“Eğer sanatçılar intikam fantezilerine alternatif teşkil edebilecek işler yapmayı denemezse hiçbir şey hiçbir zaman değişmeyecek.”


Prömiyerini Toronto Film Festivali’nde gerçekleştiren, yılın ilgi çekici Amerikan bağımsızlarından Into the Forest, geçen ay !f İstanbul’un da favori filmlerindendi. Filmin yönetmeni Patricia Rozema’yla oyuncu seçiminden, kadın bir yönetmen olarak var olabilme hikâyesine kadar merak ettiğimiz her şeyi sorduk.                    

Into the Forest yakın gelecekte post-apokaliptik bir dünyada geçiyor. Post-apokaliptik böyle bir hikâyeyi iç mekânda kurgulamanın zorlayıcı yanları neler olmuş olabilir?

En zorlayıcı olan, görsel anlamdaki gücünü korumaktı. Post-apokaliptik hikâyelere dair o kadar fazla klişe var ki, Mad Max tarzı beklentilerle gelen izleyicileri hayal kırıklığına uğratmak çok kolay olabiliyor. Ben toplumun sonunun gelişinin gerçekçi bir tasvirini yapmak istiyorum. Ve sanıyorum ki bir sansasyonla değil de sızlanmalarla bitebilir.

Bence her şeyden önce bu kız kardeşlerle ilgili bir film. Karakterlerin birbirinden çok farklı ama aralarında öyle bir aşk/nefret ilişkisi var ki kız kardeşler arasındaki bağı olağanüstü bir şekilde ortaya koyuyor. Bu bağı ikna edici kılmak adına ne gibi planların vardı ve Ellen Page ve Evan Rachel Wood’un buna katkıları ne oldu?

Onlardan birbirleriyle mümkün olduğunca çok vakit geçirmelerini istedim. Birbirleriyle konuşmalarından ziyade, Los Angeles’ta oturan iki kişi olarak sadece birlikte takılmalarını… Birtakım gecikmelerimiz oldu ve bu sayede onlar da birbirleriyle yakınlaşabilmek için zaman kazandılar. Sokaklarda kardeş gibi takıldılar. Umuyorum ki bu sayede kendi aralarında bir dil gelişti. Sadece birbirlerine bakarak anladıkları kendi şakaları vardı. Ellen’ın karakterinin mutfak masasında akşamdan kalma haline Evan’ın karakterinin fırlattığı o “seni manyak” bakışına bayılıyorum.

Bir yerde seni bu hikâyeye dahil edenin Ellen Page olduğunu okumuştum. Onun söylediği, senin de “Tamam” dediğin şey neydi?

Hiçbir şey söylemedi. Kitabı okudum. Kitap beni ikna etti. Bence film yıldızları tarafından baştan çıkarılmamak çok önemli bir konu. Hikâyenin ve onun havasının ve amacının dışında hiçbir şey senin hayatını ve becerilerini bir filme adaman konusunda söz sahibi olmamalı. Ellen’la çalışmak için çok heyecanlıydım çünkü olağanüstü yetenekli bir oyuncu. Güçlü, bilgili ve komik genç kadın dönemini temsil eden bir oyuncu.

Evan Rachel Wood hangi noktada dahil oldu?

Benden hemen sonra. Onu dahil ilk kimin fikriydi tam olarak hatırlayamıyorum. Ama ikimiz de ikna olmuştuk ve ben ona teklif ettim. O da hemen atladı.

Post-apokaliptik mücadele hikâyeleri genellikle gösterişli kaslar, erkeklik ve iktidarla ilgili olur. Into the Forest bu anlamda farklı. İyi ya da kötü olsun hiçbir erkek karakter kız kardeşlerin arasına giremiyor çünkü kadınların onların “gücüne” ihtiyacı yok. Bu açıdan filmi finanse etmek ne kadar zorlayıcıydı?

Ne yazık ki erkek saldırganlığı özellikle de intikam finanse etmesi en kolay şey. En temel insan güdüsü ve bu yüzden birçok insanda karşılık buluyor. Bence istikrarlı bir saldırganlık ve intikam rejimi insanlar için sağlıklı değil. Özellikle de henüz filtrelemeleri tamamlanmamış olan genç insanlar için. Gerçekten de “dişe diş” mantığının sürdürülebilir bir yaşam biçimi olduğu konusunda ikna olabilirler. Ben böyle düşünmüyorum. Bence şiddet şiddeti doğurur. “Onları kovala ve yumrukla” muhabbetlerine asla ilgi duymadım. Beni çok bayıyor. Ama en çok ve en kolay parayı bu sağlıyor. Ben daha karakter odaklı hikâyeleri tercih ediyorum, beni onlar heyecan kandırıyor. Hüzünlü ve acılı bir hikâye de olsa hayatımda sahip olduğum değerleri paylaşacak bir sanatçı olabildiğime inanmak istiyorum. Umuyorum ki etrafta bana benzeyen ve bana göre cazip olan hikâyeleri anlatmama izin verecek yeterli insan, bu hikâyeleri yapmak için yeterli para vardır. Eğer sanatçılar intikam fantezilerine alternatif teşkil edebilecek işler yapmayı denemezse hiçbir şey hiçbir zaman değişmeyecek.

Kadın yönetmen olmakla ilgili bugüne kadar duyduğun en saçma şey neydi? Neden?

Bence etrafımdaki insanlar kadın yönetmenlerle ilgili aptalca şeyler söylemeyecek kadar akıllılar. Bunun hakkında yalnızca düşünüyorlar. Ya da belki düşünmüyorlardır da. Bilemiyorum. Çünkü zihinlerini okumuyorum. Bu işte ve sanat formunda azınlık olmakla ilgili sıkıntı da bu (her ne kadar kadınlar çoğunluksa da); kadın olduğun için mi yoksa fikirlerin yeterince iyi olmadığından mı başarısız olduğunu her zaman merak ediyorsun. Ben bunları umursamayıp yoluma devam etmeyi seçiyorum. Şu bir gerçek ki erkekler genellikle kadınların nasıl düşündüğünü umursamıyor. Onların erkeklere âşık olmalarını izlemekten hoşlanıyor, ama erkeklerden bağımsız duygusal dünyaları olmasını istemiyor. Ve parayı genellikle erkekler kontrol ediyor. Kadınların evrimi bunu yavaş yavaş değiştirecek. Kadınların erkeklerin malı olarak görüldüğü zamanlar o kadar da eski değil. İşin komiği ben erkeklerle çok iyi çalışıyorum. Birçok arkadaşım erkek. Pek karmaşık değiller, bu da onları iyi birer arkadaş yapıyor, ama sevgili olarak bence pek ilginç ya da çekici değiller!

Image
  1. İzciliğin en ütopik ve mistik hali: Kibbo Kift Kindred

    Geçtiğimiz ekim ayında Londra’daki Whitechapel Gallery’de Kibbo Kift Kindred: Entelektüel Barbarlar” isimli bir sergi açıldı. Sergiden ve aynı isimle yayınlanan kitaptan ilhamla sanatçı, izci başı, karikatürist, gazeteci ve sanatçı John Hargrave önderliğinde bir araya gelen Kibbo Kift Kindred topluluğu ve ideallerine bir göz atıyoruz.

  2. A’dan Z’ye: David Bowie

    Efsanenin hayatını, yaptıklarını ve düşünce tarzını, harf harf mercek altına alıyoruz.

  3. “Fırtınayt” öncesinde, çizgi hikâyesiyle: Büyük Ev Ablukada

    19 Mart günü tanışacağımız yeni Büyük Ev Ablukada şekli öncesinde, grubun heyecan verici hikâyesini hatırlıyoruz.

  4. Bir Austin kahramanı: Thor Harris

    Swans grubunun stil sahibi davulcusu Thor Harris’le yeni projeleri, çizimleri, kitapları ve depresyonla mücadele üzerine konuştuk.

  5. Değişim hiçbir zaman bitmez: GoGo Penguin

    Manchester’lı gruptan Chris Illingworth, üçüncü İstanbul konserleri öncesinde şarkı yazım metotlarını anlatıyor

  6. İki boyutlu bir müzik: Efe Demiral’dan “Inside Out”

    Müzik Hayvanı kataloğunun en yeni isimlerinden Efe Demiral’la ilk solo albümü üzerine.

  7. Birlikte yapmanın önemi: Apeiron Collective

    İzmirli heyecan verici oluşumla şehrin müzik kültürü üzerine...

  8. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  9. Yıl boyu konuşulacak 20 filmle: 66. Berlin Film Festivali

    Yarışma filmlerinin önceki yıllara göre oldukça zayıf olduğu ve birkaç film dışında herkesin üzerinde fikir birliği ederek göklere çıkardığı filmlere pek rastlanmayan 66. Berlinale’nin göze çarpanlarını sizler için yorumladık.

  10. “Into the Forest” üzerine: Patricia Rozema

    “Eğer sanatçılar intikam fantezilerine alternatif teşkil edebilecek işler yapmayı denemezse hiçbir şey hiçbir zaman değişmeyecek.”

  11. Kariyeri hakkında 15 şeyle: Kristen Wiig

    Geçtiğimiz !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde The Diary of a Teenage Girl ve Nasty Baby filmlerinde karşımıza çıkan, Amerikan bağımsız sineması ve ana akım komedilerin yıldız isimlerinden birine dönüşen Kristen Wiig’e yakından bakalım.

  12. Bir sinema üretimi olarak film göstermek: Fol Sinema

    Burak Çevik’le üniversitede başlayan film gösterme deneyiminin nasıl Fol Sinema’ya dönüştüğünü, !f İstanbul için küratörlüğünü yaptığı Başka Haller bölümünü ve bütün bir film gösterme deneyimini konuştuk.

  13. A Bridge Too Far: Ahmet Polat

    “Nereye gitsem İstanbul’u da yanımda götürüyorum.”

  14. Abandoned in Place: Houston, ses ver?

    Amerikalı fotoğrafçı Roland Miller’la dünyanın uzaya açılan kapılarında bir gezintiye çıktık.

  15. Çizgi hikâye: Majör Haydar

    "Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi, kâh inerim yer yüzüne, seyreder âlem beni..."