Can Bonomo ile “Ateşli Silahlar ve Bilardo”ya dair
Röportaj: J. Hakan Dedeoğlu
Ateşli Silahlar ve Bilardo, Can Bonomo’nun ilk romanı ama bu “bir müzisyenin ilk roman denemesi” gibi tınlamasın sakın. Bonomo’nun kalemi hiç tereddüt etmiyor. Ne anlatmak istediğini, nereye varmak istediğini çok iyi biliyor. Şiir kitaplarından kelimelerle arasının ne kadar iyi olduğunu biliyordunuz belki ama roman başka bir evren ve Bonomo bunun da üstesinden hakkını vererek geliyor.
Hayata küskün, sosyal ve ekonomik olarak dış çeperlere itilmiş kahramanımız Necip’in modern hayattan almaya kalkıştığı intikamın ve yüzleşmeler, hatalar ve abukluklarla dolu macerasının öyküsü Ateşli Silahlar ve Bilardo. Muzip, eğlenceli, yer yer kahkaha attıran, yeri ve zamanı gelince okuyucuyu hızla hüzünlendirebilen bir kitap bu. Sanki Can Bonomo evinize gelip, “sana anlatacak çok acayip bir hikâyem var” diyor ve arkanıza yaslanıyorsunuz. Gerisi gözlerinizin önünde akıp gidiyor.
Sorularımızı yanıtlarken “Kendimi en rahat hissettiğim alan yazıhanem benim” diyor Can Bonomo. Mundi etiketiyle yayımlanan roman da sonuna kadar bu hissi taşıyor ve yaşatıyor çünkü yaratıcı bir kişinin kendini rahat hissettiği bir yerden seslenmesinin meyvesini yiyoruz aynı zamanda.
“Başa çıkamadığımız anksiyeteye hastalık diyoruz bence. Yönetebilirsek süper güçten pek bir farkı yok.”

Romanın baş karakteri Necip… Hayata yenik başlamış, tutunamayan, sevgiden yoksun, anksiyetesi yüksek bir karakter. Sen nereden tanıyorsun Necip’i?
Benim galiba Necip. Hikâyelerimiz benzemiyor ama hikâyelerimizin ağırlığı altında kalışımız, meselelerle başa çıkma biçimimiz, hayat mücadelemiz çok benziyor. Bu bağlamda herkese biraz benzetebiliyorum Necip’i. Basit bir adam. Hepimiz bir noktada basit insanlardık nihayetinde. Sonra başımıza türlü şeyler geldi ve değiştik.
Okuyucu ister istemez senin sesinle okuyor kitabı. Karşımda Can Bonomo kanlı canlı bana anlatıyor gibiydi. Romandaki dilin de alaycı, kinayeli, yer yer küfürbaz ve son derece eğlenceli. Hikâyenin akışına, hissine birebir dâhil olan bu anlatıcı kimliğe ve diline nasıl karar verdin?
Protagonistin anksiyete hastası olmasına karar verdikten sonra iki tercih çıktı karşıma. Hikâyeyi birinci tekil şahıs, yani Necip’in ağzından anlatmak ya da roman dilinde, her şeyi gören gözün (omniscent) ağzından anlatmak. Necip’in ağzından anlatacak olursam olay örgüsünün kısır kalacağını fark ettim. Her şeyi gören göz de komediyi karikatüre çeviriyor, asli görevi gibi her şeye üstten ve fazla objektif bakıyordu. Aslında karakterlerin yaşadıkları anksiyeteyi kullanarak üçüncü bir yol yaratabileceğimi fark ettim ve hikâyeyi karakterlerin anksiyetelerine anlattırdım. Üslup olarak değerlendirecek olursak evet, benim sohbetimi, düşünme şeklimi bilen insanların bu kitabı benim yazdığımı anlayacağı şekli seçtim. Kendimi güldürmek, kendimi üzmek isterken böyle bir yere vardı metin.
“Birkaç adım daha yürüdükten sonra, aynı sokağın sonunda çocukken top oynayıp gazete yaktıkları boş araziye rezidans dikildiğini gördü. Nefretle baktı rezidansa. Rezidanstan hakkıyla nefret edebilmek için yürümeyi bile durdurmuştu. Pencereleri dışarı doğru açılamayan güya modern yapıyı karşısına alıp yukarıdan aşağıya öfkeyle taradı Necip…”
Bu gibi kısımlarda senin kişisel dertlerini yansıtan biri de oluyor Necip. En azından bendeki izlenim öyleydi. Senin modern hayata dair ne gibi dertlerini, eleştirilerini taşıyor roman?
Tamamen aynı fikirde olmasam bile Necip’in mülkiyet ve modernizme karşı olan tutumunu tanıyor ve makul buluyorum. Sanıyorum çoğumuz çoğu zaman kitapta eleştirilen tarafta yer alıyoruz. Kapitalizmin ve kötü inşa edilmiş bir ekonomik strüktürün, gelişmemiş ülkelerde katastrofik sonuçlar doğurması ve bu durumun başarı, ustalık, özerklik, özbirlik gibi kavramların içini tamamen boşaltmış olması hususlarında yüzde yüz hemfikiriz. Kitabın mizahi bir dili olduğu için bütün bu toplumsal taşlamalar göze şirin geliyor.
Anksiyeteleri hayali arkadaşlara dönüşen, onlarla konuşan karakterler var romanda. Hatta romanın eğlenceli ve sürükleyici yapısının yanında, okuyucunun kendisiyle en çok bağ kuracağı nokta da bu gibi geliyor bana. Peki senin aran nasıl anksiyetenle?
Anksiyetesi olan herkes gibi sanıyorum. Dönem dönem ayağıma bağ oluyor, dönem dönem de bana bu roman gibi içimi dökebileceğim, neşe duyabileceğim, derdimi ifade edebileceğim alanlar tanıyor. Başa çıkamadığımız anksiyeteye hastalık diyoruz bence. Yönetebilirsek süper güçten pek bir farkı yok. Batman de her gece yatağa Batman olarak girmiyor misal. Öksüz, yetim bir adam. Yazık.

Müzik, şiir, resim, roman, podcastler, konserler… Liste uzayıp gider. Ve artık bir babasın da. Peki senin için durmak ne demek? Gerçekten Can Bonomo yukarıdakilerini yapmadığı zamanlarda ne yapar?
Hiç denemedim. Play Station, kayak, tenis fiaan birkaç hobim daha var bu listenin dışında. Sevdiğim işlerden para kazanıyorum ben. En büyük şansım bu galiba hayattaki. Hiçbiri bana iş gibi gelmiyor; ciddi de gelmiyor. Oyun oynuyorum hâlâ.
Üretimde bulunduğun tüm alanları düşününce kendini en rahat hissettiğin alan hangisi?
Kendimi en rahat hissettiğim alan yazıhanem benim. Bir de evimde rahat hissediyorum. Şiirde ya da müzikte kendimi rahat hissediyorum desem beylik olur. Hiçbir zaman da hissetmem umarım. Rahatlık pek güzel bir şey değil bizim için. Kayda değer ne oluyorsa rahatsızken oluyor. Çok yaşlandığım zaman bulurum o rahatı belki. Uzun uzun anlatırım, ”Amca ne anlatıyorsun?” der genç insanlar.
Romanın biraz yaratım ve yazım sürecinden bahsedelim. Ne kadardır kafanda pişiyor bu hikâye? Nasıl bir yazım süreci yaşadın? Yazı yazma alışkanlıkların, ritüellerin nasıl?
Hikâyeyi kurmak yaklaşık altı ay sürdü. Bir o kadar da yazdım. Şahane bir yıldı. Her gün yazdım. Her gün de yazıyorum. Çok seviyorum yazmayı. İçime sinen bir şey çıksın, çıkmasın. Yazmak neşe veriyor bana.
Bence roman okuyucunun zihninde çok rahat görselleşiyor. Okurken kitabın kolaylıkla film ya da diziye evrilebileceğini düşündüm. Sen ne dersin? Ya da zaten böyle bir ihtimal şimdiden var mı?
Kim bilir? Öte yandan neden olmasın…
Bir ilk olsa da son olmayacağı aşikâr ama sormadan geçmeyelim, yeni Bonomo romanları gelecek mi?
Tahmin etmiyordum roman yazmayı bu kadar seveceğimi. Bir yerde sıkılıp bırakırım sanıyordum hatta. İki fikir var aklımda şimdi. İkisine aynı anda başlayıp hangisi bana daha çok neşe veriyorsa onunla devam edeceğim. Ne zaman biter bilemem tabii. Dördüncü şiir kitabım bitmek üzere ama…