“Nereye gitsem İstanbul’u da yanımda götürüyorum.”


Fotoğraflarını yaşadıklarımız üzerinden olası öngörüler sunan ya da onları yansıtan araçlar olarak gören Ahmet Polat, 3 Mart’ta x-ist’teki dördüncü sergisini açmaya hazırlanıyor. A Bridge Too Far (Çok Uzakta Bir Köprü) ismini taşıyan ve Polat’ın İstanbul’da çektiği fotoğraflardan oluşan yeni sergisi 2 Nisan’a kadar gezilebilecek. A Bridge Too Far üzerinden sanatçıdan İstanbul ve Türkiye’yle olan ilişkisine, keşiflerine ve önerilerine dair yanıtlar aldık.

Image

Anıt

İlk günlerden itibaren, fotoğrafçı olmaya ilk nasıl karar verdiğinden biraz bahsedebilir misin?

İşin komiği fotoğrafla ilk ilişkimin nasıl başlamış olabileceğinin analizini çok yakın zamanda yaptım. Sekiz yaşındayken annem sürekli evde Türkiye’deki tatil resimlerimize bakmak için diyapozitif slayt gösterileri yapardı. Evin oturma odasında kendi özel sinema salonunuz olduğunu ve muazzam hatıraların duvarlara yansıtıldığını düşün. Bu deneyimin bana hissettirdikleri her zaman içimde kaldı.

A Bridge Too Far serisi ve sergisinin teması nasıl gelişti? 

Hepimizin bildiği gibi ülke çok zorlayıcı değişikliklerle çok zor zamanlardan geçiyor. Bunun getirdiği strese karşı duyarsız değilim ama ben haberleri takip eden bir fotoğrafçı da değilim. İşlerimi yaşananlar üzerinden olası öngörüler ya da onları yansıtan araçlar olarak görüyorum. Bu seriyle de aynı anda hem bir şeyleri yansıtmaya hem de öngörüde bulunmaya çalışıyorum.

A Bridge Too Far’ın etrafında yer alan ve onunla gelişen fikirlerden biraz bahsedebilir misin? Neden o köprü o kadar uzakta?

Başlık Cornelius Ryan’ın 1974 tarihli kitabından alıntı. Sonrasında Gene Hackman ve Anthony Hopkins’le bir filme de uyarlanmıştı. Hikâye, Hollanda’da Arnhem’de bir grup İngiliz’in halen Almanların kontrolünde olan bir köprü için verdiği savaşı konu ediyor. İzlemelisiniz. Bayağı iyi bir film. Ama ilginçtir ki eleştirmenler filmi gerçekleri yansıtmadığı için eleştirmişler. Bu başlı başına komik bir şey çünkü tarih her zaman bir fantezinin parçasıdır, bir bakış açısıdır. Asla kaybedenler tarafından yazılamaz. Bu yüzden benim Türkiye üzerine olan işim için de güzel bir önerme.

Sergideki fotoğraflarının hepsi İstanbul’da çekilmiş. Seneler içinde İstanbul ve fotoğrafla kurduğun ilişkinin nasıl değiştiğini söyleyebilirsin?

1997’den beri burada fotoğraflar çekiyor, burayı belgeliyorum. Yani neredeyse 20 yıldır burada çalışıyor ve burada yaşıyorum. Benim çalışma tarzım da yaklaşımım da İstanbul’un kendisi. Nereye gitsem İstanbul’u da yanımda götürüyorum.

Burayla ilgili yapmış olduğun en güncel keşif ne olabilir?

İstanbul’un daima bir kalbi ve ruhu olduğunu düşünmüşümdür. Ama hayatımda bu şehirde hiç son birkaç yıldır olduğu kadar acı hissetmemiştim. Bu nedenle yeniden güzelliği yakalamak için biraz mesafe almam gerekti. Bunun için hâlâ beklemekteyim.

Image

Garipçe, İstanbul, 2015

Image

Galatasaray Lisesi, 2015

Fotoğrafçı olarak kariyerinin bu noktasında stilini ve dürtülerini tam olarak tanımlayabildiğine inanıyor musun? Yoksa bu devam eden bir süreç mi?

Gerçek anlamda yaratıcı kişiler asla evrim geçirmeyi, sorgulamayı, sınırlarını ve fikirlerini ilerletmeyi ve çevresindeki dünyaları anlamayı bırakmaz. Bu yüzden elbette giderek kendimle ilgili daha çok şeyi anlıyorum ama daha keşfedilecek çok şey var.

x-ist mekânındaki dördüncü sergin bu. Bir fotoğraf sergisine nasıl yaklaşıyorsun? Buna yönelik en önemli kriterlerin neler? Başka fotoğraf sergilerinde nasıl gözlemler yapıyorsun? Neleri ilham verici buluyor? Nelerin iyi olmadığını düşünüyorsun?

Genç yeteneklerin ve eski usûl çalışan sanatçıların işlerini gösterdiği sergilere ve okullara gitmeye bayılıyorum. Her sanatçı için dünyada neler olup bittiğine bakmak önemlidir, yoksa sektördeki insanların dediklerinin sınırları içinde takılıp kalırsınız. Örneğin çerçeveleri yapan adam, “Şunu yapamazsın, bunu yapamazsın” der. Sanırım hepimiz neden bahsettiğimi biliyoruz. Ama sanatçılar olarak işi nereye kadar götürmek istediğimize bizim karar vermemiz lazım, onların değil. Hâlâ Türkiye’deki fotoğraf ortamında birçok şeyin daha iyi yapılabileceğini düşünüyorum. Ama aynı zamanda sabırlı olmam gerektiğinin de farkındayım. Eskiden çok hızlı hareket ederdim ve söylemek istediğimi kimseye anlatamazdım. İleri nesil anlamazdı ve genç nesil de hazır değildi. Ama artık fotoğrafın toplumumuzun daha önemli bir parçası haline geldiğine inanıyorum. Sosyal medyadaki platformlar sayesinde genç insanlar Türkiye dışında neler olup bittiğini takip edebiliyor. Bu iyi bir şey. Ama aynı zamanda insanları şaşırtmak da giderek daha zor oluyor. O yüzden daha fazla çalışmamız gerek. Bu dert ettiğim bir şey değil.

Image

Naturel Fotoğrafçılık, İstanbul, 2015

Genç fotoğrafçılara yapmak isteyeceğin tavsiye ne olabilir?

Çalışmalarınızı hazırlamanıza yardımcı olabilecek, güvenebileceğiniz iyi insanlar bulun. Hem dijital hem de baskı üzerine çalışmaya çalışın. Bu iki dünya birbiriyle bağlantılı olsa da farklı beceriler gerektiriyor. Sabırlı olun.

Şu an ne üzerinde çalışmaktasın? A Bridge Too Far’dan sonra senden beklememiz gereken bir şey var mı bu yıl?

A Bridge Too Far üzerine halen çalışmaktayım. Bir süre daha da böyle devam edecek. Aynı zamanda Londra, Amsterdam, Hilversum ve Miami’de sergilerim olacak. Üç farklı projeyle. Hollanda’da hâlâ Hollanda sokakları üzerine çalışmayı sürdürüyorum. 2017’ye kadar da devam edecek. Ayrıca Avrupa’ya gitmiş göçmenlerle ilgili sergim üzerinde çalışıyorum. Miami’de üç yıl sürecek yeni bir projeye başlıyorum. Miami’nin saklı tarihiyle ilgili.

  1. İzciliğin en ütopik ve mistik hali: Kibbo Kift Kindred

    Geçtiğimiz ekim ayında Londra’daki Whitechapel Gallery’de Kibbo Kift Kindred: Entelektüel Barbarlar” isimli bir sergi açıldı. Sergiden ve aynı isimle yayınlanan kitaptan ilhamla sanatçı, izci başı, karikatürist, gazeteci ve sanatçı John Hargrave önderliğinde bir araya gelen Kibbo Kift Kindred topluluğu ve ideallerine bir göz atıyoruz.

  2. A’dan Z’ye: David Bowie

    Efsanenin hayatını, yaptıklarını ve düşünce tarzını, harf harf mercek altına alıyoruz.

  3. “Fırtınayt” öncesinde, çizgi hikâyesiyle: Büyük Ev Ablukada

    19 Mart günü tanışacağımız yeni Büyük Ev Ablukada şekli öncesinde, grubun heyecan verici hikâyesini hatırlıyoruz.

  4. Bir Austin kahramanı: Thor Harris

    Swans grubunun stil sahibi davulcusu Thor Harris’le yeni projeleri, çizimleri, kitapları ve depresyonla mücadele üzerine konuştuk.

  5. Değişim hiçbir zaman bitmez: GoGo Penguin

    Manchester’lı gruptan Chris Illingworth, üçüncü İstanbul konserleri öncesinde şarkı yazım metotlarını anlatıyor

  6. İki boyutlu bir müzik: Efe Demiral’dan “Inside Out”

    Müzik Hayvanı kataloğunun en yeni isimlerinden Efe Demiral’la ilk solo albümü üzerine.

  7. Birlikte yapmanın önemi: Apeiron Collective

    İzmirli heyecan verici oluşumla şehrin müzik kültürü üzerine...

  8. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  9. Yıl boyu konuşulacak 20 filmle: 66. Berlin Film Festivali

    Yarışma filmlerinin önceki yıllara göre oldukça zayıf olduğu ve birkaç film dışında herkesin üzerinde fikir birliği ederek göklere çıkardığı filmlere pek rastlanmayan 66. Berlinale’nin göze çarpanlarını sizler için yorumladık.

  10. “Into the Forest” üzerine: Patricia Rozema

    “Eğer sanatçılar intikam fantezilerine alternatif teşkil edebilecek işler yapmayı denemezse hiçbir şey hiçbir zaman değişmeyecek.”

  11. Kariyeri hakkında 15 şeyle: Kristen Wiig

    Geçtiğimiz !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde The Diary of a Teenage Girl ve Nasty Baby filmlerinde karşımıza çıkan, Amerikan bağımsız sineması ve ana akım komedilerin yıldız isimlerinden birine dönüşen Kristen Wiig’e yakından bakalım.

  12. Bir sinema üretimi olarak film göstermek: Fol Sinema

    Burak Çevik’le üniversitede başlayan film gösterme deneyiminin nasıl Fol Sinema’ya dönüştüğünü, !f İstanbul için küratörlüğünü yaptığı Başka Haller bölümünü ve bütün bir film gösterme deneyimini konuştuk.

  13. A Bridge Too Far: Ahmet Polat

    “Nereye gitsem İstanbul’u da yanımda götürüyorum.”

  14. Abandoned in Place: Houston, ses ver?

    Amerikalı fotoğrafçı Roland Miller’la dünyanın uzaya açılan kapılarında bir gezintiye çıktık.

  15. Çizgi hikâye: Majör Haydar

    "Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi, kâh inerim yer yüzüne, seyreder âlem beni..."