Davranış şekilleri ve sayılar: wipeç

Geçtiğimiz yıl Skata’yla Demonation’ın finalini yapan Ahmetcan Gökçeer, solo projesi wipeç’le Kendine Has Demonation Festivali No:10 kapsamında 3 Ocak’ta arkaoda’da çalacak. Aynı zamanda Tuğçe Şenoğul ve Jakuzi’yle de çalan müzisyenle, festival öncesinde müziğinin yaratım sürecini konuştuk.

Neden müzik yapıyorsun?

Müzik üretmeye beni iten şey sürekli içinde hayattan yansımalar bulmam. Çok büyük, geniş bir laf gibi duyulmasını istemem; sadece birbirlerini daha anlaşılır kılıyorlar -müzikal seçimlerim ve hayat. Bahsettiğim şey hayatın yönü -bazen döngüselliği, sıkışmışlığı-; içindeki şeylerin sırası, geri gelişleri ve bunların her seferinde yeniden anlamlandırış şekillerimle alakalı daha çok. Müzikteki tekrar da bu yüzden ilgimi çekiyor; aynı şey sürekli karşımda durdukça, kendisi değişmeden söylediklerinin anlamını değiştiriyor. 

Kendi davranış şekillerimi, kompozisyonel tercihlerimde görüp bir şeyleri daha iyi anladığımı hissediyorum. Bu her zaman iyi bir şey olmak zorunda değil, bazen sadece 37 sayısı o an 36’dan daha çok şey ifade ediyor diye bunu bir pre-delay parametresi olarak kullanabiliyorum.

Müziğin, müzik dışı nelerden etkileniyor?

Deminki sorudan alırsam; sayılardan fazlasıyla etkileniyorum. Görsellik ve sayılar diyebilirim. Görsellik en üst başlık ama. 47.3 ile 47.2 arasında ileri geri gidip sadece şeklinden ötürü 47.3’ü (bunu yazarken karar vermem gerekti) seçebiliyorum. Hangi sayının ne zaman ne ifade ettiğini ben bile bilmezken bu seçimlerdeki gizem beni heyecanlandırıyor. Genel olarak benden bağımsız sonik sonuçlar çıkaran aletler tasarlayıp kompozisyonlarımı bunlar üzerine inşa etmekten heyecanlanıyorum; biraz da bununla ilgili sanırım. Beni şaşırtıyorsa ve yeni duyuluyorsa üstünde aylarca çalışabilirim.

Bir başka element de ilişkiler. Beraber çalıştırdığım ses objelerinin arasındaki diyalogları falan düşünüyorum. Bir synth parça boyunca sola yatık ve geride ise örneğin onu sağa doğru getirip hafif öne aldığım bir hareket yapmak aklımdan geçer. Her zaman bu kadar duygusal hareket edip bu seçimleri sonuca götürmüyorum, ama dijital orkestramın üyelerinin eşitlikçi bir rejimde yaşamalarına özen gösteren saçma bir tarafım var.  

Son olarak -ve belki en çok- görsel kompozisyonlardan etkileniyor. Desen, paternik resimler ve mimari bunların başını çekiyor. Şekiller ve renkler, çizgiler; en çok da inanılmaz düzenli olabilecekken bir yerlerinde uyumsuzluğu da barındırdan, ritmi kabul edip sonra bozan her sonik şeyin kafamda görsel bir karşılığı oluyor -ve de tam tersi. Mix yaparken neyin nerde nasıl duracağını da panaromayı görselleştirerek yapıyorum. Parametrik bir düzlemden bahsetmiyorum, daha çok bir yeri “izlemek” gibi. Tek bir sesin hareketini de görsel hayal ettiğim çok oluyor, doğal gelişen bir düşünce yolu var bunda. Kafamdaki şekilleri buraya yazarak koymayı başarabileceğimi sanmıyorum ama Brian Alfred’in RT4‘üne hep yakın hissettiğimi söyleyebilirim. Mimari olarak da bir örnek vermek istiyorum, Düsseldorf’ta limandaki üç tane Frank O. Gehry binası.

Yıllardır müzik sahnesinde epey aktif olan birisin ve solo kayıtların üzerine uzun zamandır çalışıyorsun. Yakında yayınlamayı planladığın ilk albümünde, bugüne dek birlikte çalıştığın müzisyenlerden izler, etkileşimler duyuluyor mu? Bize nasıl ipuçları verirsin?

Skata ile beraber yaptığımız müziğin ve tüm paylaşımın bana öğrettiği şeylerin ucu bucağı yok. Başka insanlarla müzik yapmayı, bir şeyi sıfırdan 4 kişi hayata geçirmenin yolculuğunu öğrenmek inanılmaz bir deneyim. Her istediğim şeyin her istediğimde o müziğe yapılmaması; ortak kararlar almak, bana hem bencilce kararlardan uzak durmayı hem de dönüp dolaşıp o karara ortak kararlarla gelindiğinde ona ne kadar daha çok güvenmeyi öğretti. Madlib’in Yesterdays New Quintet için müzik yazarken her şeyi kendisinin çaldığını ama producer koltuğuna otururken “çalgıcıları” hayali karakterler olarak düşünüp kendinden uzaklaştırarak onları “yönettiğinden” bahsettiğini okuduğumda çok etkilenmiştim. Tek başına tüm kararları vermek en başta kolay gözükse de -ben de böyle düşünüyordum- bir şeyin iyi olup olmadığını başka insanlarla anlamak daha mümkün sanırım. 

Jakuzi ve Tuğçe ile ise bambaşka bir alanım var. Başka insanların yazdığı, bitmiş müzikleri çalmak başta sadece hiçbir ek efor gerektirmeden eğlenceli olsa da, bir yerden sonra içinde kendini bulmayı gerektiriyor -en azından benim için. Bunu da müziğe tamamen sadık kalarak yapmak beni çok heyecanlandırıyor. Değişik yollar gerekiyor; kullandığım ekipman seçiminden, ses tasarımları, neyin nasıl çalışacağı gibi tüm workflow seçimleri… Grubun sahne imajını ve sonuçta beklenen sonik sonuçları sürekli göz önünde bulundurarak kendi zevk alanını beraber yaşatmaya çalışmak benzersiz bir etkileşim alanı. 

Albüme gelince, uzun zamandır pişen zaman zaman rafa kaldırılıp geri çıkarılan bir süreç var orada. 2012’de temelleri atılmış parçalar var mesela, geçtiğimiz aylarda çıkmış bir şeyler de var bir yandan. Süreçte bahsettiğim tüm çalışmalar, yalnız olduğum zaman sadece yalnız “göründüğümü” ifade ediyor sanırım. 

Uzun lafın kısası; sonik olarak olmasa da bu öğrenilenlerin yansımaları kesinlikle albümün her dokunuşunda var. Belki Skata’da masaya benim koyduklarımın hangileri olduğunu daha açıklayabilir bazı noktalar tabi.

wipeç isminin bir hikâyesi var mı? Tam olarak ne anlama geliyor?

Bir isim bulmak en zor şeydi benim için, projenin oluşunu geciktiriyordu âdeta. Sonunda, üstünde zaman geçirip aynı heyecanda kaldığım bir isim bulmuş olmaktan memnunum. Çamaşır makinemi bir gün bu sesi çıkarırken buldum: “wipeççç wipeçcçhh” diye dönüyordu. Meğer bir gömlek, sıkışmasına sebep olmuş. 3 Ocak Demonation Festivali’nde de sahnede bu gömleği giyeceğim.

Kendine Has Demonation Festivali No:10’un tüm programı için buraya tıklayabilirsiniz. 3 Ocak Cuma akşamı arkaoda’da gerçekleşecek ilk gün konserleri ücretsiz.