“Bu Dünya Böyledir İşte!” Sabahattin Ali hikâyeleri İş Sanat sahnesinde

Türkiye edebiyatının önemli ustalarından, yazar ve şair Sabahattin Ali dört hikâyesiyle İş Sanat sahnesine konuk oluyor. Öldürülüşünün 68. yılında İş Sanat sahnesinde gerçekleşecek “Bu Dünya Böyledir İşte!” isimli dinletide Sabahattin Ali’nin “Katil Osman”, “Ayran” “Kafa Kâğıdı” ve “İki Kadın” adlı hikâyeleri, Serdar Yalçın’ın besteleri eşliğinde ve eski bir radyo kayıt stüdyosunun canlandırıldığı sahne düzeninde, şarkılarla birlikte seslendirilecek. Atilla Birkiye’nin metinlerini düzenlediği, Mehmet Birkiye’nin sahneye uyarladığı dinletide Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar ve Hakan Gerçek’in seslendireceği hikâyelere Seda Şubaşı kemanıyla, Şemsa İdil Ural ise çellosuyla eşlik edecek.

Genç yaşta trajik bir şekilde aramızdan ayrılan Sabahattin Ali toplumsal gerçekçilik akımının izinden yürüyerek, kısa kesilmiş kariyerinden geriye hikâyecilik alanında Modern Türkiye edebiyatını dönüştüren, önemli eserler bıraktı. Son dönemde özellikle Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan kitaplarıyla yeniden gündeme gelen ve hatırlanan usta yazarın insan olmanın, sevdanın ve yaşamın dertlerine dair incelikli dilinden aktardığı gözlemlerini çeşitli öykülerinden alıntılarla hatırlıyoruz.

“Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen da hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil… İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz.”
İçimizdeki Şeytan

“İsteklerime varabilmek için dış dünya ile bağlarımı azaltmak lazım geldiğini seziyordum. Vücudumdaki her yıkılış, kafamda yeni bir parlaklığa yol açıyor. Ellerimin titremesi arttı, fakat ben baktığım şeyleri daha sebatlı ve ihtizamlı görmeye başladım. Ah, ey peşinde koştuğum hakikat, nihayet seni yakalayacağım.”
Değirmen

“Onu asıl dehşete düşüren, kardeşlerinin bu kuyu gibi daima yutan ve hiç doymayan mideleri değildi; eli boş olarak eve döndüğü zaman, bu iki sıska mahlukun kendisine nasıl parlak ve büyümüş gözlerle ve nasıl sonsuz bir kinle baktığını hatırlayınca tüyleri ürperiyordu.” Ayran

“Gramofon Avrat’ ın acayip huyu vardı: Bir gördüğünü bir daha hiç hatırlamıyordu. Uğruna evini barkını harcayanları bile ikinci görüşte tanımamazlıktan geliyor, daha doğrusu sahiden tanımıyordu.”
Gramofon Avrat

“Dört oğlum vardı, birisi katilden hapse düştü, sekiz sene yattıktan sonra öldü; ikisi seferberlikte gitti; biri de candarma idi, eşkıya takibinde vuruldu, topal kaldı, şimdi köyde oturur, benim elime bakar. Öbür oğullarımın çocukları yoktu. Bunun da bir tek oğlu oldu, o da sekiz yaşında sıtmadan öldü. Öleli yirmi yılı aşkındır. O zamandan beri topal oğlumla otururuz. Benim kocakarı ile topalın karısı tarlayı sürer, ekerler, ben de harmana yardım ederim, topal da çardakta oturup bostanı bekler, kıt kanaat geçiniriz. Üç sene evvel bizim ağa dere boyundaki ufak tarlamıza sahip çıkar oldu. Bağırdık çağırdık, fayda etmedi. Oğlan sakat, bende de derman yok, hakkımızı kendimiz arayamadık. Mecbur olduk hükümet kapısına düşmeye. İki sene mahkememiz sürdü. Bizim tapumuz filan yoktu ama, bütün köylü o tarlanın bize dededen kaldığını bilirdi. Bunu soran olmadı, ağa yalancı şahit dinletti, mahkemeyi kazandı. Mahkeme sürerken benden kafakağıdımı istediler, nereden bulayım? Askerden döneli devlet kapısına işim düşmemişti; aradım aradım yok… Sonra mushafın arasında bizim topalın ölen oğlunun kafakağıdını buldum. Onun da adı Mehmet’ti. Kafakağıdı değil mi, hep bir, dedim, vilayete kaydını gördürdüm, yeniden adres verdim.”
Kafa Kağıdı

“Bana öyle geliyor ki, hakikaten yapabileceğimiz bir tek iş vardır, o da ölmek.”
İçimizdeki Şeytan

“Ama ruhumuz böyle gökyüzlerinde uçup dururken birdenbire yere inip insan küçüklüğü ile karşılaşmak ne tuhaf oluyor.” Katil Osman

“Kocasının yanına çömelip çenesini bağladı; ölünün kıvrılıp karnına doğru çekilen zayıf bacakları bir türlü dümdüz uzanmıyordu; Hacer kadın iki eliyle diz kapaklarına basıyor, fakat ellerini çeker çekmez dizler tekrar yukarı fırlıyordu. Esma, Hacer kadının karşısında yere çömelmiş, iri gözlerle bir ona, bir kocasına bakıyordu. Yirmi dört yaşında olduğu halde, bugüne kadar hiç böyle yakından ölü görmemişti.” İki Kadın

“Gördün ya, kimsenin bir iş yaptığı yok. Mesele o odanın içinde beş on saat oturuvermekte… Lüzumsuz gibi görünür ama, bunsuz da dünya dönmüyor. Öyle ya, herhalde böyle boş oturmanın da bir hikmeti var. Bir bakarsın, hükümetteki işlerin hepsini eli kalem tutan iki kişi bile çevirir dersin. Lakin o kalabalık olmasa âlem birbirine girer. Mesele memurların yaptığı işte değil, onların mevcut olmasında. Şimdi sen o tozlu odada oturdukça kendi kendine: “Benim burada ne lüzumum var?” diyeceksin! Yanlış!.. Mademki sen bir kere hükümet kapısından içeri adımını attın, artık lüzumlusun. Sen olmasan muhakkak bir yerde bir aksaklık çıkar…”
Kuyucaklı Yusuf

“Çünkü sanat, yeryüzünde ve insanların içinde olup bitenleri, çöplükle sarayı aynı hakikatten uzak ve güzelleştirici örtüye bürüyen ay ışığı gibi, tatlı bir yalan bulutunun arkasından göstermeye mecburdu…”
Sırça Köşk

“Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!” dedi. “Bu eksik sana değil, bana ait… Bende inanmak noksanmış… Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana âşık olmadığımı zannediyormuşum… Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar… Ama şimdi inanıyorum… Sen beni inandırdın… Seni seviyorum… Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum… Seni istiyorum… İçimde müthiş bir arzu var… Bir iyi olsam!.. Ne zaman iyi olacağım acaba?..”
Kürk Mantolu Madonna