Altın Portakal Film Festivali’nde kazandığı En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ve geçtiğimiz yıl rol aldığı üç filmle son dönemde adından çokça söz ettiren Nesrin Cavadzade ile hem yakında vizyona girecek Kutluğ Ataman imzalı yeni filmi Kuzu, hem de gelecek planları hakkında konuşmak üzere buluştuk. Oyunculuktaki yeteneği hakkında sinema sektörünün ağız birliği ettiği Cavadzade, hem başarılı hem de belli bir duruş sahibi olunabileceğini de kanıtladı bugüne kadarki kariyeriyle. Söz konusu filmler ve Türkiye’de oyunculuk yapmak olunca, söz ister istemez bu topraklar üzerinde kadın olmaya geldi.


Image

Kuzu ile başlayalım. Film, tanıtımlarda “Yılın En İyi Türk Filmi” diye duyuruluyor.  Bu iddialı cümle seyirci beklentisi açısından bir dezavantaj oluşturmuyor mu?
Kuzu’nun Antalya’dan En İyi Film ödülü almasıyla birlikte oluşan bir cümle bu. Türkiye’de maalesef ortalama izleyicide, “Bu bir festival filmi, kesin sıkıcıdır” önyargısı var. Hâlbuki Kuzu’nun seyirciyle temasıyla birlikte inanılmaz bir şey oldu. Biz ilk defa Berlin’de seyirciye sunduk filmi, 2 bin kişilik devasa bir salonda izledik ve orada da çok beğenildi, ayakta alkışlandı; fakat Antalya’da defalarca kahkahalarla, alkışlarla kesildi film. Ben hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşadım ve sanki eski açık hava sinemalarındaymışız gibi hissettim. O tepkilerden yola çıkarak tahmin ediyorum ki Kuzu’nun kasvetli bir film olduğuna dair algı kulaktan kulağa yorumlarla çok dağılacak. Tanıtımlardaki o cümle de bu algıyı kırmaya yönelik sanırım.

Anadolu hikâyelerinde kadın karakterlerin ürkek hâllerine alışkınız; fakat Medine herkese kafa tutan, güçlü bir kadın… Siz hangi aşamada Medine olmaya karar verdiniz?
Senaryoyu okur okumaz! Hem senaryonun kendisi, edebi gücü, hem de Medine karakteri çarptı beni. Okur okumaz çok etkilendim, çünkü böyle kadın karakterler çok fazla yazılmıyor… Bir erkek karaktere bağımlı olmayan, bütün köye meydan okuyabilecek kadar güçlü bir kadın Medine. Bu anlamda, daha önce yine çok severek oynadığım Cemal Şan’ın Dilber’ini hatırlatıyor. Ama Medine biraz daha deli. Dilber daha çok duygularıyla hareket eden bir kadındı; Medine ise daha mantıklı ve kurnazca hareket ediyor. Aslında ben anne rollerinden hâlâ biraz uzak durmaya çalışıyorum ama bu rolde hiç tereddüt etmedim.

Karakterin hedefi oğluna bir sünnet düğünü yapabilmek ve bu düğünün görkemiyle statü atlamayı istiyor. Siz bu tür statülere çok da prim tanımayan bir dünya görüşünün içinden geliyorsunuz. Durduğunuz noktadan Medine’ye bakmak zor olmadı mı?
Ben bu filmi bir maske düşürme hikâyesi olarak görüyorum. Köyün en fakir ailesinin hanımı Medine, 27 yaşında bir kadın, iki çocuğu var… Beş yaşındaki oğluna sünnet düğünü yapmak ve “en fakir aile” sıfatından kurtularak statü atlamak, saygınlık kazanmak istiyor. Bunlar hiçbirimize yabancı duygular değil. İstersen dağın tepesinde yaşa, istersen bir metropolde, herkes saygı görmek ister. Medine de bu hedefe ulaşmak için sezgileriyle hareket ediyor. Onun ruh hâlini çok iyi anlayabiliyorum.

Kutluğ Ataman ile siyasî duruşunuz Gezi olayları döneminde çok keskin bir şekilde ayrıldı. Siz aktif bir şekilde direnişe destek olurken, Kutluğ Ataman karşıt bir noktada durdu. Bu aranızda bir sorun yaratmadı mı?
Senaryoyu okuduğum, filme başladığımız esnada henüz Gezi olayları yaşanmamıştı ve ben doğal olarak Kutluğ’un o sırada nasıl bir tavır içinde olacağını bilmiyordum. Kendisini Twitter’dan takip ediyordum, bütün filmlerini, video çalışmalarını biliyordum ama politik anlamda benden bu kadar uzak bir noktada durabileceğini hayal etmemiştim. Bu anlamda film çekildikten sonra tereddüt ettiğim oldu ama şu açıdan vicdanım çok rahat: Kuzu çok güzel bir film, Medine mükemmel yazılmış bir karakter ve Kutluğ’un politik fikirleriyle ortaya çıkan filmi birbirinden ayrı ayrı değerlendirebiliyorum. Benim düşüncelerim beni, bir başkasının düşünceleri de kendisini ilgilendirir ve bu açıdan ikimiz için de çok profesyonel, aynı zamanda medeni bir süreç oldu. Bizim zaten en önemli toplumsal sorunlarımızdan biri, bu kutuplaşmış ortamda farklı şeyler düşündüklerimizle yan yana gelebileceğimiz zemini kaybetmiş olmamız. Ben, karşımdakiyle aynı doğrultuda düşünmesem de onunla aynı projede ve yer alabileceğim bir alanı yaratma çabasının değerli olduğuna inanıyorum. Ayrıca filmin bütün bunlarla hiçbir ilgisi yok. Mesela Medine karakteri muhafazakârların kolayca alıp bağırlarına basabileceği bir karakter değil; hattâ onların hiç hoşlanmayacakları bir kadın.

Buna rağmen Kuzu’ya Kutluğ Ataman sebebiyle önyargıyla yaklaşacak bir kesim muhakkak olacaktır.
Bu kaygı Antalya’da vardı, filmin bu açıdan nasıl karşılanacağı merak ediliyordu. Ama hem seyirci hem de jüri filme büyük bir sıcakkanlılıkla yaklaştı. Bu sene jüri çok farklı kesimden insanlardan oluşuyordu ve yine de Kuzu’ya En İyi Film ödülü verildi. Bu da filmin iyi ve hikâyenin güzel olmasının göz ardı edilmediğini gösteriyor. Film kendi ayakları üzerinde duruyor ve söylemesi gerekeni söylüyor; insanlar da Kuzu’nun değerini bunlara bakarak değerlendiriyor. Önemli olan da bu.

Ekrandaki projelerde bazı karakterlerin karikatürize edilmesinden rahatsız olduğunuzu biliyorum. Herhangi bir dizide, mesela sahici bir lezbiyen kadın izleyebilecek miyiz sizce?
Keşke buna dair umutlu bir şey söyleyebilsem ama Türkiye bu anlamda giderek daha tutucu bir yer oluyor. Atıf Yılmaz’ın kadın karakterlerini hatırlayın mesela. Bugün artık böyle kadın rolleri yazılmıyor sinemada. Geçen gün Ahmet Hakan bir köşe yazısında Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştiriyordu. Biliyorsunuz, “Erkek gibi konuş, çık erkek gibi anlat!” benzeri cümleleri pek sık duyarız politikacıların ağzından. Ana muhalefet partisinin başkanı da böyle bir cümle kurunca, “Bari sen yapma Kemal Kılıçdaroğlu” diyordu Ahmet Hakan yazısında. Özetle, bu kadar ataerkil, bu kadar homofobik bir ülkede farklı cinsel yönelimlere ne derece kucak açılır, bilemiyorum. Bırakın televizyonu, sinemada bile karikatürize edilmeden ne kadar değiniliyor ki? Keşke “Evet yapılabilecek, biz bu sorunlarla yüzleşiyoruz, demokratlaşıyoruz, ifade özgürlüğü gittikçe yerleşiyor” diyebilsem…

Image

Fotoğraf: Muhsin Akgün

Sizin de dâhil olduğunuz bir grup oyuncunun canlandırdıkları rol için Kürtçe öğrenmeleri de konuşuldu geçenlerde; hattâ Vildan Atasever “Aborijin dili öğrensem bu kadar tuhaf karşılanmazdı!” dedi. Bu meselenin haber değerinin olması çok tuhaf değil mi?
Bu da bir tabuydu çok yakın zamana kadar. Çok eleştirdiğimiz iktidar bu tabunun yıkılmasında büyük bir rol oynadı aslında; aldı ve bir noktaya kadar getirdi. Barış süreci nasıl yürüyecek, nasıl sonlanacak, bunu henüz öngöremiyoruz ama şu an geldiğimiz nokta çok kıymetli. Hiçbir gencin Türk-Kürt çatışmasında ölmediği bir Anadolu her şeyden daha önemli. Sürecin bu noktada olması tamamen iktidarın başarısı değil elbette, Kürt halkının inadı çok önemliydi. Mesela Erol Mintaş, Annemin Şarkısı’nı baştan sona Kürtçe çekerek bu inadın sinemadaki bir temsilini sundu bize. Vildan’ın söylediğine de katılıyorum ve bu anlamda Gezi’nin ciddi bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Biz medyanın ne kadar içi boş ve yalan üreten bir makine olduğunu gördük ve Batı’dakiler ilk defa, “Biz burada ölüyorken bunlar penguenlerle ilgili haber yapıyorsa, demek ki 30 yıldır Doğu’da neler olup bitti de neler seyrettirdiler bize” dediler nihayet.

Kuzu yakında vizyona giriyor ve Şubat’ta da Son Mektup. Sizin için yakın gelecekte daha çok sinema mı var, yoksa ekrana dönüş söz konusu mu?
İstediğim daha çok sinema tabiî ki. Ben senede ortalama iki film yapan bir oyuncuyum. Eğer senede iki-üç film yapabilecek durumda olursam herhalde televizyonu çok aramam. Ama Türkiye şartlarında televizyona otomatikman hayır demek de pek mümkün değil. Projenin beni heyecanlandırması çok önemli. Mesela Ağır Roman: Yeni Dünya bugüne kadar bittiğine üzüldüğüm tek projedir, çünkü Kara Leyla beni çok çarpan, çok emek verdiğim bir karakterdi. Ben her zaman senaryoya, kahramana ve kendimi orada görüp göremeyeceğime bakıyorum. Bunun dışındaki meseleler çok da önemli değil.

  1. Düşlemeye davet: Aron Wiesenfeld

    Wiesenfeld’in puslu dünyasından, sanatçının çalışma sürecine, resimlerinde hikâyenin önemine ve son kitabına dair yanıtlar aldık.

  2. “Zorunlu askerliğe hayır”: Türkiye’de vicdanî ret

    Türkiye’de vicdanî ret mücadelesinin geldiği noktayı konuşmak için vicdanî reddini 2001’de açıklayan Mehmet Tarhan ve 2011’de açıklayan Merve Arkun’un kapısını

  3. Prömiyerden hemen önceki hafta: Gonca Vuslateri soruyor, Rıza Kocaoğlu cevaplıyor

    Son dönemde hem ekran hem de sahnedeki işleriyle beğeni toplayan Rıza Kocaoğlu ve Gonca Vuslateri ile Biriken'in ocak sonunda prömiyer yapan son oyunu “Ormanlardan Hemen Önceki Gece” üzerine bir sohbet...

  4. Renkler, evrensel hisler ve kendini unutabilmek: Panda Bear

    Beşinci solo albümü Panda Bear Meets the Grim Reaper’ı geçtiğimiz ay yayınlayan Panda Bear sorularımızı yanıtladı.

  5. İstikrar daima kazanır: Low

    Alan Sparhawk, Low’un 21-22 Ocak’ta Salon İKSV’de verdiği konserler öncesinde Bant Mag.’ın sorularını yanıtladı.

  6. Müziğin içinde dönemleri duymak: Kronovox Archives

    Çok-yönlü müzik adamı Sarp Keskiner’in yerli sahneye en büyük armağanlarından biri olan Kronovox Archives’ı masaya yatırıyoruz!

  7. “Yerimiz yurdumuz fark etmiyor, işimiz büyüyle”: Big Beats Big Times

    Berke Can Özcan’ın favori davulcularıyla bir araya geldiği projesi Big Beats Big Times’ın ilk albümü geliyor!

  8. Şarkı şarkı Barıştık Mı ve T.E.A.R. albümü

    Barıştık Mı ile trompet odaklı solo projesinin ilk uzunçaları T.E.A.R.'ı şarkı şarkı irdeledik, Özgü Aydar'a bu şarkıları çizdirdik.

  9. Bağımsızlık ve endüstri üzerine: Nø Førmat

    Fransa’da Köylü Tarımı Koruma Dernekleri AMAP’ın işleyiş modelinden ilham alan plak şirketi neyi nasıl yaptığına dair sorularımızı yanıtladı.

  10. Öğrenmeyi bırakmak yok: Tansu Biçer

    Bu sezon ulusal festivallerde dikkat çeken iki filmde birden (Neden Tarkovski Olamıyorum… ve Toz Ruhu) başrolde izlediğimiz Tansu Biçer’in senede en fazla iki kez verdiği röportajlardan biri bize nasip oldu.

  11. Erzincan dağlarında bir medea: Nesrin Cavadzade

    Geçtiğimiz yıl rol aldığı üç filmle son dönemde adından çokça söz ettiren Nesrin Cavadzade ile hem yakında vizyona girecek Kutluğ Ataman imzalı yeni filmi Kuzu, hem de gelecek planları hakkında konuşmak üzere buluştuk.

  12. Beyazperdede etik problematik keyfi: Force Majeure

    Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde izleyici karşısına çıktığı mayıs ayından beri yılın en çok konuşulan sinema olaylarından birine dönüşen Force Majeure, seyircisine beyazperde karşısında ecel terleri döktüren, gerçek bir insanlık sınavı!

  13. Bill Murray sevginizi depreştirecek 12 sevimli detay

    Bill Murray’i ocak ayında gösterime giren St. Vincent’te izleyip bir kez daha sevme fırsatı bulduk ve hakkında birkaç bilgi paylaşamadan geçemedik...

  14. Darth Vader 3. Selim olmaya kalkarsa: Murat Palta

    Şu sıralar Galeri x-ist’te Tasvir-i Beyaz Perde adlı sergisi ziyaret edilebiliyor olan Murat Palta’ya Osmanlı minyatürüyle kült filmleri buluşturan serisinin ortaya çıkışı ve geleceğiyle ilgili sorular sorduk.

  15. Maskeleriyle: Candan Seda Balaban

    Kral (Soytarım) Lear oyununun etkileyici maske ve kostüm tasarımında imzası olan Candan Seda Balaban konuğumuz...

  16. Şu üstüne başına bir şey giy

    Hikaye ve çizgi: Can Çetinkaya

  17. Kel

    Hikaye ve çizgi: Mert Tugen

  18. Üç kardeşin muhteşemlik dolu macerası

    Hikaye ve çizgi: Özgü Aydar

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler