyoruz. İlk hâli bizi hiçbir zaman tatmin etmiyor. İlkinde de öyle olmuştu. MySpace’i sen iyi bilirsin. MySpace dönemlerimizde böyle değildik. Cembir’le bir şarkıyı öğlen yapmaya başlardık, ertesi günün sabahında onu MySpace’e yüklerdik ve onun heyecanıyla beslenirdik. Ama işte artık stüdyomuz oldukça, bir müzikal zevkimiz iyice oturdukça yıllandıkça hep beraber grupça akıl hastalıklarımız, teşhislerimiz arttıkça mükemmeliyetçiliklerimiz çoğalmaya başladı. Ayrılmakta zorluklar çekiyoruz. 

J.H.D.: Bu arada harika bir kararla gruba aşırı detaycı ve mükemmeliyetçi olan Can Güngör’ü alarak dertlerinize dert katmışsınız. 

B.K.: Ama şöyle de bir şey oldu. O bir yandan işimize de yaradı. Hani deli deliyi görünce sopasını saklarmış ya. Karşılıklı birbirimizi eğitmeye başladık. Çünkü Can’ın bütün numaralarını biz biliyoruz. Bizim bütün numaralarımızı Can biliyor bu hastalıkta gibi. Birbirimize yardımcı olup, “Sal burayı artık ya”, diyoruz. Birbirimize iyi geldik bu süreçte. Bu sürecin en azından sonlarına doğru diyeyim. Başları biraz sancılıydı. 

J.H.D.: Yine yanlış bir izlenim edinmiş olabilirim. Ya da yanlış bir bilgi. Sanki biraz gereğinden fazla uzadı bu süreç? Senle buluşmadan önce ekşi sözlük’e girdim. Millet tabii ki 2022’nin başından beri “Önümüzdeki ay geliyormuş galiba” gibi bir havada olmuş.

B.K.: Onun sebebi de şöyle oldu. Fırtınayt’ı da biz iki kere kaydetmiştik. Bunda da bir kayda başladık. “Yangın Akvaryum” kaydettik. Hedefimiz “Yangın Akvaryum”u çıkarıp hemen gidip albümün geri kalanını bitirmekti. Ben de Londra’ya gidecektim sonra. Fakat o sırada hem grup içinde hem çalıştığımız insanlarla aramızda birtakım uyuşmazlıklar yaşandı. Takvimleri belirleyemedik. Falan oldu filan oldu derken ben Londra’ya gitmek zorunda kaldım. O ara Can aramıza katıldı. Bir dönem Can’la beraber acaba uzaktan bu işi halledebilir miyiz, dedik. Ben Londra’da kayıtlar yapıyorum yolluyorumi onlar burada yapıyorlar. Öyle yapmaya çalıştık. Sonra yaptık yaptık; içimize sinmedi. 2022 sonu projesi o yüzden patladı. Sonra benim buraya geri gelmem, burada bir araya gelip kaydetmemiz gerekti. Hatta artık yeni bir gruptuk, yanımızda artık Can var, Zeynep (Oktar) vardı. Yeni bir grup olarak stüdyoya girip çalarak bu albümü kaydedeceğimizi anladık. Yani şarkılar bizi zorladı. “Beni böyle kaydedeceksiniz abi, bir araya gelmeden beni kaydedemezsiniz” dediler.  

J.H.D.: Ben şöyle bir şaşkınlık yaşadım. İyi ya da kötü bir yerden demiyorum. Geçtiğimiz yıl arada Mert’le ya da Gülin’le karşılaşıp “Nereye gidiyorsun?” diye sorduğumuzda, “Kayda gidiyorum” cevabı alıyorduk. Onlarla konuşurken edindiğimiz izlenim çok farklı bir şey gelecek gibiydi. Belki biraz daha elektronik bir sound mu gelecek acaba, diyordum. Şimdi albümü dinlediğimdeyse baya bir band sound’u duyuyorum. Stüdyoya girip çalınmış. Böyle bir şey hiç beklemiyordum açıkçası. O açıdan şaşırttı. Ama sen cevabını verdin işte, şarkılar öyle olmasını istemiş. 

B.K.: Biz de başta planlarken öyle olacak zannediyorduk. İlk şarkıları yaptığımda öyle ilerliyordum. Zaten bilgisayar başında yapıyorduk, zaten pandemiydi, herkes evlerindeydi. Bilgisayar seni daha çok elektroniğe de iten bir şey. Biraz Fırtınayt’tan sonra a onu yıllarca çalıp dans edince kas hafızam da beni oraya götürüyordu. Ama grubun içinde hep, özellikle Utku’nun da etkisiyle –çünkü Utku aramızda hep en çok çalışıp üretenlerden biri bu aralar, bu albümde de çok şarkısı var– onun gitar müziği bizi biraz çekti. Aslan da hatta biz ilk “Yangın Akvaryum”u yaparken, “Ben bu albüm öyle olmayacak zannediyordum ya” diyordu. Sonra işte gerçekten albüm ve şarkılar bizi oraya çevirdi. En son Can Güngör’ün de gelmesiyle. 

J.H.D.: Aslında grup oldunuz yani. 

B.K.: Evet. Tekrar grupça bir odaya girip ses çıkartan insanlar olduk. 

J.H.D.: Süper. Bunun muhtemelen sahneye de bir yansıması olacaktır. Spoiler veremeyiz şimdi tabii ki ama anladığım kadarıyla sahnede yeni bir dünya olacak. 

B.K.: Spoiler verebiliriz ya. Büyük bir dekor hazırlanıyor. Çıplak Ayaklar Dans Kumpanyası’yla beraber ortak bir çalışmamız olacak yine. Onlarla yıllardır bir şeyler yapıyoruz beraber ama bu sefer bir şov üstüne beraber çalışıyoruz. Hem brass’lı, üflemeli sazlar da var yanımızda. Dans, hareket, dekor, ışık, görkemli bir şey planlıyoruz. Bunu da alışılmış konser gibi değil de İstanbul’da sadece orada çıktığımız bir tiyatro gibi düşün. 

J.H.D.: Bu formatı her yere taşımayacaksınız yani. 

B.K.: Hayır. Sadece DasDas’ta çalıyoruz. Ayda iki kere. 

J.H.D.: Her ay DasDas’ta iki kere çalacaksınız yani?

B.K.: Evet bütün sezon boyunca her ay sadece iki kere çalıyoruz. Başka hiçbir yerde çalmıyoruz.

J.H.D.: İstanbul’dan bahsediyoruz tabii?

B.K.:Evet evet. 

J.H.D.: Niye böyle bir karar verdiniz? Kendinizi evde mi hissetmek istiyorsunuz?

B.K.: Biz hepimiz tiyatrocu olduğumuz için o refleksimiz öyle çalışıyor. Bir de o şovu oraya göre tasarladık. DasDas’ın salonuna göre tasarladık bütün dekorumuzu. Hatta DasDas’ın alışılagelmiş sahnesinin kurulduğu yere değil de onun karşı tarafına kuruyoruz. Oraya göre bir dekor yapıldı, ışıklar yapıldı. O şovu İstanbul’da başka bir yere taşımamız zor. 

J.H.D.: Ama İstanbul’da başka yerlerde konser olacak da bu formatta olmayacak gibi di mi? Doğru mu anlıyorum?

B.K.: Hayır. İstanbul’da başka konser olmayacak başka yerlerde. Belki yazın festival falan olabilir.

J.H.D.: Akustik?

B.K.: Akustik olabilir ama Defansif Dizayn’ı dinlemek istiyorsanız DasDas’a geleceksiniz. 

J.H.D.: Güzel ve cesur bir karar. 

B.K.: Bir risk aldık açıkçası. Sonuçlarını bilmiyoruz. Göreceğiz. Çok para da harcadık dekora, şova. Sadece sahne üstünde 20 kişi falanız, sahne arkasıyla kimbilir kaç kişiyiz.. İnsanlar tepki gösteriyor bilet neden bu kadar pahalı diye ama başka türlü yapamayacağımız bir durumdayız şu anda. Çok fazla kişi çalışıyor. 

J.H.D.: Konserler başlayınca insanlar anlayacaktır neden böyle olduğunu. Aylin, hoş geldin. Bu arada bu bir soru bile değil de Aylin’le de konuştuğumuz bir şey. Türkiye’de en iyi canlı performans deneyimini veren grup sizsiniz bence. 

B.K.: Teşekkürler. 

J.H.D.: Çıktığınız dönem adınızla çok ilham oldunuz. Hani tamlamalı gruplar, kalabalık isimli gruplar… Ama bence sahne performansınızdan ilham alıp size yetişmeye çalışan bir grup yok hâlâ maalesef. 

B.K.: O açıdan bizim elimiz şanslı. Cembir, Galvan, Utku, ben hepimiz bir tiyatro tedrisatından geçtik. Artık Aslan da on senedir bizle çalıyor. Aşağı yukarı sahne disiplini nedir’i öğrendi o da. Teknik ekibimizin de çoğu tiyatro kökenli. O yüzden şanslıyız. Kolay bir şey değil yoksa gerçekten sahnede o enerjiyi yakalamak. Şarkılar da tabii yardımcı oluyor buna. Birçok şey bir araya geliyor. Sahne, gösteri, ışık, dekor. Seyircinin senden bir şey istemesi lazım, senin ondan bir şey istemen lazım. Karşılıklı bir alışveriş olması gerekiyor. 

J.H.D.: Mesela sizin böyle boks ringi gibi ortaya kurulduğunuz bir konser vardı. Moda Sahnesi’nde. O çok güzeldi. Seyircinin kendinden geçtiğini hatırlıyorum. 

B.K.: Aa evet, şimdi hatırladım. İki kere yapmıştık. Bir tanesi daha güzeldi. 

J.H.D.: Herkes ringin dört köşesinde, sen Gülin’le ortadaydın. 

B.K.: Evet, doğru. Cembir… Sadece Cembir demeyeyim de, bizim sağlam bi departmanımız var uzun bi süredir. Cem’in çırakları da artık ustalaşacak yaşa geldi çünkü. Yasin var, Muhtar var. Artık biz bir mekâna girdiğimiz zaman bu mekâna göre ne yapabilirizi düşünecek lükse geldik. Arkamızda sadece beyaz perde ve ışıkla konser nadiren veriyoruz. Bir numara kesin yaparız. Ya çok ışık kiralarız mesela. Bizde para konsere harcanır yani. Maalesef öyle.

J.H.D.: Sonra da kendini çıkarması gereken bir girdaba dönüşüyor. Konserden para kazanmak gerekiyor. Çünkü albüm satışları diye bir şey yok?

B.K.: Biz yine de bağımsız bir grup olduğumuz için birazcık daha şanslıyız. Ya da bazen değiliz. 

J.H.D.: Şanslı mısınız bu arada? Onu da soracaktım yani. Çünkü en başından beri kendinizi kendiniz çekip çeviriyorsunuz aslında. 

B.K.: Şöyle söyleyeyim. Aşağı yukarı 20 kişi filanızdır. Hepimiz sigortalıyız yıllardır. Bütün çalışanlarımız sigortalı. Öyle bir düzen var bizde. Genelde böyle olmuyor. Biz harbiden bir ekip olarak yıllardır böyleyiz. Aramızda 19 yaşından beri çalışan arkadaşlar var 30 yaşına geldiler… Bir kumpanya gibi çalışıyoruz. Aynı zamanda bir şirket gibi de çalışıyoruz.  Kumpanya tarafını daha çok biz şirket tarafını Ceo’muz ‘Kp’ yönetiyor.


“Büyük Ev Ablukada hep ağır basıyor. Bütün ilgimi, vaktimi, hayallerimi buraya akıtıyorum. Zaten oyunculuğu Bartu Ben’i yazarken bıraktım galiba.”

J.H.D.: Bu arada denediğiniz başka açılımlar da oldu. Mesela Külah vardı Karaköy’de. Nefis bir etkinlik mekânıydı. 

B.K.: Geçen gün Can Güngör’le de onu konuştuk. Can’ın albümü bizden çıktığı zaman, “Böyle bir lüks yok” diyordu, yukarıda konser provası yapıyor, sonra gece aşağı iniyor –Külah bizim konser mekânımızdı–, gece istediği saatte konser provasını mekânda yapabiliyordu. Orada bir sene boyunca birçok insanın konserini yaptık. 

J.H.D.: Ben de çalmıştım orada.

B.K.: Doğru, sen de çalmıştın. 

J.H.D.: Albüm çıktı konserim orada olmuştu. Gaye Su Akyol’un ilk konseri orada olmuştu ki Gaye Su Akyol’un ilk albümü de sizden çıkmıştı hatta.

B.K.: Doğru. Evet. Doğru. Biz orada bir şeyi tam yakalamıştık ve bir ileri götürecek gücümüz vardı. Ama bizim Külah’tan çıkarılmamızı ve oradaki oyunu biz sonradan anladık. O semtin ele geçirilmesinden tam önceki zamanda biz oraya girmişiz. Bilmeyenler varsa, Tophane Rıhtım Stüdyosu’ydu bizim stüdyomuz. Orada iki katlı bir eski külah fabrikasında yukarıda stüdyomuz, aşağıda konser mekânımız vardı. 2010’dan sanırım 2015’e kadar falan oradaydık. 

İlk girdiğimizde karşımızda hurdacılar vardı. Kâğıt toplayanların uyuduğu terk edilmiş bir bina vardı. Yanımızda yine hurdacılar vardı. Terk edilmiş bi sokak. Sonradan anlıyorum Galataport’la beraber orası ele geçirildi ve şu an ne bileyim böyle, Sultanahmet gibi bi yer oldu. Bizi attılar yani oradan. Berlin’de filan olsaydık herhalde orayı kapatmayalım diye bize fonlar verirlerdi.

J.H.D.: Berlin’de sevilen mekânlar destekleniyor. Boşver ama şimdi. Girersek hiç çıkamayız oradan. 

B.K.: Ama her şey daha başka olabilirdi orada, bir sahne yaratabilirdik. Sonra sadece uzun isimli gruplar filan gibi altı boş bir sahne yaratılmış gibi oldu. Onun daha dolusunu yapabilirdik orada. 

J.H.D.: Yo, bence hiç altı da boş değil. Özellikle bundan bahsetmek istedim. Büyük Ev Ablukada sadece çok güzel konserler verip beş yılda bir albüm yayımlayan bir ekip değil aslında. Baya bir yerde başka üretimlerde bulunan, içi dolu bir sürü iş yapan bir ekip. Spotify’dan açıp dinleyen insanlar için sadece bir grup gibi algılanabiliyordur belki ama öyle değil. Başka konuya geçeyim. Çocuklu evde müzik yapmayı sordum ama zaten evde yapmadım, dedin. 

B.K.: Evde yapmadım demek istemedim. Mevsim henüz doğmamıştı. Merve hamileydi. Hatta şöyle… İlk demo kayıtlarım benim hep kısık sesle söyleyerek. Sonradan o şarkıları açmaya da biraz zorlandık hatta. Merve içeride uyuyor diye ben hep kısık sesle bestelemişim. 

J.H.D.: Merak ettiğim şeylerden biriydi bu. 

B.K.: Çünkü ben gece çalışan biriyim. Şimdi gece Mevsim uyuyor, Merve uyuyor, ben yüksek sesle bir şey yapacağım zaman onlardan uzak bir yerde olmam lazım. Stüdyom benim şu an ikisinin odasının ortasında. O yüzden o set up bir değişecek sanırım. 

J.H.D.: Peki şarkıların sözleri de bir o kadar eski mi? Yoksa son dönemeçlerde sözler yeniden mi yazıldı?

B.K.: Bazıları eski. İlk kaydetme zamanında yazılanlar da var. Son aylara girdiğimizde de artık bazı laflar değişir, satırlar değişir. Galvan’dan bir şeyler çalarım, koyarım. Galvan’la burası iyi, burası kötü diye konuşuruz. Can Güngör’e de sorarım. O iyi deyip geçiyor genelde bu aralar ama. Mesela 18 yaşında yaptığım bir şarkıdan bir söz de var bir şarkıda. 

J.H.D.: Çok güzel. Aslında şunu da merak ediyordum: Sen aslında diğer vokalistlere ya da şarkı sözü yazarlarına kıyasla kesinlikle çok daha fazla kelime, cümle kullanan birisin. Dolayısıyla bu albümde daha da fazla lirik var gibi geldi. Doğru di mi?

B.K.: Evet. Çok var. Hatta bizim şarkılar şöyle oluyor diye şakasını yapıyordum geçen: müzik – laflaflaflaflaflaflaflaflaf – müzik. 

J.H.D.: Çok iyi. Demin Merve uyuyordu deyince, sessiz kalmak daha mı çok yazmana vesile oldu acaba diye düşündüm. Ya da bilmiyorum, yazmaktan daha mı çok keyif aldın son yıllarda? Liriklerin içeriklerine de geleceğiz bu arada…

B.K.: Bence bu benim bilgisayar karşısında deftere yazmadan yaptığım bir albüm olmasıyla ilgili. Elimde kalem olmadan klavyeye yazmadan, söyleyerek, deneyerek yaptığım bir albüm. Eskiden bizim kocaman bir defterimiz vardı Galvan’la. Stüdyoda oturup o deftere bir şeyler yazardım ben. Gelen giden olur, o muhabbetlerden laflar yazardım. Günlük gibi düşün. Ben stüdyoda kalıyordum aynı zamanda. Orada yaşayan bir alan, bir organizma vardı. Artık öyle değil. Artık evdeyim. Pandemiden sonra da artık kendime evde bir set up kurdum ve Büyük Ev Ablukada’nın biriktirdiği müziklerinden ayıklayıp onların üzerine canlı kayıt yaparak laflar bulmaya çalıştım. Bizim eskiden de uzundu laflarımız. Klasik dörtlüklerle yazılmış Türkçe rock şarkıları gibi değildi. Benim kafamı o konuda Yasemin Mori açmıştır. Yasemin Mori’nin ilk albümü. Daha uzun laflar söyleyebileceğimi anlamıştım. 

J.H.D.: Mesela “Defne” şarkısında iyice bu işin belini büküyorsun. Kelimeler giriyor her yere. Ben Türkçede de İngilizcede de liriklere hemen dikkat kesilen biri değilim ama bu sefer iyice dinlemeye başladığımı fark ettim. Notlar da aldım. Daha duygusal, karanlık, içten ve hesaplaşmalı gibi geldi. Bunlar benim hislerim, çok yanlış da olabilir. Genelde kafiye ve kelime oyunları ön plana çıkarken bu sefer yine varlar ama burada acıklı bir şey de var gibi hissettiren çok fazla lirik oldu. Öyle mi gerçekten? 

B.K.: Ben şuna çok inanıyorum. Sen neler biriktirdiysen benim şarkılarımı da öyle dinleyip öyle bir yerlere koyuyorsun. Ben de neler biriktirdiysem bir şekilde onlardan bahsediyorum. O yüzden her dinleyende onun değişeceğine eminim. Ama Fırtınayt daha slogan gibi olan sözlerden ibaretti. “Güneş yerinde, her şey yolunda” ya da “Biz bu değiliz, bu bizden geriye kalan” gibi daha çok sloganların bir araya getirdiği bir hikâye yapısı vardı. Bu daha bütün bir şeyi anlatıyor gibi. Bazıları bütün şarkıyı dinleyip sindirdikten sonra sana bir şey anlatıyor gibi hissediyorum.

J.H.D.: Genelde bir şarkının ismi albümün adı olur ama bu albümün adı da tek başına bir şey anlatmaya çalışıyor gibi. Var mı bir hikâyesi?

B.K.: Var. Basçımız Mert mimarlığı bırakmıştı, sadece müzik yapacağım, diye. Onunla beraber çalışmaya başlamıştık.

J.H.D.: O dönem Mert’le beraber biz de albüm kaydetmiştik. Çok da güzel bir süreçti. 2019’du.

B.K.: Aynen. Mert işte mimarlığı bırakınca biz evde sabah 9 akşam 6 seansları yapmaya başlamıştık. O bir bilgisayarda ben bir bilgisayarda çalışıyorum. Ara ara durup mola verip YouTube’dan bazen felsefecileri bazen başka şeyleri araştırıyoruz. Bir keresinde mimarlıkla ilgili bir şeylere bakarken Mert bana hostile design diye bir şeyden bahsetti. Kullanıcıyı iten tasarımdan bahsetti. Kullanıcı dostu olmayan. Bu fikir benim ilgimi çekti. Aynı zamanda Mert’in evinde bir akvaryum vardı ve onda çözemediği bir şeyler vardı. Sürekli akvaryumun içinde bir şeyler yanlış gidiyor ve o düzeltmeye çalışıyordu. Onu hatırlıyorum. “Yangın Akvaryum”un fikri oradan çıktı. “Yangın Akvaryum”, Mert’in yaptığı iki ayrı şarkıydı, sonra onları birleştirdik. Cembir de güzel bir giriş fikri buldu. Tüm bunlar olurken albüm de gelişmeye başladıkça biz şarkıları yaparken artık dinleyiciyi biraz iten ögeleri de şarkılara grupça yerleştirdik diyebilirim. Nakaratları sona attık tekrarlamadık,  Bir solo atılacak mesela, Cembir dedi ki, “bu atonal olsun, kulağa iyi gelmesin”. 

J.H.D.: Çok doğru. “Şiraze” di mi? Hatta arabadayken dinliyorduk işte ve o çalarken irkildik. Ses de yüksek giriyor. 

B.K.: Tam olarak tasarladığımız bir şey işte o bizim. Hatta onu yaparken babam hiç sevmeyecek şarkının burasını dedim. İki gün önce babam telefonda dedi ki, “Şiraze”de yanlış bir şeyler var. O yüzden evet, riskler alındı. Dinlemesi zor. Ama anlayınca, keyfine varınca oluyor. 

J.H.D.: İkinci, üçüncüde daha çok keyif almaya başladım. 

B.K.: Tophane Noise Band’le ortaklaşa bir şey yaptık, Mihranlarla. Orada mesela şarkı zeytinyağı kutularına vurarak başlıyor. 

J.H.D.: Neydi adı?

B.K.: “Karargah”. Tamamen TNB’nin atıklardan çıkardıkları seslerle bize eşlik ettiği bir Galvaniz Gelbiraz şarkısı.

J.H.D.: Ki çok da güzel bir şarkı bu arada. Bu albümün açık ara öne çıkanlarından olur gibi hissettim. 

B.K.: Ben de evde sürekli “Karargâh” dinliyorum. 

J.H.D.: Babandan bahsettin az önce. Ailen seviyor mu senin müziğini? Nasıl durumlar? Yoksa oyunculuğu mu tercih ederlerdi?

B.K.: Ben hâlâ sahnede babamın gitarını çalıyorum. Ben küçükken babam o gitarı çalardı. Babamın sesi benden daha güzeldir, benden daha güzel gitar çalar. Bu sene o da kendine bir şey yapacak. Okan Yalabık’tan bir söz aldı. Bakalım gerçekleşecek mi. Babam ilk konserimizden beri bizi takip eder. 

J.H.D.: Peki şunu da soracağım ister istemez. Röportajı grupla değil senle yapıyorum çünkü. Bartu dünyasında neler oluyor? Oyunculuk rafa mı kalktı? Bilinçli bir şekilde istemiyor musun?

B.K.: Yani bilinçli bir şekilde istemiyorum değil. Ama Büyük Ev Ablukada hep ağır basıyor. Bütün ilgimi, vaktimi, hayallerimi buraya akıtıyorum. Zaten oyunculuğu Bartu Ben’i yazarken bıraktım galiba. Onu yazdım, oynadım. Devam ederim, 10 sene daha yazarım gibi hissediyordum. Ama orada o kadar çok içimi döktüm ki bir sıkıntı geldi. Devam etmek istemedim. 

J.H.D.: Genelde oyuncuların bir kısmı müziğe öykünür ve denerler ama tam olmaz ya. Global olarak böyle yani. Sende tam tersi oldu. Gerçi sende hep ikisi beraber vardı. İlk öne çıkan etiketin oyunculuk oldu ama günün sonunda geldiğimiz noktada müzisyen kimliğin oyuncu kimliğini yemiş gibi görünüyor. Bu da nadir rastlanan bir şey. 

B.K.: Bunu ben de yeni yeni sindiriyorum. İki sene önce falan Instagram profilinde meslek soruyor ya, oraya müzisyen yazabilir miyim acaba ya, diye düşünürken kendimi yakalamıştım. Ama bu yine benim şansımdan kaynaklanıyor. Genellikle oyuncu olup müzik yapmak isteyenler gene oyuncularla beraber yapmak isterler. Benim gerçekten müziğe sevdalanmış insanlarla sarılı etrafım. Ayrı ayrı işleri olsa da çocukluğundan beri müziğe sevdalılar. 

J.H.D.: Gülin de senin gibi. 

B.K.: Evet. Galvan da öyle. Ben lisede barlarda çalarken Galvan tiyatro okuyordu üniversitede Eskişehir’de. Galvanların evine giderdim, Galvan gitar çalıp şarkı söylerdi. Ben de hep konservatuvarda müzikle benim kadar ilgili olan birini bulmaya çalışmıştım. Cembir’i bulana kadar bu sürdü. 

J.H.D.: Okan Urun da bu arada şu an burada. Üst katta oyun provasında. Sen gelmeden önce onunla konuşuyorduk. Soru sormak istiyorsan ileteyim dedim. O da gülerek Mercimek geri dönecek mi dedi tabii ki. Az önce anlattıklarından dönmeyecek gibi anlıyoruz. 

B.K.: Dönedebilir. Bilmiyorum. Bartu Ben yazmaya çalışıyorum ama orada bütün sıkıntımı, dertli olduğum şeyleri o kadar kusmuşum ki yeni bir şey olacak kadar o sektörün içine tekrar giremedim. Artık oradaki dertler orada kaldı. O dizideki Bartu’ya yeni dertler bulmam gerekiyor ve onları yazacak kadar kurgusal bir yazar değilim. İçimden çıkması gerekiyor. Beceremedim. 

J.H.D.: Peki Bartu Ben yazarken kendin ve etrafında gelişen şeyleri yazıyordun. Onun dışında şeyler yazmaktan keyif alan biri misin? “Benle ilgili olmayan şeyler de yazarım hatta yazıyorum” gibi bir şey var mı?

B.K.: Yazıyorum yazıyorum, senaryolar yazıyorum. Ama albüm süreci o kadar üzerime çöktü ki. Fırtınayt’tan sonra da böyle olmuştu. Fırtınayt’ta kısa kafiyeli kelimeler, melodiler bulmak için o kadar zorlanmıştım ki çok zorlu bir süreçti Fırtınayt’ı yazmak da bizim için. Çok basmıştı beni. Bir kusura bakma lafı için iki ay uğraşıyordum. Bartu Ben de öyle çıkmıştı. Fırtınayt bitti, ben Bartu Ben’i 1500 sayfa yazdım uzun uzun  gibi bir şey oldu. 

J.H.D.: Bu albüm sonrasında da belki benzer bir şey gelir. 

B.K.: Belki gelir. 

J.H.D.: Peki albümde bu şarkı benim favorim, dinleyeceklerse ilk önce bunu dinlesinler gibi bir önerin var mı?

B.K.: Evde sürekli “Karargah” dinliyorum albüm çıktığından beri. Çünkü bir de en son kaydettiğimiz şarkı. Teknik olarak da Tophane Noise Band’in vaktiyle bizimki uymadı ve albüm bittikten sonra kaydettik “Karargah”ı. Aslında böyle değildi başta şarkı. Cem’in kurduğu hayal gerçek oldu, Galvan’ın yazdığı şarkı onunla birleşti ve Tophane Noise Band’le o taçlandı. Zaten “Kopuk Uçurtma” ve “Karargâh” albümü sırayla dinlerseniz birbiriyle birleşiyor, tek şarkı gibi oluyor. Yani  “Kopuk Uçurtma”yı da çok seviyorum.:)

J.H.D.:Ben de. Albümün en kişisel şarkısı gibi tınlıyor. “Karargah”ta da ister istemez, benzetmek için demiyorum ama Massive Attack-vari karanlık ve yürüyen his çok güzel. 

B.K.: Biz yıllarca Massive Attack gibi şarkı yapmak istedik ve sonunda yaptık. Galvan’la onu konuşuyoruz. Senden de bunu duymak çok güzel. Hatta çok Massive Attack’e benzediği için bazı yerleri değiştirmek zorunda kaldık. 

J.H.D.: Çok iyi. Günün sonunda o kadar da benzemiyor. Ama bileni seveni o ruhu alır. 

B.K.: Benziyordu önceden işte. Berke Can Özcan da çalıyor o şarkıda. Can Güngör’le “Teardrop” parçasının ritmini çok net kullanıyorlardı şarkıda ve o aşırı çok benzetebiliyordu. Arkadaşlar, o kadar da değil, dedik. Senin de Massive Attack demen çok hoşuma gitti. Can Güngör’e de söyleyeceğim. O çünkü “Kim Massive Attack diyecek?” diyordu. 

J.H.D.: Akşam 12’den sonra n’apacaksınız? Var mı bir sistem, plan?

B.K.: Dün gece 2’de Galvan bana mesaj attı. Yarın sizde kalabilir miyim? Yalnız başıma albümün çıkmasını beklemek istemiyorum, diye. “Tamam, gel” dedim. 

J.H.D.: Peki sen kim ne yazmış, ne paylaşıldı çok takip eden biri misindir?

B.K.: MySpace günlerinde Cembir’le beraber Okan Yalabık’ın evinde “En Güzel Yerinde Evin”i kaydetmiştik. Daha önce müziğini Cembir yapmıştı, ben mırıldanıyordum bir şeyler . Evde bir gece sözlerini yazdım, şarkı bitti gibi oldu ama tam da bitmedi. Okan Yalabık’a gidelim, kaydedelim bunu bu gece dedik. Gittik. Ben şarkının bir kısmını “Artık karanlık hurda bir eşyadır, en güzel yerinde durur evin” kısmını Okan Yalabık’ın yatak odasında yazdım. O şarkıyı o gece orada bitirdik, USB stick’e attık, arabaya taktık ve sabah eve dinleyerek geldik. Sonra da MySpace’e yükledik. Yattık, sabah kalktık. Hemen Cembir’le kaç kişinin dinlediğine baktık. 180 kişi dinlemişti. 180 kişi inanılmaz büyük bir sayıydı bizim için. Sürekli sayfayı refresh edip, 185 oldu, 200 oldu diye heyecanlanıyorduk.

J.H.D.: Eski ofisteydik MySpace zamanında. Ben de çok iyi hatırlıyorum. Deniz Bankal gelip yeni şarkı yüklemişler diyordu. Ofiste açıp dinlediğimizi hatırlıyorum. 

Aylin Güngör: Ben de şunu hatırlıyorum. Bant dijitale geçtiği zaman ilk günümüzdü. Kötü bir olaydı bu. Biz kapanmış ve yeniden küllerinden doğmuşuz, dijitale geçmişiz. Ofiste bir mailing yaptık tanıdığımız herkese, 5 bin kişiye falan. Ve mail’i açanlara bakmaya başladık. Dünya haritasından takip edebiliyorduk. Japonya’dan biri açıyorsa, bu bilmem kimdir gibi tahmin yürütüyoruz. Çünkü tanıdığımız biri olduğunu da biliyoruz. Çok güzeldi. 

B.K.: Mesela şöyle bir hikâye var. Ben de onu çok seviyorum. 2012’de Full Faça’yı, Dünyanın Son Konseri’ni canlı yayımlamıştık internetten. O zaman YouTube’da bile canlı yayın yoktu. Tır filan kiralamıştık. Spotify da yoktu o zaman. Yani İngiltere’de olduğunu görmüştüm ama burada yoktu. İnternet sitemizde albümümüz bedava da olsun dedim. Bizi ekonomik olarak batıran bir kararla bu albüm buyukevablukada.com’a kondu ve uzun yıllar Full Faça siteden bedava dinleniyordu. Albümün çıktığı gün albümü siteye yükleyen arkadaşla telefonda konuşuyorduk. Can Başyiğit diye bir arkadaşımızdı. Can, “Albümü şu an dünyaya salıyorum, açıyorum siteyi” dedi. Aç, dedim. Açtı. Ben Facebook’a yazdım albüm yayında dinleyebilirsiniz diye. Can siteyi açmış arkasına yaslanmış, üst katta “Havadar” çalmaya başlamış komşudan.

J.H.D.: Harika! Bu akşam da olabilir aynısı. 

B.K.: Keşke.

J.H.D.: Benim soracaklarım şimdilik bu kadar. 

B.K.: O halde bütün dinleyenleri, seyircilerimizi 15-16 Aralık’ta DasDas’a bekliyorum. 

J.H.D.: Seyircileri bambaşka bir performans bekliyor. Çok da güzel olacağına şüphem yok. Ocaktaki konserlere kadar da başka bir yerde izleyemeyeceksiniz zaten.

B.K.: Çıplak Ayaklar Kumpanyası, TNB… Her şeyi canlı çalacağız, tüm albüm canlı canlı yüzünüze vuracak görsel bir şölenle birlikte.

J.H.D.: Plak olacak ama konserden sonra sanırım.

B.K.: Konsere yetişmiyor. Önceden satmak da istemedik.

J.H.D.: Merchandise yapmıyor musunuz hiç?

B.K.: Bu albümde yapacağız.

J.H.D.: Hafta sonundaki konserde olacak mı? Bir tişört vs. alabilecek miyiz?

B.K.: Planlanıyor, tişört değil de daha farklı şeyler tasarlanıyor. Otellerde kapıya asılan şeyler gibi tasarımlar. Bizim konserlerde taktığımız kolyeler vardır, o kolyelerden olabilir. 

J.H.D.: Biz hep BaBa ZuLa’nın küllüğünü örnek veririz, çok güzel bir fikirdir. 

B.K.: Duman’ın çakmakları vardır… Biz bu işe başlarken müzik endüstrisine o kadar düşmandık ki… “Albüm de çıkarmayacağız” diyorduk biz 2008’de, bedava yayımlama durumu da oradan geliyor.

J.H.D.: Röportaj da vermiyordunuz.

B.K.: Evet, kim olduğumuz bilinmeyecek, grup fotoğrafı çektirmeyeceğiz, merchandise’ımız olmayacak… Böyle bir manifestomuz vardı. Bunların hepsini yavaş yavaş yiyoruz, merchandise’ı da bu sene yedik sanırım.

J.H.D.: Ama siz değişmeyi seven bir ekipsiniz.

B.K.: Zaman da değişiyor, artık düşman olacağımız bir müzik endüstrisi de kalmadı diye düşünüyorum. 

J.H.D.: Evet, ne olduğu belli olmayan tuhaf bir bulut gibi süzülüyor havada. 

B.K.: Bu arada bahsetmek istediğim bir şey var! Büyük Ev Ablukada olarak neredeyse maceramızın başında, sizin To The City festivalinizde, sizin konserinizde çalmıştık.

A.G.: O eski formatımızın, yani sadece Bant olarak anıldığımız formatın öldüğü festival aslında. 2011’de, arkaoda’da… Basılı Bant’ın bittiği ve bizim dijitale geçmek zorunda kaldığımız festival. Bitmesine sebep olan festival hatta. 

B.K.: Çok mu para istemiştik ne yapmıştık? 

A.G.: Hayır, tabii ki! Siz bize büyük bir kıyak yapmıştınız. Normalde bu festival Krek’in orada, Tamirane’de olacaktı. 

B.K.: Hatta bir önceki sene yapmıştınız orada değil mi? Hatta o festivalde Erkin Gören de sahne almıştı, biz daha hiçbir yerde çalmazken bizim bir şarkımızı coverlamıştı. 

J.H.D.: Evet. 2010’daki Demonation Festivali’nde sponsorumuz Sennheiser’dı ve Krek ekibi ile ilk kez bir araya gelmişlerdi. 

A.G.: Bill Clinton da gelmişti o gün. Limolar geldi, korumalar… Kapı açıldı, Bill Clinton’ın bacağını gördük. Konuşma yapmaya gelmiş. Ufak çaplı bir protesto da vardı, o protestolardan kaçmak için zaten Tamirane’nin oraya gelmişler. Neyse, sonra diğer festivali yapamadık işte. Bir sürü grup book ettik, festivalin haberleri gazetelere çıktı. Sonra parayı vermeyecekleri ortaya çıktı. Büyük bir miktarı Amerika’dan İngiltere’den iptal fee’lerine verdik. 

J.H.D.: Siz de böylece arkaoda’nın üst katında ilk ve son kez çaldınız. İnanılmaz kalabalık ve sıcaktı tabii ki.

B.K.: Ben ilk başlarda Peyote konseri verdiğimizi hatırlıyorum. Hakan Orman’ı da anmış olayım. Sahneye çıkmam gerekiyordu. Tuvaletten sahneye 15 dakikada falan gidebilmiştim. Yani ben sahneye ulaşamadığım için konser 15 dakika geç başlamıştı. 

J.H.D.: Sizin geniş kitleye ulaşmanız epey bir zaman aldı ve geniş kitle dinleyiciniz o zamanlarınızı büyük ihtimalle bilmiyor. Ama çok heyecan verici bir dönemdi. Yerli sahnede belki de MySpace’in ürettiği ilk gruplardansınız.

B.K.: Olabilir, benim en büyük hayalim eski Babylon’da çalmaktı. Ben Eskişehir’deyken annemlere “Arkadaşımda kalıyorum” diye yalan söyleyip trene atlayıp buraya gelip Babylon’da konser seyrederdim. MySpace’ten sonra ilk konserimizi verdik, üçüncü konserimiz Babylon’da yapıldı. Ben inanamadım. Babylon’da o zaman kimler çalıyordu. Bizim albümümüz bile yoktu ama deli gibi bilet satıyorduk. Babylon’un Kemancı’daki gibi her hafta çalan grupları da olmazdı ama biz her ay Babylon’da çalıyorduk. İnanamıyordum.

A.G.: Bizim de çevremizde bir anda Mirkelam gibi bir şey olmuştunuz. Bize küçük bir gıcıklık geldiğini de hatırlıyorum. 

J.H.D.: Sebepsiz yere değildi o. O iş karşılıklıydı. O zamanlar ekipte olan Seden (Mestan) sizinle röportaj yapmayı çok istiyordu. Ama röportaj vermemiştiniz. 

B.K.: Bir anımızı anlatayım. O zamanlar Roll dergisinden 1+1 Express’e geçildi. “Güzel Şeyler Bizim Tarafta için röportaja gelecekler” dediler bize ama ayrı ayrı almak istiyorlar sizi dediler. Tamam, dedik. Roll ekibinden biri geldi, ses kayıt aletini açar açmaz Büyük Ev Ablukada’yı konuşmak için geldiğini söyledi. Ben de konuşmayacağımı, röportaj vermediğimizi söyledim. Roll dergisini de çok severim, hâlâ evimde durur bütün sayıları. Pişmanım. 

A.G.: Biz de o röportajın üzerine gelmiştik. Senin Melikşah (Altuntaş) ile tanıştığın gün o. Melikşah’ın da ilk röportajıydı. Oyun ekibiyle yapacaktı… Çok zorlamıştınız Melikşah’ı…

B.K.: Olabilir. Biz o zamanlar çok zor bir ekiptik. Gençtik, rock’n’roll da vardı… 20’li yaşlar, çoğu şeye kapalıyız, şapkamızı takıp ukala cevaplar verirdik. Melikşah’ı çok zorladığımızı hatırlıyorum. Hâlâ da zorluyorum…