Blur ve cinema vérité tarzında bir mutlu son

Yazı: Utkan Çınar

90’lara tadını veren gruplardan Blur, 2023’te The Ballad of Darren adlı albümüyle uzun yıllar süren sessizliğini sonlandırmıştı. Dörtlünün albüm yolculuğu ve sonradan albüm olarak da yayımlanan Wembley konserini konu eden To The End, Blur hakkında bugüne dek çekilmiş dördüncü uzun metraj belgesel.


Ne hakkında?

90’ların Brit pop furyasında Oasis ile başı çeken Blur’ün 2023 tarihli son albümü The Ballad of Darren’ın kayıt süreci ve gene o yılın 8 Temmuz’unda Wembley Stadyumu’nda vereceklerini konserin hazırlıklarını konu almakta. 

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Belgesel 2023 yılında geçerken tabii daha sonra da birtakım gelişmeler yaşandı Blur cenahında. 2024 yazında Coachella’da da sahne aldılar. Hatta Damon Albarn performanslarından birinde seyirciye oldukça kızmıştı, bu da haber olmuştu. Coachella’nın ardından Albarn bunun büyük ihtimalle son konserleri olduğunu da söyledi. Bir anlamda To The End’i bir veda gibi algılamak da mümkün. 

Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor? 

Özellikle Albarn’ı ve grubu cinema vérité tarzında izliyoruz. Blur’ün geçmişine çok odaklandığını söylemek zor. Arşiv görüntüleri çok az. Belki bu işi daha geniş çerçevede yapan, 2010’daki No Distance Left to Run isimli belgesellerinden sonra geçmişi tekrarlamak istememiş olabilirler, anlaşılabilir. Yine de biraz nostalji yapmanın sakıncası olmazdı diye düşünüyorum. Röportaj mantığı rahat bırakılmış. Grup üyeleri kameraya konuşsalar da bir soru-cevap hâli hissedilmiyor. Konser görüntüleri de olması gerektiği kadar.

En çok neyi sevdin?

Damon Albarn’ın şehirden uzak, tavuklarla takılan, üstü başı darmadağın, neredeyse akli dengesi bozuk bir evsiz gibi ortalıkta dolaşması ve bunu takmaması belgesele büyük bir samimiyet katıyor. Tabii 25 yıllık ilişkisi yeni bitmiş bir insandan bahsediyoruz, onun bu duygusal ve fırtınalı hâli gayet anlaşılabilir. Grubun pozlara girmemesi, artık kanıtlayacak bir şeyleri olmayan orta yaşlı ve biraz da yorgun rock yıldızı hâlleri oldukça gerçek geldi bana. Bir albüm olarak da yayımlanan Wembley’deki canlı performansları da gerçekten çok başarılı. Eğer bu gerçekten bir vedaysa, hakkını veriyorlar. 

Bir de Paul Weller’ın “insan” olmadığı şeklindeki görüşüm pekişti! Blur üyelerinden 10 yaş daha büyük olmasına rağmen belgeseldeki herkesten daha iyi gözüküyordu her zamanki gibi. 

En az neyi sevdin?

Wembley’deki hayli başarılı konser çekimlerine kadar kamera işçiliği ve genel anlamda sinematografi biraz zayıf. Hani bir arkadaşları çekmiş gibi, pek profesyonellik hissedilmiyor. Bu yaklaşımla derdim olmamasına rağmen bazı anların üzerine düşünülebilir, çok daha güçlü verilebilirmiş gibi hissettim. Tamam ışık, dekor yapmaya gerek yok belki ama bazı sahneler çok salla pati. Günümüzden elde edilen footage’lara fazla yüklenilmiş bu yüzden dinamizmini, ritmini kaybediyor bazen. Çok genel geçer bir belgesel olmadığını kabul ederek söylüyorum bunları. 

Modunu nasıl etkiledi?

İlginç bir şekilde oldukça duygulandığım anlar oldu. Albarn’ın yeni albümden “The Everglades (For Leonard)”ın demosunu gruba çaldığı sahne yapımın zirvesiydi diyebilirim. Bas gitarist Alex James’in geçmişteki hızlı, hedonist yaşamlarına bakışı da gayet içtendi. Bir de çok beğendiğim, hakkı yenen bir gitarist olduğunu düşündüğüm Graham Coxon’ı alkol dertlerini hâlletmiş, keyfi ve formu yerinde görmek de mutlu etti beni. 

Kimler sever?

Blur sevenler dışında müzik yapanlar, konser veren müzisyenler için de kendilerini yakın bulacakları anlar kesinlikle var. İşin zorluğu, stresi belgeselde filtresiz olarak karşımızda. 

Bunu seven şunları da sever 

2013’ten Shane Meadows imzalı ve The Stone Roses’un tekrardan bir araya gelip konser hazırlıkları yapmalarını konu alan Made of Stone aklıma geliyor ilk. Martin Sorsese’nin The Band’in son konseri için kotardığı The Last Waltz ve Bob Dylan turne belgeseli Rolling Thunder Revueden de bahsedebiliriz. 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar

Bunu bir veda olarak görerek Blur’ün İngiliz popüler müzik tarihindeki yerini tekrar düşündüm. Kariyerlerinin uzunluğu, üyelerinin yan çalışmaları, albümlerinin istikrarlı kalitesini düşününce o topraklardan çıkmış son 30-35 yılın en önemli grubu olmak konusunda Radiohead ile kafa kafaya bir durumda olduklarını söyleme haddini göstermek istiyorum. 90’larda, Cool Brittania zamanları beraber yola çıktıkları tüm gruplar kendilerini tekrar eder ve birer nostalji objesine dönüşürken, Blur daha uzun soluklu ve içi dolu bir külliyat yaratabildi. Bunda da belgeselde de bir deli/dahi imajı veren ama çok çalışkan ve yaratıcı bir müzisyen olduğu her hâinden belli Damon Albarn’un katkısı büyük.