Nesiller arası birikmiş öfke: Beef

Yazı: Ezgi Oğraş

Beef, bir perakende mağazasına ürün iadesi yapmaya gelen Danny Cho (Steven Yeun) ile açılıyor. Alışveriş kuyruğunda gergin biçimde beklerken etrafında gelişen neşeli sohbeti izleyiş biçimi, kontrolümüz dışında devam eden hayata ayak uyduramadığımız anların tanıdık bir tasviri. Mağazanın faturasız iadeyi kabul etmemesi ve ardından otoparkta çalan korna sesi, Danny’nin içinde biriken zehirli duyguların ortaya saçılması için kırılma noktası oluyor. 

Bu yazı, henüz Beef dizisini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Kırmızı bir kamyonetin sürücü koltuğunda oturan Danny’nin, otoparktaki korna sesinin sahibi olan lüks aracı takip etmeye başlamasıyla devam ediyor ilk bölüm. Los Angeles sokaklarında kilometrelerce sürecek bir kovalamacayı izlerken buluyoruz kendimizi. Başta nedenini anlamlandırmakta zorlandığımız bu öfke, 10 bölüm sürecek dizinin anlatısını çevreliyor. Modern çağ öfkesinin dışavurumunu; yalnızlık, umutsuzluk, kaygı gibi insanlığın karanlık doğasını oluşturan duyguları araştırarak, katartik bir intikam hikâyesi biçiminde sunuyor Beef. Bölüm isimlerinde Franz Kafka, Simone de Beauvoir, Joseph Campbell, Sylvia Plath gibi isimlerden, hikâyenin bağlamına da uyacak biçimde eşlik eden alıntılar kullanılıyor.

Beef’teki öfke; nesiller arası birikimin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Danny’nin ailesi, kuzeni Isaac’in yaptığı yasa dışı anlaşma nedeniyle motellerini kaybederek Güney Kore’ye dönmek zorunda kalıyor. Kardeşi Paul’la birlikte yaşayan ve inşaat işleriyle geçimini sağlayan Danny, ailesinin Amerika’ya geri gelmesini sağlamak için çalışan iyi ve güçlü abi rolünde. Ancak yaşadığı maddi zorluklar ve kendisini kanıtlama ihtiyacının getirdiği huzursuzluk, sınıfsal görünmezliğinin farkına vardığı anda baş gösteriyor. Karşıdaki aracın plakasını alarak evini bulan ve tesisat tamiri bahanesiyle eve giren Danny, geri dönülemez biçimde sarsıcı hâle gelecek intikam planının ilk adımını atıyor. 

Bir ortak engel olarak sistem

Danny’nin erkek olduğunu tahmin ettiği diğer sürücünün, lüks bir bitki dükkânı işleten Amy (Ali Wong) olduğunu öğreniyoruz. Amy, ünlü bir heykeltıraşın oğlu olan ancak kendi yeteneğini sergileyemediği için bunun baskısını yaşayan George ile evli. Amy’nin hedefi, şirketini yüksek bir meblağdan satarak bu sayede küçük kızı Junie ile daha çok vakit geçirebilmek. Sınıf farklılıklarına rağmen karakterleri sarmalayan ilk ortak engelin sistem olduğuna işaret ediyor Beef. Hayatı yakalayabilmek için birçok şeyi feda etsen de tamamlanmamışlık duygusunun baki kaldığı bir çağda, boşluğun yarattığı öfkeyle tanıştırıyor. George’un ağzından çıkan “Öfke geçici bir bilinç durumudur.” repliğinin aksini kanıtlayarak, günümüz toksik pozitifliğine antitez oluşturan bir anlatıya girişiliyor. 

Göçmenlik ve bunun travmatik izlerini sürerken evrensel sistem dertlerini anlatısına yediren dizi; bölümler ilerledikçe insan olmanın doğası üzerine usul usul düşündüren varoluşsal bir tarafa evriliyor. Bastırdıkları duyguları dönüştürerek vandalizm, aşağılama, hırsızlık gibi intikam biçimleriyle birbirine kanalize eden Amy ve Danny, diğer karakterleri de karanlık bölgeye sürüklemeye başlıyor. Amy ve Danny’nin özgürce gezinebildikleri, kendilerini baskılayan dış etkenlerden kaçabildikleri tehlikeli bir oyun parkuruna dönüşüyor ikilinin arasındaki dinamik. Her adımda kendilerini ve çevresindeki insanları dibe götüren hamleler yapsalar da hayatlarının durgunluğunu unutturacak ilerlemeyi görmek yeterli hâle geliyor. 

Çok katmanlı bir hikâyeye evrilen Beef, hiçbir karakterini yüzeysel anlatma kolaylığına kaçmıyor ve dizinin can alıcı noktalarından biri bu. Kimseyi iyi ya da kötü olarak tanımlamak mümkün değil; karakterlerimiz gri bölgelerde dolanıyor. İnsanın içinde yaşadığı bitmek bilmeyen çatışmayı kabul ederek, geçip gitmesini beklediğin karanlık duyguların seninle yaşamaya devam edeceğinin mesajını veriyor dizi. Tüm hatalarına rağmen karakterleri anlayabildiğimiz başka bir pencere sunuyor. Farklı sosyo-ekonomik yapılardan gelen karakterlerin buluştuğu esas durak yalnızlık. Amy hiç ulaşamadığı koşulsuz sevgiyi arıyor, Danny onaylanma isteğini kendisine ihtiyaç duyulmasını sağlayarak gideriyor. George ve Paul başarısızlıklarını kendilerini kabul eden insanların yanında kalmaya devam ederek örtüyor. Bir kafede tek başına otururken konuşacak birini bulmak için defalarca telefonunu eline alan Amy’nin kayınvalidesi Fumi ve kıyafet odasını karıştırırken aradığını asla bulamayacağını anlarcasına marka bir kıyafet çantasının içine uzanarak fermuarını kapatan Naomi’yi izlediğimiz sahneler; derinlerdeki yalnızlık hissini gün yüzüne çıkarıyor. 

Son iki bölümde temposunu artıran Beef, Amy ve Danny’nin geçmişinden izleri anlatarak; duygularının temelini gösteriyor. “Kusurlu insanların kırıklıklarını yayması bencilce” diye konuşan Amy, Danny ile birlikte aynı tuzağa düşse de duyguların kaynağının ikisi için de aile olduğunu görüyoruz. Nihayetinde inşa etmeye çalıştıkları hayatlarının çöküşünü izlemek ikisi arasında güçlü bir bağ oluşturuyor. Birbirlerine koz olarak kullandıkları her şeyin farklı biçimlerde kendilerinde mevcut olduğu fark eden karakterler, yüzleşmenin rahatlatıcı etkisini yaşıyor. Beef, nihayetinde anlaşılacak kadar ortak dertlerin olduğu fikrine kucak açarak, buruk bir umutla baş başa bırakıyor seyirciyi.