Vatikan’dan gerim gerim taht savaşları: Conclave
Yazı: Aysu Uzer
Edward Berger’in yönettiği Conclave; En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Uyarlama Senaryo kategorileri de dâhil olmak üzere tam sekiz dalda Oscar adayı. Film özellikle Ralph Fiennes, Isabella Rossellini ve Stanley Tucci’nin performanslarıyla bir süredir adından söz ettirirken; Robert Harris’in aynı isimli romanından uyarlanan Conclave’in mesken tuttuğu Vatikan, mimarisi ve estetiği ile bir görsel ziyafet sunuyor.
*Bu yazı henüz Conclave filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Konu nedir?
Papa’nın beklenmeyen ölümünün ardından yeni Papa seçilme ritüelini ve yeterli oy çoğunluğu sağlanana kadar geçen günlerde kapalı kapılar, merdiven altları ve sakin bahçelerde sergilenen entrikalarla dolu taht savaşlarını konu ediyor Conclave. Filmin ilk sahnesi itibarıyla takip etmeye başladığımız Kardinal Lawrence, içine sıkıştığı zorunluluklar çemberinin kaosunda doğruyu ve iyi olanı ararken, kendisini ayrımların ince çizgisinin gittikçe muğlaklaştığı bir girdaba kaptırıyor.
Kesinlik kavramına dahi temkinle yaklaşmayı öneren Kardinal, ölümünden önce görevinden azad edilmeyi talep ettiğinde onu reddeden rahmetli Papa’nın bu seremonik töreni kendisinin yönetmesini istediğini fark ediyor. Bu farkındalık ile mufazakâr kardinallerin karşısında konumlanan liberal kardinaller grubunun en güçlü adayı Bellini için seçim çalışmaları yapmaya ve onun oyunu artırmaya çalışıyor. Bu zorlu görev sırasında Kabil’den geldiğini söyleyen ve varlığı bugüne kadar gizlilikle korunmuş Kardinal Vincent tüm dengeleri değiştirmek üzere.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
Film daha Türkiye’de vizyona girmeden oyuncu performanslarının topladığı övgülerle dikkatleri üzerine çekti. Özellikle Kardinal Lawrence rolüyle seyrettiğimiz Ralph Fiennes’e bu yılın En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ı için en güçlü adaylardan biri olarak bakılıyor. Daha önce Schindler’s List (Steven Spielberg, 1993) ile Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde adaylık elde eden Fiennes, ardından The English Patient (Anthony Minghella, 1996) filmiyle ise En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde Oscar adayı olmuştu. Kendisi ayrıca Harry Potter’ın karanlık lordu Voldemort’u da canlandırıp çocukluk kâbuslarımızda başrolü üstlenmişti.

İlk intiba?
Papa, beklenmedik biçimde yaşamını yitirdiği için filmin “Papa’yı kim öldürdü?” bilmecesiyle ilerleyeceğini düşündüren örgüsü, kardinallerin Vatikan’a gelmeye başlamasıyla değişiyor. Havaalanı güvenliklerinden geçen, bahçenin kuytu köşelerinde sigara içen, birbirleriyle gülerek selamlaştıktan sonra arkasını döndüğü anda birbirleri hakkında sövmeye başlayan kardinallerin “bir insan olarak din adamı” çerçevesinde şekillenen portreleri çok kısa bir süre sonra kendi hırslarına kapılıp, etik ve ahlaki değerlerini yitirmiş bir topluluğa dönüşüyor.
En çok neyi sevdin?
Isabella Rossellini’nin canlandırdığı Rahibe Agnes’i çok sevdim. Kardinallerin töreninin ve hazırlıklarının kusursuz biçimde ilerlemesinden sorumlu Agnes, hem Papa’ya yakınlığıyla hem de kardinallerle olan iletişimiyle sessiz ve etkili bir gözlemci rolü üstleniyor. Rahibelerden beklenen “orada hiç yokmuş gibi davranma” düsturunu, sessiz kalma zorunluluğunu kırdığı zaman ise seçimlerin tansiyonunun en tepeye tırmandığı an ve kilisenin geleceği için yepyeni bir kırılma yaşatıyor.

En çok hangi sahneye yükseldin?
Doğru adayı tespit etmek ve onun için yeterli destekçi toplamak için planlar kurmaya çalışan Kardinal Lawrence ve liberaller, istedikleri liberal bakışlı kardinalin (Bellini) yeterli çoğunluluğu toplayamaması üzerine diğer adaylar hakkında bir değerlendirme yapmaya başlıyor. Lawrence, ismi geçen kardinallerin doğru isimler olmadığı konusunda ısrar ederek ehvenişer birinin bu ulvi göreve uygun olmayacağını savunuyor. Diğer kardinaller bunun bir ilk olmayacağını, çok daha kötülerini (ırkçılar, kiliselerde çocuk istismarına ses çıkarmayanlar, homofobikler vb.) gördüklerini (!) söylüyor.
Film iç sıkışmalarının sürekli tırmandığı temposuyla izleyici de öyle bir geriyor ki Lawrence’a “Kahve alır mıydınız?” diye sorulduğunda “Evet Kardinal lütfen, rica ederim bir cam pencere de açalım zira ben dakikalardır derin bir nefes alamadım, teşekkürler!” diyerek yanıtlamak istediğim, çok konuşulan espresso sahnesini de eklemeliyim.
Bunu seven şunları da sever
İlk olarak bu gerginliğin tavan yaptığı filmden izleme konforuyla seyir zevkini yumuşatan, Vatikan komedisi olarak tanımlanan The Young Pope’un ikinci sezonu olan Paolo Sorrentino imzalı The New Pope’u önerebilirim. Otoriter kilisenin baskıları ile gerici bakış açısını, LGBTİ+ ve kürtaj tartışmaları ekseninde nüktedan bir anlatımla ekrana yansıtan dizi, Sorrentino’nun estetik dehası ile göz dolduruyor.
Ayrıca, Anthony McCarten tarafından yazılan ve Fernando Meirelles tarafından yönetilen 2019 yapımı The Two Popes filmini önerebilirim. Başrollerini Jonathan Pryce ve Anthony Hopkins’in paylaştığı film, ikilinin üstün performansı ve maç seyretme sahnesinin samimiyetiyle beğeni toplamıştı.
Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar
“Spoiler’a inanmam, sürprizbozansız kalmam” diye özetleyebileceğim bir bakış açım var. Trailer, teaser izlemem heyecanımı artırıp azaltmaz, filmin sonunu bilmem beni izlemekten vazgeçirmez, hatta filme girmeden analizlerini okumaktan da çekinmem. Ama bu film özelinde, itinayla son âna bırakılmış (ve benim de itinayla bahsetmekten kaçındığım) sürpriz final, sahiden de filmin bütününde yürüttüğü tartışmaya bir katkı sağlıyor mu yoksa spekülatif bir son eklemenin yaratacağı etki mi öncelenmiş, ben pek emin değilim. Öyle ki izleyiciyi gerim gerim gerim geren o uzun saatlerin ardından kilisenin yenilikçi ve özgürlükçü bir gelecek inşa etmeye karar verdiğini, olabilecek en alakasız bölgenin varlığı sır gibi saklanan Kardinalinin (savaş karşıtı söyleminin ardından) seçimi zaten yeterince gösteriyorken; tüm bunların üstüne bu bahsettiğimiz büyük sürpriz açıklandığında salondan sadece keyifsiz bir kahkaha sesi yükseldi.