İngiliz sinemasının nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden Danny Boyle’un, Trainspotting’in efsane karakterlerini 20 yıl sonra geri döndürmesi şerefine, filmleri arasında nostaljik bir yolculuğa çıkmanın cazibesine kapıldık.


Mayıs ayının başlarında bizde de gösterime giren T2 Trainspotting ile Rent Boy, Sick Boy, Spud ve Begbie’den oluşan efsane dörtlüyü 20 yıl sonra yeniden karşımıza getiren ve hikâyelerine kaldığı yerden devam eden Danny Boyle, ilk filmin nostaljisini de araya sıkıştırıp, hem o dönemki yenilikçi rejisini takip ediyor, hem de o dönemin gençleri, bugünün yetişkinlerine, kişisel buruk bir maziye dönüş gezisi tertipliyor. Hal böyle olunca bize de Boyle’un sinemasının alameti farikasının izini sürmek ve filmleri arasında bir maceraya atılmak düşüyor. Kariyerinin şaşırtıcı ve yenilikçi her halkasını yeniden hatırlamak ve bu büyük başarının ardındaki sırra vakıf olmak için tek tek üzerinden geçtiğimiz Danny Boyle filmografisine buyurun.


Image

İllüstrasyon: Duygu Topçu  

SHALLOW GRAVE (1994)
1980’li yılların ikinci yarısından itibaren çekmeye başladığı çok sayıda televizyon filmi ve dizinin ardından ilk uzun metrajlı sinema filmiyle seyirci karşısına çıkan Danny Boyle, tüm zamanların en iyi ilk filmlerinden birine imza attı. Daha sonra çok sayıda filmde birlikte çalışacağı senarist John Hodge’ın taze kalemi ve Boyle’un yönetmenlik başarısıyla kült bir klasiğe dönüşen bu kara film harikası, Boyle & Ewan McGregor işbirliğinin de başlamasına vesile olan film aynı zamanda. McGregor’a başrollerde Kerry Fox ve Christopher Eccleston’ın eşlik ettiği Shallow Grave, ölen ev arkadaşlarının arkasında bıraktığı para dolu bir çantayla ne yapacağını şaşıran üç kurnaz arkadaşın macerasına odaklanıyordu. Boyle’a henüz ilk filmiyle BAFTA’da En İyi İngiliz Filmi ödülü kazandıran Shallow Grave, onu hızlı bir biçimde bir sonraki işi merakla beklenen bir yönetmene dönüştürdü.


Image

İllüstrasyon: Tolga Tarhan  

TRAINSPOTTING(1996)
İlk filmiyle büyük bir çıkış yakalayan yönetmenlerin kaderi, genellikle ikinci filmde ilkinin gölgesinde kalmaktır. Bu geleneksel düşüşe zıt bir örnek olmasının yanı sıra, kariyerinin de belki de en önemli filmine imza atan Danny Boyle’un Trainspotting’i, 1990’lı yılların en acayip sinema olaylarından biri olarak karşımızda duruyordu. Yazar Irvine Welsh’in X jenerasyonu tanımının en iyi örneklerinden birini verdiği aynı adlı romanından uyarlanan ve beyaz perdede MTV kuşağının dilini yakalayıp, kendisinden sonra gelen sayısız yönetmene de ilham veren Trainspotting, Danny Boyle rejisinin tüm alameti farikasından nasibini almıştı. Başrolde McGregor’dan bir kez daha ekstra dinamik bir performans almayı başaran Boyle, fiyakalı açıları ve akılları baştan alan kadrajlarıyla, seks, uyuşturucu ve suça bulanmış bir grup Edinburgh gencinin gündelik hayatı ve birbiriyle ilişkisi etrafında ustalıkla gezdiriyordu kamerasını.


Image

İllüstrasyon: Ethem Onur Bilgiç  

A LIFE LESS ORDINARY (1997)
Ortalığı kasıp kavuran ilk iki filminin ardından kendi ülkesinden de Hollywood’dan da teklif üstüne teklif alan Danny Boyle, yeterince ilginç bulmadığı için The Full Monty’yi, A Life Less Ordinary’yi çekmek için ise Alien: Resurrection’ın yönetmenlik tekliflerini reddetti. Bir kez daha senaryoda John Hodge, başrolde Ewan McGregor’la hareket eden yönetmen, bu kez fantastik öğelerle süslü romantik bir macera filmiyle karşımıza çıkmıştı. Danny Boyle’u Danny Boyle yapan hızlı anlatım dili ve ses bandında dönemin ruhunu sonuna dek yansıtan muazzam soundtrack çalışmasıyla bir kez daha paketini sağlamlaştıran Boyle’un filmi, eleştirmenlerin yoğun nefretiyle karşılaşıp, seyirciden de umduğu ilgiyi bulamadı. Bugün bakıldığında dahi hâlâ kariyerinin en acayip işlerinden biri olarak gösterilebilecek A Life Less Ordinary, Boyle’un Hollywood biletinin yanmasına neden olmadı elbette ama kesinlikle güçlü bir giriş de sayılmazdı.


Image

İllüstrasyon: Mert Tugen  

THE BEACH (2000)
A Life Less Ordinary’nin hemen ardından yine bir yığın önemli proje teklif edilen Danny Boyle’a tıpkı Trainspotting gibi yeraltı edebiyatının bir başka kült romanı daha beyaz perdeye uyarlaması için Fight Club önerildi. Ancak Boyle’un gözü daha farklı bir romandaydı. Alex Garland’ın çok satan The Beach’i, uzun süredir sinemaya uyarlanmaya çalışıyordu ve bunun için en uygun isimlerden biri kuşkusuz Danny Boyle’du. John Hodge’a teslim edilen uyarlama ve iki yıl süren hazırlık döneminin ardından Leonardo DiCaprio’nun başını çektiği ve Tilda Swinton’dan Guillaume Canet’ye, Virginie Ledoyen’den Robert Carlyle’a uzanan uluslararası bir oyuncu kadrosu kurulan The Beach, tamamlanıp seyirci karşısına çıktı. Bilgisayar oyunu bölümlerinin görselleştirilmesinde yine Boyle’a özgü bir yaratıcılıkla fark yaratan bu uyarlama da eleştirmenlerden umduğunu bulamadı ve seyirciden gördüğü ilgi filmin kendi bütçesinin altında kaldı. Ancak yine de The Beach bir geri adım sayılamayacak kadar parlak bir filmdi.


Image

İllüstrasyon: Mark Hale  

28 DAYS LATER… (2002)
Hollywood’da işler pek de yolunda gitmeyince Danny Boyle çareyi en başa dönmekte buldu ve ülkesinde artarda iki televizyon filmi birden çekerek güç topladı. The Beach romanının yazarı Alex Garland’ın üzerinde çalıştığı bir senaryoyla ilgilenmeye başlayan yönetmen, ilk kez John Hodge’a ait olmayan bir senaryoyu çekme kararı aldı. Boyle’un İngiltere’de çekip tamamladığı ve kendisine ikinci yükseliş döneminin kapılarını açtıran film olarak tanımlanabilecek 28 Days Later…, dört hafta komada kaldıktan sonra bir anda gözlerini açan ve dünyanın korkunç bir zombi virüsüyle yok olmanın eşiğine geldiğini anlayan bir adamın hikâyesini konu alıyordu. İlginç hikâyesi ve henüz gösterime girmeden ortalığı kasıp kavuran şaşırtıcı fragmanıyla büyük beklenti yaratan film, epey sevildi ve bir anlamda zombi, vampir ve istila filmlerinin de yeniden popüler hâle gelmesini sağlayan işlerden birine dönüştü. Hem eleştirmenlerin hem de seyircilerin ilgisini toplayan 28 Days Later…’da tamamen dijital kameralarla daha mesafeli bir reji ve görsel dil tasarlayan Boyle, bir kez daha hayranlarının kalbini fethetmeyi başardı. 


Image

İllüstrasyon: Merve Atılgan

MILLIONS (2004)
28 Days Later… tüm dünyada infial yaratıp, kısa süre sonra devam filmi çekilen bir fenomene dönüşürken, Boyle çoktan yeni filminin hazırlıklarını tamamlamıştı bile. İngiltere’de ilkokul öğrencisi iki kardeşin, bir trenden atılan pound dolu bir çanta bulmasıyla başlayan olaylar silsilesini takip eden Millions, Boyle’un kariyerindeki belki de en naif film. Yönetmenin kendine özgü nefis kadrajları, dinamik bir kurgu ve yine görsel zemine nakış gibi işlenmiş müzikleriyle tadından yenmeyen Millions, Boyle’un da olgunluk döneminin başladığına işaret eden bir proje tercihiydi aynı zamanda. İngiliz ve İrlandalı başarılı oyunculardan oluşan kadrosu ve güçlü anlatımıyla tam bir ‘kendini iyi hisset’ filmine dönüşen Millions, seyirci ve eleştirmenlerin ortak sevgisini kazandı.


Image

İllüstrasyon: Sadi Güran

SUNSHINE (2007)
Bir yönetmenin en zorlu sınavlarından birine kendini bile isteye dahil eden ve pahalı bir bilim-kurgu filmine imza atmaya karar veren Danny Boyle, Sunshine projesine üç yılını verdi ve ortaya çığır açıcı olmasa da hiç de fena olmayan, meditatif bir bilim-kurgu / psikolojik-gerilim kırması çıktı. Boyle’un 28 Days Later…’da olduğu gibi bir kez daha senarist Alex Garland ve başrol oyuncusu Cillian Murphy ile çalıştığı Sunshine, çekildiği yıldan 50 sene sonrasında bir uzay görevine çıkan astronot grubu arasında yaşananları konu alıyordu. Boyle’un zahmetli reji tecrübesini “Neden bir yönetmenin kariyerinde genellikle yalnızca tek bir bilim-kurgu film olduğunu şimdi anladım” gibi bir cümleyle özetlediği Sunshine, genel olarak sevilmesinin yanı sıra, Boyle’un çok yönlü bir yönetmen olarak meziyetlerini sinemanın her türü özelinde gösterebildiğini kanıtlar nitelikteydi.


Image

İllüstrasyon: İsmail Berkel

SLUMDOG MILLIONAIRE (2008)
Hintli Vikas Swarup’un, Kim Milyoner Olmak İster?’in Hindistan versiyonuna katılan ve hile yapmakla suçlanan bir gencin hikâyesini konu alan çok satan romanı Slumdog Millionaire Danny Boyle’un önüne getirildiğinde, kendisi dahil olmak üzere kimse bu denli büyük bir başarı beklemiyordu muhtemelen. Romandan deneyimli senarist Simon Beaufoy’un yaptığı uyarlama kısa sürede çekilip, Sunshine’dan hemen bir yıl sonra görücüye çıktığında, gösterildiği her festivalde seyircilerin aşırı yoğun ilgisiyle karşılaştı. Yıl boyu gezdiği hemen her festivalden ödüllerle ayrıldıktan sonra Slumdog Millionaire yine de Oscar’ın sürpriz atlarının çıktığı Toronto Film Festivali’nde İzleyici Ödülü kazanana dek yeterince ciddiye alınmamıştı. Toronto’nun da rüzgârıyla hem Altın Küre’lerde, hem de BAFTA ve Oscar’larda ortalığı silip süpüren film, Danny Boyle’a o yıl verilen hemen her yönetmen ödülünü kazandırdı ve onu günümüz sinemasının en önemli birkaç ustasından birine dönüştürdü.


Image

İllüstrasyon: Barış Şehri

127 HOURS (2010)
8 Oscar ödülü dahil 200’e yakın ödül ve bir o kadar da adaylık toplayan Slumdog Millionaire’in başarısının ardından Boyle’un adımlarını epey dikkatli atması gerekiyordu. Tüm dünya ondan yeni bir hit beklerken, o da bu beklentinin altından kalkmayı bir kez daha başardı ve dağ tırmanışçısı Aron Ralston’ın otobiyografik romanından Simon Beaufoy’la birlikte uyarladığı 127 Hours ile bir kez daha turnayı gözünden vurdu. Tırmanış sırasında Utah’da bir kanyonun arasına düşüp sıkışan ve kurtulmak için kolunu kesmek zorunda kalan Ralston’ın sonu başından belli hikâyesini, nefis bir anlatımla merak ve şok duygularını iç içe geçirerek anlatmayı başaran Boyle, başroldeki James Franco’nun başarılı performansına da çok şey borçluydu. En İyi Film dahil 6 dalda Oscar adaylığı kazanan ve yine 150’ye yakın adaylık ve bolca ödül toplayan 127 Hours, her Danny Boyle filmi gibi yine kusursuz bir soundtrack çalışmasıyla karşımızdaydı.


Image

İllüstrasyon: Furkan Nuka Birgün

TRANCE (2013)
Hollywood’da birbiri ardına kazandığı başarıların ardından yine ülkesi İngiltere’ye dönen ve National Theatre’ın Benedict Cumberbatch ve Johnny Lee Miller’lı Frankenstein oyununu canlı kaydeden Danny Boyle, 2012’de Londra’da gerçekleştirilen olimpiyatların dillere destan açılış seremonisini de tüm dünyayı kendine hayran bırakan bir prodüksiyonla başarıyla yönetti. Olimpiyatların hemen ardından Joe Ahearne’nin Trance adlı öyküsünü sinemaya uyarlamaya karar veren yönetmen, bir kez daha John Hodge’la bir araya geldi ve gizemle örülü bu suç hikâyesinde yönetmen koltuğuna oturdu. James McAvoy, Vincent Cassel ve Rosario Dawson gibi şaşırtıcı bir üçlüyü bir araya getiren bu şaşırtıcı macera filmi, her zamanki Danny Boyle enerjisinden nasibini almış hareketli rejisi, şaşırtıcı öyküsü ve çok katmanlı anlatımıyla belli bir çıtanın üstündeydi.


Image

İllüstrasyon: Saydan Akşit

STEVE JOBS (2015)
Ölümünün ardından birbirinden farklı biyografik film ve belgesellerle hayatının hemen her detayına vakıf olduğumuz dünyanın en ünlü girişimcilerinin başında gelen isimlerden Steve Jobs’un yıllara yayılan kariyer adımlarını takip eden Steve Jobs, Danny Boyle’un ustalıklı anlatımından nasibini almış bir dramaydı. Walter Isaacson’ın romanından senaryo dehası Aaron Sorkin’in muhteşem bir ustalıkla uyarladığı film, başroldeki Michael Fassbender’ın inandırıcı oyunu ve Kate Winslet, Seth Rogen ve Jeff Daniels gibi oyuncuların nefis iştirakleriyle hedefini on ikiden vuruyordu. 2015’in en iyi filmleri arasında yer alan ve En İyi Film adaylığını son dakikada ıskalayan Steve Jobs iki başrol oyuncusuna da Oscar adaylığının yanı sıra 100’ün üzerinde adaylık ve 30’dan fazla ödül kazanarak Boyle’un kariyerindeki yerini bir kez daha sağlamlaştırdı.

  1. Her sakallıyı deden sanma: Bearded Brutes

    İngiltere çıkışlı fotoğraf ve film sanatçısı Mark Leeming’in toplumsal cinsiyet normlarını pembe bir çiklet balonu gibi küstahça suratımıza patlattığı sim, sakal ve stil dolu portrelerinden oluşan Bearded Brutes serisinin şekerli tadı, bakanın gözünde kalıyor.

  2. Bir tür “tasarlanmış sinestezi”: Lewis Heriz

    Başta Sofrito ve Soundway olmak üzere birçok plak şirketinin görsel kimliğinin oluşmasında önemli rol üstlenen Lewis Heriz’le albüm kapakları üzerine zihin açıcı bir sohbet.

  3. A’dan Z’ye: Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band

    Müzik tarihine yön veren albüm, 1 Haziran’da 50. yaşını kutluyor!

  4. Kendrick Lamar ve ‘mütevazı’ iş birlikleri

    Terrace Martin’den BadBadNotGood’a, The Alchemist’ten Rihanna'ya; Kendrick Lamar’ın geçtiğimiz haftalarda yayınlanan yeni albümü DAMN.’de bir araya geldiği isimlere göz atıyoruz. 

  5. Fikirler arası kozmik bir yolculuk: Jane Weaver

    İngiliz müzisyen Jane Weaver, Fire Records etiketiyle yayınlanan yeni albümü Modern Kosmology’nin perde arkasını anlatıyor.

  6. Tuhaf ve orijinallerin evi: Fire Records

    “Muhtemelen duymamış olduğunuz müziklere ışık tutmak bizi heyecanlandırıyor.”

  7. Nostalji ya da değil: 1990’lar shoegaze sahnesinin tam takım dönüşü

    Peşi sıra gelen yeni The Jesus And Mary Chain, Slowdive ve Ride albümleri üzerine...

  8. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  9. Sadece bir kahve içecek vakti olanlara: Rakamlarla Twin Peaks

    Nefis bir zaman yolculuğu vadeden yeni Twin Peaks sezonu için geri sayımın sonuna gelmiş bulunuyoruz.

  10. Akıl uçuran tüm filmleriyle: Danny Boyle

    İngiliz sinemasının nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden Danny Boyle’un, Trainspotting’in efsane karakterlerini 20 yıl sonra geri döndürmesi şerefine, filmleri arasında nostaljik bir yolculuğa çıkmanın cazibesine kapıldık.

  11. Her şeye rağmen dimdik: Derdo Ana ve Ceviz Ağacı

    İstanbul Film Festivali’nde En İyi Belgesel kategorisinde birinciliğe layık görülen Derdo Ana ve Ceviz Ağacı’nı, yönetmeni Serdar Önal ve filmin yapımcısı Nagehan Uskan’dan dinledik.

  12. Bir duygunun yolculuğu: Murtaza

    Özgür Sevimli’yle, yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı ilk filmi Murtaza’yı ortaya çıkarırken peşinden gittikleri, kullanmayı seçtiği yöntemleri, motivasyonları ve tutkularını konuştuk.

  13. Cannes Film Festivali tarihinde 8 büyük olay

    Bu yıl 17-28 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek 70. Cannes Film Festivali, önce Photoshoplu posteri, sonra Netflix filmleriyle ilgili bir başka tartışmayla çalkalandı. Ancak bunlar, dünyanın en ünlü festivalinin ilk skandalları değil elbette.

  14. Richard Mosse’un merceğinden: Sıcak-soğuk dalgaları ve mülteci kampları

    Mülteci krizini görüntülemek için termal kamera kullanmayı seçen Mosse, fotoğraflarına bakan insanlarda acıma ve kasvet hislerinden çok, bu insanlık dramına uzaktan bakarak suç ortaklığı ve empati hislerini uyandırmayı amaçlıyor.

  15. Bağımsız, uçuk ve özgün: Milenyumda öne çıkan 10 LGBTİ+ dergi

    Şimdi sizi 2010’lardan bu yana birçok yaratıcı fikre ev sahipliği yapan, ilham verici LGBTİ+ dergilerle dolu bekleme odasına alalım...

  16. Gerçekle kurgu arasında, yapay doğa manzaraları: Burcu Perçin

    Şehrin farklı noktalarında yaratılan yapay peyzaj kurgularını irdelediği çalışmalarını x-ist’te açtığı Yeşili Doldurmak adlı bir sergide bir araya getiren Burcu Perçin’le üretim süreci, doğa-insan ilişkisi ve dahasını konuştuk.

  17. Plaja banyo havlusu serenlerin kitabı: Anne, kız harikasın!

    Elif Türkölmez’le sadece güçlü ve sade anlatımıyla değil aynı zamanda içindeki yemeklerle de iştah kabartan öykü kitabı Anne, Kız Harikasın’ı konuştuk.

  18. Açılmaya cüret eden kalpler ve bir performans olarak aşk: biriken

    Mayıs ayında Kıyamete Kadar Kapattım Kalbimi oyununun son sezon gösterimlerini gerçekleştiren ve Sharjah Bienali’nin İstanbul ayağı için yeni bir iş hazırlayan biriken’le sanal ortamda buluştuk.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler