“Bence savaş ve yaşam birbirinden ayrılamaz iki olgu. Birbirleriyle beraber ve birbirlerine paralel yaşıyorlar…”


İranlı fotoğrafçı Gohar Dashti, işlerinde savaş, göç, şiddet gibi kavramları politik ya da tarihsel çerçevelerden çıkarıp, evrensel bir dilde, herkes için anlatıyor. Sanatçı bize İran İslam Devrimi sonrasında kendi savaş deneyimini ve farklı farklı insan durumlarını incelediği işlerini anlattı.

Fotoğraf çekmeye nasıl başladın? İlk motivasyonların nelerdi?

1996 ve 1997 yıllarında güzel sanatlarda grafik tasarım öğrencisiydim. Fotoğrafla o zaman, bir sanat dalı olarak haşır neşir olmaya başladım. Grafik tasarım bölümünde farklı fotoğraf teknikleri ve siyah-beyaz baskı yöntemleri öğrenmiştik, ama oradaki bir hocam, Nezhad Soleymani, fotoğrafik estetik üzerine çalışıyordu. Zamanında bu çalışmaları hem enteresan hem de yaratıcı bulmuştum. Sanırım o yüzden üniversitede fotoğraf okumayı tercih ettim. Aynı zamanda filmlerle de ilgileniyordum. Bu yüzden birkaç film dersi de almıştım. Bazen hâlâ filme olan merakım ve sahnelenmiş fotoğraf çalışmalarım arasında bir bağ olduğunu düşünürüm. 1999’da Tahran Üniversitesi’nde fotoğraf okumaya başladım. Aldığım eğitimin formatı uygun olmasa da, sanırım lisans eğitimi bir sanatçı olmaya adım atmak için iyi bir noktaydı. Benim okulum fotoğrafı çoğunlukla teknik anlamda ele alıyordu. Yine de okuldan birkaç hoca beni aldığım akademik eğitimin dışında düşünmeye ve çağdaş sanat olaylarını daha iyi anlamaya teşvik etti. Profesyonel olarak fotoğraf çekmeye başlamama Mehran Mohajer ve Bahman Jalali gibi hocalarımın çok büyük katkısı oldu.

Hayatının ne kadarını İran’da geçirdin?

Şu anda halen İran’da yaşamaktayım. Çoğunlukla buradayım ama zaman zaman Boston’da da bir süre kaldığım oluyor.

Irak-İran Savaşı’nı deneyimlemek üretimlerine nasıl yansıdı?

Ben İran İslam Devrimi’nin ve kanlı Irak-İran Savaşı’nın ilk yıllarında doğdum. Ailemle birlikte Irak sınırına yakın olan Ahwaz’da yaşıyorduk. Yani savaşla büyüdüğümü söyleyebilirim. Bu durum bana ve benim kuşağıma sürekli tehlike altında yaşamayı öğretti. Bana her şey savaşı hatırlatıyor. Savaşın benim kuşağımdaki etkileri hâlâ baki. Bence savaş ve yaşam birbirinden ayrılamaz iki olgu. Birbirleriyle beraber ve birbirlerine paralel yaşıyorlar. Küçükken, okula gittiğim zamanlarda hâlâ doğum günü kutlamaları yapılır, düğünler düzenlenirdi. Öyle günlerde her şey ne kadar normal gözükse de savaş varlığını bir şekilde inceden inceye hissettirirdi. Savaşın tamamen algılayamadığım ama orada olduğunu bildiğim varlığı… Savaşın korkunç gerçekliği normalleştirildiğinde, daha da gerçeküstü bir hal alıyor. Okul öncesi yıllarda da, erkek kardeşimle evimizin çatısındaki mermileri topladığımız ve daha çok mermi toplayanın kazandığı bir oyunumuz vardı mesela. Yani tanıdığım diğer çocuklar da bu oyunu oynuyordu. Gittiğim pek çok doğum günü partisinde uzaktan silah sesleri duyulurdu. O dönemde insanlar düğünlerini savaş uçaklarının altında gerçekleştirirlerdi. Today’s Life and War serisindeki fotoğraflar da bu dönemi anlatıyor.

İşlerin daha çok kolektif hafızadan mı yoksa kişisel deneyimlerden mi yola çıkıyor?

Sanırım ikisi de. İşlerimin başlangıç noktası içinde yaşadığım toplum. Sanatçı olarak bu toplumun kolektif hafızasından kendi deneyimimi, kendi şiddetle, savaş anılarımla, mutlulukla hesaplaşmamı tasvir ediyorum. İşlerimin kolektif hafızanın derinliklerini keşfettiğini söyleyebilirim. Benim kendi deneyimim de kolektif hafızanın bir parçası. Kolektif hafızadan ayrı düşünülemez.

Stateless (Yurtsuz) serisini ne zaman ve nerede çekmeye başladın? Hepsi sahnelenmiş fotoğraflar değil mi? Benim Stateless  serisinin en sevdiğim yanı evrensel bir kimliği olması. “Doğu ve batı” meselelerini, görüş ayrımları temel almıyor ve politik bir yerde sınırlı kalmıyor. Biraz bu konudaki vizyonundan bahsedebilir misin?

Stateless sersini 2014’te çekmeye başladım. Evet, sahnelenmiş fotoğraflardan oluşuyor. İran’ın güneyinde, Qeshm Adası’nda çekildi. Queshm’in doğası İran’ın geri kalanından farklı. Oradaki dağlar, ovalar ve bulutlar diğer kısımlarda çok nadiren görülüyor. Zaten mekânın bu özellikleri bilinmeyen bir topraktaymışız hissini veriyor. Hiçbir yer ya da zamana ait olmama özelliği bu bölgenin doğasında var. Aynı zamanda seneler önce, Queshm bir sürgün adasıydı. Bu sebeplerle Stateless serisi için orayı seçtim. Modelleri seçmekle ilgili açıkçası pek bir sınırlamam yoktu. Her fotoğrafa göre bölgeden olan ya da olmayan modeller kullandım. Fotoğraflar geniş açı olduğu için modellerin pozu ve el hareketleri çok önemliydi. Bugün hâlâ göçmenlerin kamplarda ya da hiçbir geleceği olmayan topraklarda yaşadığını görüyoruz. Yabancı bir alanda hayatlarını tekrar kurmaya çalışıyorlar. Genel olarak tarihte bu çok yaygın bir mücadele, insanoğlu ve toprağın mücadelesi…

İşlerin İran’da nasıl karşılanıyor? İran’daki izleyiciye ne şekillerde ulaşıyorsun?

İran’da bir galerim var. Aynı zamanda son kitabım Tahran’da da yayınlandı. İran’da yaşayanlar benim işlerimde anlattıklarımın bizzat tanıkları. O yüzden bu durum benim için de enteresan.

Şu an ne üzerinde çalışmaktasın? Senden göreceğimiz bir sonraki iş ne olacak? Üzerinde çalıştığın konuların keşfetmek istediğin başka yanları var mı?

Şu sıralar, Amerikalı bir dergide yayınlanmak üzere, sanatçı olarak benim şehri nasıl algıladığımla ilgili bir proje üzerinde çalışıyorum. Oldukça ilginç bir proje. Aynı zamanda gelecek fotoğraf serilerim için de araştırmalarıma başlamış durumdayım…

  1. Uzaktan bakın: Fred Abuga

    “Sonsuzluğa kadar vuruş eklemeye devam edebilirim...”

  2. “Geleceği olmayan topraklarda yaşam”: Gohar Dashti

    “Bence savaş ve yaşam birbirinden ayrılamaz iki olgu. Birbirleriyle beraber ve birbirlerine paralel yaşıyorlar...”

  3. Unutturulmaya çalışılanlara, saklananlara karşı: Molly Crabapple

    Antakya’da bulunan mülteci kampından attığı tweet’lerle radarımıza düşen Molly Crabapple’la savaş, üretim, kadın ve eylül ayında açılacak yeni sergisi Annonated Muses üzerine sohbet ettik.

  4. Travma tetikçisi “Dank”: Sinem Sal – Ercan Mehmet Erdem

    April Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabı Dank’ı takiben Sinem Sal’la sohbete koyulma işini, Sal’ın aynı zamanda arkadaşı olan yazar ve senarist Ercan Mehmet Erdem üstlendi.

  5. A’dan Z’ye: Morrissey

    Televizyon dizileri, yazarlar, futbolcular, mekânlar, The Smiths ve dahası...

  6. “The Bride”ın ardından: Albümlerin anlattığı hikâyeler

    Bat For Lashes’ın hayali bir karakterin hikâyesini anlatan The Bride albümünün ardından, müzik tarihinden albümlerle anlatılmış ilginç hikâyeleri hatırlıyoruz.

  7. Herkese karşı: Death Grips

    Sacramento çıkışlı tekinsiz üçlüye dair hikâyeler, efsaneler, söylentiler...

  8. Soyuz Microphones ve son Brazzaville albümü üzerine: David Brown

    Brazzaville’le iki yılın ardından yeni bir albüm yayınlayan David Brown’la hem albüm hem de son iki yıldır epey mesai harcadığı Soyuz Microphones’u konuştuk.

  9. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  10. Bir ustaya kendi kelimeleriyle veda: Abbas Kiarostami

    İran Yeni Dalgası’nın öncü isimlerinden, her daim şiirsel bir dile sahip nefis filmlerin yazarı ve yönetmeni Abbas Kiarostami’yi geçtiğimiz ay acı bir hastalığa kurban verdikten sonra, onu kendi kurduğu büyüleyici sözlerle uğurluyoruz.

  11. Beyazperdenin şairleri, romancıları: Gerçek yazar biyografileri

    Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarıştıktan sonra yaz ortalarına doğru gösterime giren ve Thomas Wolfe’un edebiyat dünyasındaki yükselişini konu eden Genius’tan yola çıkarak beyazperdenin gerçek şair ve romancıları arasında gezinelim dedik.

  12. Gus Van Sant’ın Sea of Trees’i şerefine: Bomba yönetmenlerin patlak filmleri

    Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde ibretlik kötü eleştiriler aldıktan sonra kayıplara karışan Gus Van Sant’ın Sea of Trees’i nihayet vizyona girmişken, beyazperdenin diğer yönetmen hüsranlarını anımsayalım dedik.

  13. Karışık bir kariyer hakkında 20 gerekli gereksiz bilgi: Matthew McConaughey

    Bugünlerde peş peşe haftalarda Gus Van Sant’ın Sea of Trees’i ve Gary Ross’un Free State of Jones’unda karşımıza çıkan Matthew McConaughey hakkında gerekli gereksiz kariyer notlarını bir araya topladık.

  14. Ebru Yıldız’ın gözünden Death By Audio’nun son günleri: We’ve Come So Far

    İki yıl önce kapıları kapanan kült konser salonu Death By Audio’nun son 75 gününü fotoğraflayan Ebru Yıldız’la We’ve Come So Far isimli bu ay yayınlanan kitabı üzerine...

  15. Günlük görsellerden ufak tarihçeler yaratmak: Jason Lazarus

    “Arşivler hakkında daha fazla şey öğrendikçe nesnellik ve düzenden ziyade gittikçe özgünlüğü ve içgüdüyü kucaklamayı istedim...”

  16. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler Doruk [email protected] Güran / illü[email protected] Melikşah Altuntaş / [email protected] Nural / [email protected] Kayıran / mü[email protected] Dostgül / [email protected] Cuylan [email protected] Mazonowicz / [email protected] yazı işleri Aycan Taşyü[email protected] [email protected] Naz İ[email protected] [email protected] reklam ve pazarlama Yetkin [email protected] katılımcılar Yağız Yılmaz, Burç Tuncer, Irmak Hatipoğlu, Nazlı Dönmez, Gizem Winter, Hilal Can, Muzaffer Gümüşsu, Beliz Oral, Ethem Onur Bilgiç, Muhammed Ali Yüzen, Tuba Altuntaş, Sedat Girgin, Nihan Bayram, Ceyda Toksöz.  kapak görseli Fred Abuga bant mag. mekan Moda Mektebi Sokak. No:26/A Moda, Kadıköy, İstanbul –