Gürcan Keltek’in Kosova’da düzenlenen belgesel ve kısa film festivali DokuFest‘te Balkan Sineması Yeni Yetenek Ödülü’nü kazanan, Kıbrıs Harekâtı’nın ardında bıraktıklarını anlatan Koloni belgeseli manzaranın ruhunu taşıyor. Kıbrıs’ta yaşananlara ve Kıbrıs coğrafyasına farklı bir bakış sunan film, bir bellek kartografı gibi.


Image

Öncelikle Koloni’yi temelde tanıyabilmemiz için konusundan, çekim sürecinden bahsedelim istiyorum.

Bir kaç yıl önce çekmeyi planladığım bir film için Kıbrıs’taki Yeşil Hat etrafında terkedilmiş bölgelerde mekân bakıyorduk. Tampon Bölge’nin 1974’ten beri el değmemiş yerlerini gördüğüm andan itibaren çekmeye başladım. Hemen arkasından Kayıp Şahıslar Komitesi’yle tanıştık ve toplu mezarların bulunduğu bölgelerde yaptıkları kazıları çekmemize izin verdiler. Bu süreç boyunca başımıza gelen iyi kötü tüm kazalar ve aksilikler bu malzemenin filme dönüşmesine yardımcı oldu diyebilirim.

Ben filmi düşünmeye başladıktan sonra kendimi “koloni” kavramının kendisini düşünürken buldum ve sizi Kıbrıs’a ve koloniye çeken o can alıcı fikri çok merak ettim.

Filmin ismini montaj sırasında çok dinlediğim bir Joy Division şarkısından aldım. Bu ismin bir siyasi çağrışımı olsun istemedim açıkçası, bende çağrıştırdığı şeyler daha soyut. Bizi çevreleyen manzarayla kurduğumuz ilişki, bunun hafızamız üzerinde yarattığı etki gibi. Eski bir Maronit köyündesiniz ve üzerinde gezdiğiniz toprak parçasının açılmamış bir toplu mezar olduğunu öğrendiğiniz anda onunla kurduğunuz ilişki değişiyor. Bizim o gördüğümüz manzaraya yüklediğimiz anlamlar, bizde çağrıştırdıkları şeyler. Kıbrıs dünyanın en eski kolonilerinden biri ve kanlı bir tarihi var. Bu yüzden orada gördüğünüz manzaraların hafızası var. Sistem şiddetin bu kadar kolay hâle gelmesine, şiddetin banalleşmesine zemin sağlamış. Aynı bağlantıyı Afrika, Güney Amerika ya da Güneydoğu Anadolu’yla da kurabilirsiniz. Koloni kavramının kendisine dönersek, kolonyal zamanlardan bu yana pek fazla şeyin değişmediğini düşünüyorum.

Claire Denis’yi sevdiğinizi öğrenince bu bağlamda Denis’nin White Material filminde yaptığı o psikolojik peyzajı düşündüm.

Denis, L’Intrus/Davetsiz filminde olay örgüsünü sizin o dediğiniz psikolojik peyzajla anlatır mesela, neler olup bittiğini anlamaktan vazgeçip karakterlerle birlikte etrafı, mevsimleri seyredersiniz.  Şu aralar en sevdiğim Claire Denis filmi L’Intrus.

Filmi bir yaratıcı belgesel olarak tanımlarsak, biraz yaratıcı belgeselden konuşmak isterim.

Bu alanda son zamanlarda çok güzel işler izleme şansım oldu. Filmle gittiğimiz FIDMarseille’de gördüğüm filmleri nasıl tanımlayacağımı bile bilmiyorum. Yaratıcı belgesel kendi başına bir sanat formu, tanımı yapıldıkça genişliyor. Bu nedenle çok iyi ve çok kötü örnekleri de var. Belgesel bizde sık sık röportajla, enformasyon haberciliğiyle karıştırılır. Bir yaratıcı belgeselde gerçeklere bağlı kalmak ya da objektif olmak zorunda değilsiniz. Her zaman büyük bir ekibe ya da bütçeye de ihtiyacınız yok, ki bu çok özgürleştiren bir faktör. Siz bir dil oluşturuyorsanız her şeyin filmi olabilir. Biraz da doğru zamanda doğru yerde kameranızla hazır olmanızla ilgili. Koloni ilk orta metraj filmim; kesinlikle bu alanda bir kaç film daha yapmak istiyorum. Ama çoğu kez bu kategori meselesine aklım basmıyor. Bir fona ya da festivale başvurduğunuzda karşınıza filmin türüyle ilgili bir kutucuk çıkıyor ve orayı işaretliyorsunuz.

Koloni’yi izlerken kameranın arkasında kesinlikle yönetmenin kendisi olmalı, hattâ bence kurgusunu da yönetmen yapmış olmalı dedim. Daha sonra özellikle ilgimi çektiği için görüntülerde kısa filminiz Fazlamesai’de olduğu gibi Murat Tuncel’le çalıştığınızı öğrendim, bu çalışmadan, bu birliktelikten bahsetmek ister misiniz? Beni filmin her şeyini yönetmenin kendisi yapmıştır düşüncesine inandırdınız çünkü. Bilmiyorum belki Koloni’de hissettiğim yalnızlık duygusu yüzünden sizi de o peyzajda yalnız düşledim, böyle düşününce de filmin yarattığı evren boyut aşıyor değil mi? Siz de o kolonin bir parçasısınız artık.

Murat Tuncel çok sevdiğim bir dostum, birlikte çok işler yaptık. Son dönemin en yetenekli görüntü yönetmenlerinden biri. Koloni’yi çekerken çoğu kez sadece ikimizdik. Özellikle belgeselde her şey çok hızlı gelişiyor, çoğunlukla çektiğiniz şeyin üstüne konuşmuyor, işe yarayıp yaramayacağını bilmiyorsunuz. Çektiğimiz yerlerin özünde birer suç mahalli olması bendeki anlamını tamamen değiştirdi. Açılmamış toplu mezarların olduğu yerlerde kuyularda onyıllardır kayıp insanlar yatıyor. Orası ölüler kolonisi, hafızamızda kapatmadığımız açık bir alan, unutulmayı ya da affedilmeyi bekleyen. Çekerken bunları hayal ediyordum daha çok.

Image
Image

Filmdeki görüntülerin yarattığı atmosfer “kırılganlık” gibi. “Görüntülerin kırılganlığı” diyebilirim, ki bence bu sinemanın en çekici yanı o kırılganlığı hissedebilmek. Görüntülerin bir kareden diğerine geçerken kaybolacak olmalarını bilmenin verdiği bir kırılganlık belki de yani biraz zamanla ilişkili, filmin ilişkide olduğu ama filmin kendisinin de yaratacağı yeni bir zamanla. Yani sadece bir fotoğraf karesi değil o sabit planlar, kadrajı aşan, kadraja sığmayan şeylerle de ilişkili gibi. Bu durumla ilgili düşüncelerinizi de merak ediyorum.

Filmde görülen mekânların birçoğu artık yok. Yıkılıp restore edildiler, üstlerine inşaatlar yapıldı. Kayıp Şahıslar Komitesi’nin de en büyük endişesi buydu. Görgü tanıklarının zamanında ortaya çıkmaması, bütün bu yerlerin yok olup gitmesi. Kayıp yakınlarının bir zamanlar yaşadıkları yerler bunlar, onların geçmişi, anıları hep orda. Neyi nasıl çekeceksiniz böyle kararları farkında olmadan alıyorsunuz çoğu kez,  şimdi bakıyorum da Koloni’yi çekme nedenim birebir filmde gösterdiğim şeyler değil.

Peki yeni film gösterim mekânları hakkında neler düşünüyorsunuz? Söz konusu Koloni gibi bir film olunca onun kendine yeni mekânlar yaratabileceğine de inanıyorum. Sadece bir sinema salonu, bir müze ya da galeride değil, belki filmi çektiğiniz mekânın kendisinde, yıkık dökük eski bir evin duvarında. Şu an hayal kuruyorum ama bence bu sinema kendi mekânını kendisi yaratabilecek de bir “güç” taşıyor içinde.

Filmleri gösterecek yeni mekânlar bulamazsak, sadece gösterilen yerler değil yaptığımız şeyler de hızla birbirine benzeyecek gibi geliyor bana. Bu konuda yeni fikirler üretmek lazım. Sinema salonu diye kutsallaştırdığımız yer giderek ufalanıp küçülüyor çünkü. Merak ettiğim bir filmi gidip her yerde izleyebilmeliyim. Kosova’da DokuFest’te bir nehrin üstünde gösterdiler filmi, muhteşemdi. Kıbrıs’ta iç savaş sırasında yıkılmış köylerden birinde göstermeyi hayal ediyorum açıkçası, neden olmasın.

Son olarak müzikten konuşmak istiyorum. Koloni’de olduğu gibi aslında sesler, gürültüler kullandığınız müziklerle bütünlük içinde, video klipleriniz de var ama ben daha çok filmlerde tercih ettiğiniz bu “ses”in genel olarak müziğin filmlerdeki ifade buluş şeklini konuşmak istiyorum.

Bu konuda şansım yaver gitti. Koloni’de Manchester’lı gitarist PJ Philipson’ın bir katedralde kaydettiği gitar reverb’lerinden oluşan bir müzik kullandım. Kısa filmim Fazlamesai’de de Voice of the Seven Woods’dan Rick Tomlinson’ın yaptığı bir kaset kaydını kullanmıştım. Bir filmde baskın bir müziğe boğulmaktan ben de hoşlanmıyorum, tıpkı görüntüdeki gibi bir doku oluşturmak için orada müzik. Koloni’de müzik seyirciyi manipüle etmek amacı taşımıyor. Çoğu nota ve akor parçaları. Hafıza üstüne yapmak istediğim bir film olduğu için duyulan sesler psikedelik çağrışımlara açık olsun istedim.  

Image
Image
  1. Pastırma yazı güneşi gibi: Ellen van Engelen

    “Genel olarak nostaljiden uzak durmaya çalışıyorum ama sanırım nostalji benim tabiatımda var.”

  2. Sovyetler sonrasından kişisel portreler: Sputnik Photos

    “Biz içinde bulunduğumuz ve referans verebileceğimiz bölgeden hikâyeler anlatmak istiyoruz… İşlerimizin en belirgin yanlarından biri belgesel fotoğraflarımızda kullandığımız metaforlar…”

  3. ‘Yıldız Savaşları’nı nasıl bilirdiniz?: Star Wars mektupları

    17 Aralık 2015 olarak belirlenmiş vizyon tarihi gelip çatan Star Wars 7: Güç Uyanıyor (The Force Awakens) vesilesiyle farklı disiplinlerden yazar, eleştirmen ve müzik insanlarından Star Wars mektupları.

  4. Kadınlar Patti Smith’i anlatıyor: Horses albümü 40 yaşında!

    Müziğin yönünü değiştiren efsane albümlerden birini, günümüz müzisyenlerinden dinliyoruz.

  5. Müziğin görsel kimlikleri: Hayali karakterler ve maskotlar

    Iron Maiden’ın Eddie the Head’inden Mr. Oizo’nun Flat Eric’ine, müzik tarihinde yer etmiş karakterlerden bir seçki.

  6. Deliliğe varan ince ayrıntılar: Grimes’dan ‘Art Angels’

    Grimes ve 2010’ların en iddialı feminist “pop” albümü Art Angels üzerine...

  7. Modüler synthesizer dünyası: Moog Mother-32 ve öncesi

    Modüler synthesizer dünyasına Moog'un son katkısı Mother-32’nin şerefine gittikçe popülerleşen ve alışkanlık yaratan bu modüler synthesizer illetini masaya yatırdık.

  8. Algıyı değiştirmek: Föllakzoid

    Şilili grubun gitaristi Domingo García-Huidobro’yla soyut ve zaman ötesi müzikleri üzerine.

  9. Samimiyetin şarkılarla buluştuğu en güzel hâl: Ahmet Ali Arslan

    "'Oldu mu bu?' sorusu korkunç bir şey, kendine sorunca daha da korkunç..."

  10. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  11. Los Angeles’tan bildiriyoruz: AFI Festivali

    Kendinizi mikro bütçeli bir Alman filmini Kim Gordon’la aynı salonda izlerken bulabileceğiniz, biletleri bedava olan AFI Festivali’nin nefis seçkisini ve festival için tasarlanmış özel “sanal gerçeklik” (VR) bölümünü masaya yatırıyoruz.

  12. Manzaranın ruhu: Gürcan Keltek’le Koloni üzerine

    Gürcan Keltek’in Kosova'da düzenlenen belgesel ve kısa film festivali DokuFest'te Balkan Sineması Yeni Yetenek Ödülü'nü kazanan, Kıbrıs Harekâtı'nın ardında bıraktıklarını anlatan Koloni belgeseli manzaranın ruhunu taşıyor. Kıbrıs’ta yaşananlara ve Kıbrıs coğrafyasına farklı bir bakış sunan film, bir bellek kartografı gibi.

  13. Gücünü kaybetmiş hiyerarşi: Sarmaşık

    Sundance Film Festivali’nde yarıştıktan sonra İstanbul, Adana ve Malatya Film Festivallerinin de ulusal yarışmalarında boy gösteren Sarmaşık, devasa bir geminin içindeki esaretten yola çıkıp, güncel bir Türkiye fotoğrafı çekiyor.

  14. Çeyrek asır sonra: Boyz n the Hood

    “Bu sabah televizyonu açtım, şiddet dolu bir dünyada yaşamakla ilgili bir program vardı. Hep yabancı ülkeleri gösteriyorlardı. Düşünmeye başladım ve dedim ki, ya bilmiyorlar, ya göstermiyorlar, ya da umursamıyorlar mahallemizde olanları. Bütün bu yabancı ülkeleri gösterdiler, ama hiçbiri kardeşimin başına gelenleri göstermedi...”

  15. Silahlar ve güller: Afganistan’ın savaş halıları

    Geçtiğimiz günlerde Scotsdale Modern Sanat Müzesi’nde düzenlenen Afgan Savaş Halıları: Orta Doğu’nun Modern Sanatı sergisi üzerinden, Afganistan’da önemli bir sanat dalı ve ifade biçimi olmaya devam eden bu gelenek üzerine.

  16. Ankara üçlemesinin son çizgi romanı: Uzak Şehir

    Ankara’da bir kenar mahallede, entrika, para hırsı, sınıf atlama çabası, hesaplar, kurnazlıklar ve ölümlerle dolu bir suç dünyası...

  17. Tommy Hilfiger: F.A.M.E

    Tommy Hilfiger 2015 Sonbahar/Kış Koleksiyonu F.A.M.E. (Fashion, Art, Music, Entertainment), moda, sanat, müzik ve eğlenceyi buluşturuyor

  18. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler