Birlikte yapmanın önemi: Apeiron Collective

Son birkaç yılda kolektif halinde işleyen sanat oluşumlarının artışıyla birlikte karşılaştığımız nefis ekiplerin işbirlikleri ve organizasyonları, bir nebze de olsa nefes aldığımızı hissettiren cinsten. Özellikle kültür sanat alanındaki buluşmalar ve ortak platformlarda yer alma isteği, hem sanatçıları hem de sanatseverleri artık daha sık ve daha doğru şekillerde bir araya getiriyor.  İzmir’de kurulan Apeiron Collective de, şehirdeki müzisyenleri ve müzikseverleri bir araya getiren ve elinden geldiğinde bunu daha güçlü bir şekilde yapmak için çabalayan bir oluşum.

Kuruculardan Emre, Can ve Altay’la Apeiron Collective’in ortaya çıkış hikâyesini ve geleceğini konuştuk.

Röp: Busen Dostgül

Apeiron Collective fikri nasıl ortaya çıktı? İsmine karar verirken ne gibi şeyler etkili oldu? Biraz bu oluşumun ilk zamanlarından bahseder misin?

Can: Apeiron, İzmir’deki alt kültür etkinliklerinin kısırlığı ve gerçekleştirmek için gerekli koşulların oluşması konularında bir şeyleri değiştirebileceğimizin farkına varmamızla, 2014 başlarında ortaya çıktı. İsmine karar verirken, Apeiron ilkesinin barındırdığı sınırsızlık ve belirsizlik konseptleriyle, planladığımız geniş yelpazedeki etkinliklerin bağdaşması etkili oldu. İlk zamanlarda hedeflenen, şehirdeki mekânları tanımak ve insanların hangi tarzları takip ettiğini anlamaktı. Dolayısıyla, farklı mekânlarda çeşitli tarzlarda birçok etkinlik gerçekleştirdik. Şehirde, sahnesi olup alt kültür etkinliklerine olumlu bakan mekânların ve müzisyenlerin az olması nedeniyle, destekleyeceğimiz projeleri müzik tarzlarına göre ayrıştırmak yerine; bizim için önemli olan şey, müzisyenin kendi bestelerini çalması, bağımsız olması ve İzmir’de sahne bulmakta zorlanması oldu.

Emre: Kolektif yapısında, mantığında ve şeffaflığında yürüyen, uzun vadede aktif kalmayı başarabilen, müzik tabanlı bir oluşum İzmir’de her zaman denenen ve istenen bir şeydi. Apeiron’un bahsettiğim oluşum tanımını hem etimolojik, hem de işleyiş anlamında kapsadığını düşünüyorum.

Kolektif olma fikri aslında Türkiye’de belki de son birkaç yıldır malum olaylardan dolayı daha sıcak bakılan bir şey haline geldi diyebiliriz. Siz de insanların / müzisyenlerin bu açıdan kafalarının daha açıldığına inanıyor musunuz?

Altay: Kolektif olma fikri birçok engeli aşmayı sağlıyor, sanırım bir bilinçlenme gerçekten var.

Can: Son yıllarda birçok yeni oluşum faaliyet göstermeye başladı. İnsanların artık daha iyi organize olabildiğini, birlikte yapmanın ve birbirini desteklemenin önemini önceye göre daha iyi anladıklarını düşünüyorum.

Emre: Kolektif olma fikrinin insanlarla birlikte, politik, sanatsal ve / veya düşünsel bir şeyler ortaya koymak isteyen herkesin arzusu olduğunu düşünüyorum. Bence bu duruma sıcak bakılmasının en temel nedeninin, ilk olarak kişinin yapmak istediği, düşündüğü işleri bir kişi ile dahi olsa paylaşıp, daha sonra bununla paralel ortak bir amaca doğru ilerleme isteğinden ortaya çıktığını düşünüyorum. Son zamanlarda bu toplulukların artışı, genel bir iş birliği ve yardımlaşmaya açıklık söz konusu, evet, fakat bunun sebebinin spesifik bir olay silsilesinden ziyade, insan gruplarının amaç odaklı beraber hareket etmeyi öğrenmesi ve bunun faydalarını daha iyi görebilmesine bağlıyorum.

Henüz detayları belli olmayan ancak 9 Nisan’da gerçekleşecek (ve şahane afişi olan) bir festival düzenliyorsunuz. Bizi nasıl bir festival bekliyor?

Altay:  İzmir Kültürpark Fuar Alanı içerisinde bir açık hava gazinosunda tek günlük mini bir festival olacak. Yerli alternatif isimlerin sahne alacağı bir etkinlik olmasını istedik. Bir bakıma sizin düzenlediğiniz Demonation Festivali gibi düşünülebilir. Bu festival aynı zamanda bir serinin ilki olacak, ayrıca önümüzdeki bahar aylarında bu projede ortağımız olan Randevu ekibinin yine aynı gazinoda farklı etkinlikleri de olacak.

Can: Çeşitli grup ve DJ performansları eşliğinde, matine ve suare sunumuyla gazino kültürünün alternatif müzik ile yaşanacağı güzel bir gün olacağını düşünüyoruz.

Samimiyeti, doğallığı ve komün halinde olabilmesiyle, İzmir’de İstanbul’a kıyasla müzik işleri, konserler, sergiler nasıl oluyor? Biraz sizin oraları anlatır mısın?

Altay: İzmir’de bazı müzik etkinlikleri kendilerine oldukça kolay yer bulabiliyorlar. Biraz daha alternatif olan etkinlikler ne yazık ki bu kadar şanslı değil. Dışarıya gösterilmeye çalışılan bir sanat düşkünü İzmir imajı var ancak bunun ne kadar boş olduğunu bir etkinlik düzenlemeye kalktığınızda anlayabilirsiniz. İstanbul’da yine de bazı oluşumların fedakarlıkları sayesinde oluşmuş bir sahne var gözlemlediğim kadarıyla, bunun sizleri (İstanbul’da yaşayanları) ne kadar tatmin edebildiğini bilmiyorum ancak İzmir’den baktığımızda oradaki durum daha iç açıcı görünüyor.

Can: Ekip arasındaki ilişkinin samimi, iş bölümünün tanımlı ve paylaşımın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bu röportajı 3 kişi cevaplıyor olsak da, gönüllü olarak afiş çizen, fotoğraf çeken, video hazırlayan ve çeşitli konularda bizi destekleyen dostlarımızın da Apeiron’a ve şehirdeki alternatif sahneye bizim kadar katkısı olduğunu düşünüyorum. Ancak, konu İzmir’in genel durumuna gelince can sıkıcı bir hal alıyor. Birkaç istisna mekân dışında, işletmecilerin takip ettiği müziklerin ve alternatif projelere yaklaşımlarının korkunç olduğunu düşünüyorum. Ekonomik kaygılarını anlayabiliyorum ama şehrin bütün sahnelerinde aynı beş-altı cover grubunun dönmesine gerçekten üzülüyorum.

Emre: Konser düzenlenmesi için ilk aranan yapılacak işin içeriğine uygun bir mekân oluyor. İzmir’in bu açıdan İstanbul’a kıyasla belli başlı birkaç mekân dışında daha özgün bir dokuya sahip olduğunu düşünmüyorum. İstisnalar dışında “işletmelerin’’ bahsi geçen samimiyet, doğallık ve komün halinden tamamen uzakta, etkinliklere tatsız, zevksiz ve kâr odaklı yaklaşımlarını görmek için burada birkaç etkinlik düzenlemeye kalkmanız, hatta akşam üzeri en basitinden sohbet ve bir şeyler içmek için İzmir sokaklarında biraz gezinmeniz yeterli. Katılımcıların da “İzmir’de bir şey olmuyor’’ serzenişinde bulunmak yerine, var olanlara desteklerini arttırmalarının, periyodik olarak düzenlenmesi istenen ve planlanan etkinliklerin hem kalitesini hem de sıklığını artıracağını düşünüyorum.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:47’ye ulaşabilirsiniz.