Yarışma filmlerinin önceki yıllara göre oldukça zayıf olduğu ve birkaç film dışında herkesin üzerinde fikir birliği ederek göklere çıkardığı filmlere pek rastlanmayan 66. Berlinale’nin göze çarpanlarını sizler için yorumladık. 


Image

FUOCOAMMARE (FIRE AT SEA)
Competition

İtalyan sinemasının en yetkin belgesel yönetmenleri arasında yer alan Gianfranco Rosi’nin bu oldukça etkileyici mülteci belgeselinin prömiyeri gerçekleştiği gün herkes rahat bir nefes aldı. Zira ortalama ve altı filmlerle dolu yarışmanın açık ara en iyi filmi olması bir yana, hızla favorisine de dönüştü. Nitekim film, Meryl Streep başkanlığındaki Uluslararası Yarışma Jürisi’nden de Altın Ayı ödülünü kaptı. Rosi’nin kamerasını mültecileri taşıyan gemilere, karantina bölgelerine, kurtarılan mültecilerin doktorlarına ait muayenehanelere çevirdiği filmi, sarsıcı gerçeklere tanıklık ettirirken, insanın kanını dondurmayı da ihmal etmiyor.

MIDNIGHT SPECIAL
Competition                                

Shotgun Stories, Take ShelterMud gibi nefis filmleriyle kısa sürede Amerikan bağımsız sinemasının yıldız yönetmenlerinden birine dönüşen Jeff Nichols’ın uzun yıllardır üzerine çalıştığı fantastik projesi nihayet tamamlandı ve dünya prömiyerini de Berlinale’nin yarışmalı bölümünde gerçekleştirdi. Nichols’ın bilimkurgu görünümlü bir B-filmi gibi tasarladığı, nostaljik göndermeleri ve seçimleriyle bu eğilimini vurguladığı filmi, gizem duygusunu baştan sona koruyan, etkileyici bir “öteki” hikâyesi. En basit özetle, özel yetenekleri olduğu düşünülen bir çocuk ve onu kötü adamların elinden kaçırarak ait olduğu dünyaya ulaştırmaya çalışan ailesinin hikâyesini anlatan film, dünya üzerindeki hangi azınlığın varoluş mücadelesi üzerinden okunursa okunsun işleyen, son derece güçlü bir alt metne ve mahareti kendini hafife almasında saklı olan eğlenceli bir görsel dünyaya sahip.

LITTLE MEN
Generation

Üst üste çektiği Keep the Lights On ve Love Is Strange ile çok sayıda ödül ve övgü toplayan New Yorklu yönetmen Ira Sachs, sade bir anlatım dili tutturarak anlattığı minik insan öykülerine Little Men ile bir yenisini ekledi. Berlinale’nin çocuk izleyicilerin seyrine sunulan meşhur bölümü Generation’da gösterilen film, yüzde yetmişi çocuklarla dolu bir salonda gerçekleştirdiği prömiyerinde her yaştan seyirci tarafından büyük bir ilgi ve beğeniyle izlendi ve finalinde uzun süren bir alkış aldı. Böylesine minimal ve olgun bir hikâyenin çocuk izleyiciden gördüğü bu takdir, yönetmen Sachs’la birlikte tüm ekibi duygu seline boğarken, özellikle başrol çocuk oyuncular Michael Barbieri ve Theo Taplitz’in filmde sergiledikleri performans takdire şayandı.

Image

INHEBBEK HEDI (HEDI)
Competition

Hafif oryantalist sularda gezinmesinin ve içinde bulunduğu karmaşık dönemlerde Tunus’tan çıkmasıyla yarışmanın en dikkat çeken filmlerinden birine dönüşen Hedi, âşık olmadığı bir kızla evlendirilmek üzere olan içine kapanık ve fazlasıyla dürüst Hedi’nin bir iş gezisinde aşka düşmesi sonrası içine düştüğü ikilemi anlatıyor. Açıkçası bizim sulardan bakıldığında yerli bir dizi bölümü gibi görünen hikâyesi ve rejisinde pek de parlak bir şey bulunmayan filmin, seyirci ve eleştirmenler cephesinde büyük coşku yaratmasının nedeni de muhtemelen filmin bu cenahtan hikâyeler dinlemeye aç bir kitleyle buluşmasından ileri geldi. Hedi’nin jüriden topladığı En İyi İlk Film ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri sonrası, yıl boyu gezeceği festivallerle de bu yılın Mustang’ine dönüşüp, gelecek yılın Oscarlarında güçlü bir Yabancı Dilde En İyi Film adayı olması şaşırtıcı olmayacaktır.

A QUIET PASSION
Out of Competition

İngiliz sinemasının ustalarından Terence Davies’in 2011 yapımı  filmi The Deep Blue Sea, Davies’in halen olağanüstü bir sinemacı olduğunun kanıtı niteliğiydi. Ancak aradan geçen birkaç yıl ustaya pek yaramamışa benziyor. Geçtiğimiz Toronto Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştiren ve aşırı naif dili ve fazla teatral üslubuyla sadık seyircilerini bile şaşkına çeviren Davies, Berlinale’de yarışma dışı gösterilen son filmiyle de hüsran yaratmaya devam ediyor. Çekimlerine Sunset Song’un hemen ardından başladığı ve Amerikalı şair Emily Dickinson’ın gerçek hikâyesini merkez alan A Quiet Passion, gülünç ölçüde abartılı oyunculukları ve televizyon filmi rejisiyle ciddi bir hayal kırıklığı niteliğinde. Davies’in klasik bir anlatıma sırtını yaslamasının özel bir tercih olduğu aşikâr ancak filmin göndermede bulunduğu klasiklerdeki dili yakalamaktansa onların acı bir parodisine dönüşmesi ne yazık ki kaçınılmaz olmuş.

WAR ON EVERYONE
Panorama Special

İrlanda sinemasının son dönemdeki en yetenekli yazar-yönetmenlerinden biri olan John Michael McDonagh, ilk filmi The Guard ve bol ödüllü, pek nefis draması Calvary’nin ardından epey şamatalı bir filmle karşımızda. Başrollerde yer alan, geçtiğimiz ay !f İstanbul’un konuğu olarak Türkiye’ye gelen Alexander Skarsgard ve Latin yıldız Michael Pena’nın aymaz bir polis ikilisini canlandırdığı ve absürt komedinin sınırlarında gezen film, pek çoğu son derece zekice yerleştirilmiş, politik açıdan yanlış espriler ve ahlaksız bir mizahla hedefini on ikiden vuran bir komedi. Ağzına kadar dolu, kocaman bir sinema salonunda seyirciden otuz saniyede bir kahkaha reaksiyonu almak her filme kısmet olmaz, ama War on Everyone, şahane komedi zamanlaması ve durmayan senaryosuyla Berlinale’de bunu başaran filmlerden biri oldu. Skarsgard’dan beklenmedik şekilde iyi bir komedi yıldızı yaratan film, yılın bağımsız hitlerinden biri olacak gibi.

QUAND ON A 17 SANS (BEING 17)
Competition

Fransız Yeni Dalga akımının hâlâ hayatta olan ve üreten yönetmenlerinden Andre Techine’nin 17 yaşındaki iki erkeğin cinsel keşif öyküsünü merkeze alan genç bir hikâyeyle karşımıza çıktığı ve kendinden yaklaşık 50 yaş küçük sinemacılarla Altın Ayı Ödülü için yarıştığı son filmi, her ne kadar jüriye yaranamasa da, seyirciler ve bir grup eleştirmenin favorileri arasındaydı. Usta sinemacının hikâye anlatmadaki yetkinliğinden faydalanan film, kimi gereksiz yan öykülere saplanıp vakit kaybettiği kısımlar dışında akıp giden ve seyir zevki yüksek bir filme dönüşüyor. Jüri üyelerinden Ursula Meier’in Home ve Sister filmlerinde çocuk oyuncu olarak izlediğimiz Kacey Mottet Klein ve ilk oyunculuk deneyimiyle karşımıza çıkan model Corentin Fila’nın ikna edici performanslarıyla yükselen film, kimi klişelere saplanmaktan kurtulamasa da zevkle izleniyor.

Image

GENIUS
Competition

Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald gibi edebiyat ustalarının editörü Max Perkins’in bir diğer Amerikan edebiyatı ustası Thomas Wolfe’la giriştiği işbirliğine odaklanan ve oyuncu Michael Grandage’in ilk yönetmenlik tecrübesi Genius, hikâyesini dört başı mamur şekilde anlatmayı başarsa da yer yer yapaylaşmaktan kurtulamıyor. Colin Firth ve Laura Linney’nin Perkins ve eşi rollerinde başarılı bir performans sergiledikleri filmde, Wolfe’u canlandıran Jude Law ve ihtiraslı sevgilisi rolündeki Nicole Kidman’ın abartılı performansları filmi kimi zaman çekilmez hale getirse de, birkaç sahneyle dahil oldukları filmde Guy Pearce ve Dominic West’in konuk oyuncu performansları son derece başarılı. Hızlıca akan hikâyesiyle seyircisini güçlü bir yükselişe öyküsüne hapseden film, son derece karamsar bir melodrama dönüşerek aniden noktalanıyor ve aceleci finalinin kurbanı oluyor.

GOAT
Panorama Special

Prömiyerini ocak ayında Sundance Film Festivali’nde gerçekleştiren ve bolca övgü kazanan bu Amerikan bağımsızı, hiçbir nedene dayanmayan bir şiddet olayının kurbanı olan genç kahramanının üniversite döneminde bir öğrenci birliğinde güçle giriştiği mücadeleye odaklanıyor. Gerek hikâyesi, gerek anlatım diliyle fazla yaratıcı bir tarafı bulunmayan filmin, 1.000 kare çekilmiş jenerik sekansı ve ilk 15 dakikasından muazzam bir kısa film çıkabilirmiş.

L’AVENIR (THINGS TO COME)
Competition
Father of My Children, Goodbye First Love ve son olarak geçtiğimiz yıl Eden filmlerini izlediğimiz Fransız sinemasının yetenekli genç kadın yönetmenlerinden Mia Hansen-Love’ın bu yılki jüri tarafından En İyi Yönetmen Ödülü’ne layık görüldüğü son filmi, başroldeki Isabelle Huppert’in her zamanki gibi muazzam bir performans sergilemesiyle akıcı bir ikinci bahar hikâyesine dönüşüyor. Sade anlatım dili ve muazzam finali de cabası.

WEEKENDS
Panorama Documentary

Güney Kore’de, ülkenin dört bir tarafından farklı mesleklerle iştigal eden eşcinsel katılımcılarıyla her hafta sonu toplanan bir gey korosunun gerçek hikâyesini anlatan bu eğlenceli ve duygu yüklü belgesel, koro içerisindeki aşk hikâyelerinden, epey tutucu bir ortamda eşcinsel hakları için mücadele eden kahramanlarının mücadelesine kadar uzanan meselelerine yeterli zamanı ayıran, zayıf görüntü yönetimine rağmen samimi diliyle etkilemeyi başaran bir film.

Image

SMRT U SARAJEVU (DEATH IN SARAJEVO)
Competition
Oscar Ödülü sahibi ilk filmi No Man’s Land’den bu yana bu çıkışı tekrar edemeyen Danis Tanovic’in tamamı Bosna’da bir otelde geçen son filmi, ülkenin politik geçmişine dair sığ bir muhabbet etrafına otel içinde kurduğu yan hikâyelerle, günlük televizyon dizisi tadında bir alegoriye girişiyor. Şaşırtıcı bir biçimde Berlin jürisi tarafından fazlasıyla taktir edilerek Jüri Büyük Ödülü’yle uğurlanan film, eleştirmenleri de ikiye böldü.

ALONE IN BERLIN
Competition
Fransız sinemasının pek sevilen yıldızlarından Vincent Perez’in yönetmenliğini, Emma Thompson, Brendan Gleeson ve Daniel Brühl’ün ise başrollerini üstlendiği bu 2. Dünya Savaşı melodramı, çocuklarını savaşta kaybetmiş Alman bir anne-babanın Hitler’e karşı başlattıkları gizli protesto hareketinden yola çıkan, acısı bol bir hikâyeye odaklanıyor ve filmin tamamı Alman karakterlerini Alman aksanlı İngiliz İngilizcesiyle oynamaya çalışan oyuncularının düştüğü üzücü durum başta olmak üzere oldukça zayıf bir filme dönüşüyor.

REMAINDER
Panorama
Bu yıl açık bir biçimde yarışma filmlerinden daha ilgi çekici filmlerle dolu olan Panorama bölümünün ortalamanın üzerinde filmlerinden Remainder, İngiliz bağımsız sinemasından çıkan bir psikolojik gerilim. Geçirdiği bir kaza sonucu hafıza problem yaşayan kahramanının geçmişle bugün arasına sıkışan yaşamını, yeniden canlandırmalarla güncelleme çabasına odaklanan film, Christopher Nolan ve Darren Aronofsky gibi sinemacıların ilk filmlerini andırıyor.

RAUF
Generation
Berlinale’de bu yıl Generation bölümünde karşımıza çıkan üç yerli filmden biri olan Rauf, sanat yönetmenliğinden gelen Soner Caner ve kurgucu-yapımcı Barış Kaya ikilisinin yazıp yönettiği bir büyüme hikâyesi. Bu yıl Berlin’de aldığı olumlu eleştirilerle festivalin adından söz ettiren filmlerinden birine dönüşen Rauf, özellikle de bol ödüllü görüntü yönetmeni Vedat Özdemir’in nefis sinematografisiyle dikkat çekiyor.

Image

SOY NERO
Competition
It’s Winter ve The Hunter gibi filmleri de daha önce Berlin’de yarışan İran asıllı sinemacı Rafi Pitts’in farklı coğrafyalardan öteki hikâyeleri anlatarak sürdürdüğü filmografisinin en yeni halkası da bu yılki festivalin yarışma filmleri arasında yerini aldı. Bu kez Meksika sınırından Los Angeles’a uzanan kahramanının hikâyesini üç parçada ele alan yönetmen, vaktini iyi değerlendiremeyip uzadıkça uzasa da, seyircisini taca düşürmeyen bir filme imza atmış bir kez daha.

THEO ET HUGO DANS LE MEME BATEAU (PARIS 05.59)
Panorama

Paris’te bir gece, izbe bir seks kulübünde birbirini bulan Theo ve Hugo’yu takip eden kameranın, ikilinin beraber geçirdiği gerçek zamanlı bir buçuk saatini merkez alan film, Fransız yönetmen ikilisi Olivier Ducastel ve Jacques Martineau’nun imzasını taşıyor. 20 dakikalık, uzunca açılış bölümünde pornografik denebilecek ölçüde bir seks bloğuyla açılan film, sonrasında epey naif sularda yüzerek bir çeşit gey Before Sunrise olarak akıp gidiyor.

ZERO DAYS
Competition

Bu yılki yarışma seçkisinde yer alan iki belgeselden biri olan Zero Days, içlerinde Oscar Ödülü sahibi Taxi to the Dark Side başta olmak üzere Gonzo, FreakonomicsThe Armstrong Lie ve Steve Jobs: The Man in the Machine gibi bol ödüllü ve popüler belgesellerin yer aldığı çok sayıda filmin yönetmeni Alex Gibney’nin son marifeti. Amerika ve İsrail işbirliğiyle imza atıldığı iddia edilen, Stuxnet adını taşıyan bir web saldırısı skandalını ele alan film, malzemesini sakız gibi çiğneyerek çoğu an kendini tekrara düşüp seyircisini yorsa da, dikkate değer bir konuyu gündeme taşıyor.

24 WOCHEN (24 WEEKS)
Competition

İlk uzun metrajlı filmi Two Mothers’da anne olmaya çalışan Alman bir lezbiyen çiftin hikâyesini anlatan Anne Zohra Berrached’ın yine bir annelik hikâyesine odaklandığı son filmi, altı aylık hamileyken bebeğinin Down sendromlu doğacağını öğrenen bir kadının yaşadığı çöküşü konu alıyor. Alman sinemasının en sevilen kadın oyuncularından Julia Jentsch’in başrolde enfes bir performans sergilediği film, yarışmanın en iyilerinden olmasa da ilgiye değer rejisiyle Berrached’ın sonraki adımlarının habercisi. 

Image

KATER (TOMCAT)
Panorama

Saadet içinde bir çiftin beklenmedik bir olayla değişen yaşamını konu alan ve bu yılki Panorama bölümünün en sevilen filmlerinden olan Tomcat, aynı zamanda festivalden bu yılın Teddy Ödülü’nü de kazanarak ayrıldı. 2008 yapımı ilk filmi Marz ile beğeni toplayan Avusturya’nın sevilen oyuncularından Klaus Handl’ın bu ikinci uzun metrajlı filminin, doğru bir iletişim stratejisiyle yılın bol ödüllü ve adaylık sahibi filmlerinden birine dönüşmesi işten bile değil.

DİĞERLERİ

Bu yılki Berlinale’nin açılış filmi olan ve sadık seyircilerinin izlerken bayram ettiği yeni Coen Kardeşler filmi Hail, Ceaser!, festivalde kaçıranlar için önümüzdeki ay İstanbul Film Festivali’nin açılış filmi olarak yüreklere su serpti. Festivalden kadın oyuncu ödülüyle ayrılan Thomas Vinterberg filmi Commune, Yeni Perspektifler ödülünü alan Lav Diaz’ın sekiz saatlik son filmi A Lullaby to the Sorrowful Mystery, En İyi Senaryo Ödülü’nün sahibi olan United States of Love yarışmanın ilgiye değer diğer filmleri arasındaydı. Panorama’da Alman yapımı Aloys ve Jonathan ile Aslı Özge’nin Almanca çektiği yeni filmi All of a Sudden da festivalin çok konuşulan ve çeşitli övgülerle karşılanan filmleri arasındaydı. Türkiye’den Rauf dışında yine Generation bölümünde yer alan Mavi Bisiklet de genellikle olumlu eleştiriler toplarken, aynı bölümden Genç Pehlivanlar, Jüri Özel Mansiyon ödülünün sahibi oldu. Ahu Öztürk’ün ilk uzun metrajlı filmi Toz Bezi ise gösterildiği Forum bölümünün öne çıkan filmlerinden biri oldu.

  1. İzciliğin en ütopik ve mistik hali: Kibbo Kift Kindred

    Geçtiğimiz ekim ayında Londra’daki Whitechapel Gallery’de Kibbo Kift Kindred: Entelektüel Barbarlar” isimli bir sergi açıldı. Sergiden ve aynı isimle yayınlanan kitaptan ilhamla sanatçı, izci başı, karikatürist, gazeteci ve sanatçı John Hargrave önderliğinde bir araya gelen Kibbo Kift Kindred topluluğu ve ideallerine bir göz atıyoruz.

  2. A’dan Z’ye: David Bowie

    Efsanenin hayatını, yaptıklarını ve düşünce tarzını, harf harf mercek altına alıyoruz.

  3. “Fırtınayt” öncesinde, çizgi hikâyesiyle: Büyük Ev Ablukada

    19 Mart günü tanışacağımız yeni Büyük Ev Ablukada şekli öncesinde, grubun heyecan verici hikâyesini hatırlıyoruz.

  4. Bir Austin kahramanı: Thor Harris

    Swans grubunun stil sahibi davulcusu Thor Harris’le yeni projeleri, çizimleri, kitapları ve depresyonla mücadele üzerine konuştuk.

  5. Değişim hiçbir zaman bitmez: GoGo Penguin

    Manchester’lı gruptan Chris Illingworth, üçüncü İstanbul konserleri öncesinde şarkı yazım metotlarını anlatıyor

  6. İki boyutlu bir müzik: Efe Demiral’dan “Inside Out”

    Müzik Hayvanı kataloğunun en yeni isimlerinden Efe Demiral’la ilk solo albümü üzerine.

  7. Birlikte yapmanın önemi: Apeiron Collective

    İzmirli heyecan verici oluşumla şehrin müzik kültürü üzerine...

  8. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  9. Yıl boyu konuşulacak 20 filmle: 66. Berlin Film Festivali

    Yarışma filmlerinin önceki yıllara göre oldukça zayıf olduğu ve birkaç film dışında herkesin üzerinde fikir birliği ederek göklere çıkardığı filmlere pek rastlanmayan 66. Berlinale’nin göze çarpanlarını sizler için yorumladık.

  10. “Into the Forest” üzerine: Patricia Rozema

    “Eğer sanatçılar intikam fantezilerine alternatif teşkil edebilecek işler yapmayı denemezse hiçbir şey hiçbir zaman değişmeyecek.”

  11. Kariyeri hakkında 15 şeyle: Kristen Wiig

    Geçtiğimiz !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde The Diary of a Teenage Girl ve Nasty Baby filmlerinde karşımıza çıkan, Amerikan bağımsız sineması ve ana akım komedilerin yıldız isimlerinden birine dönüşen Kristen Wiig’e yakından bakalım.

  12. Bir sinema üretimi olarak film göstermek: Fol Sinema

    Burak Çevik’le üniversitede başlayan film gösterme deneyiminin nasıl Fol Sinema’ya dönüştüğünü, !f İstanbul için küratörlüğünü yaptığı Başka Haller bölümünü ve bütün bir film gösterme deneyimini konuştuk.

  13. A Bridge Too Far: Ahmet Polat

    “Nereye gitsem İstanbul’u da yanımda götürüyorum.”

  14. Abandoned in Place: Houston, ses ver?

    Amerikalı fotoğrafçı Roland Miller’la dünyanın uzaya açılan kapılarında bir gezintiye çıktık.

  15. Çizgi hikâye: Majör Haydar

    "Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi, kâh inerim yer yüzüne, seyreder âlem beni..."