“Yüksel Arslan’ın resimleri bana endemik bitkileri hatırlatıyor. Taklit edilmesi olanaksız kodları, tarihi, bilimi, felsefeyi, arkeolojiyi tutkuyla arşınlayan eşsiz anlatım dili ve tüm bunları ortaya koyuşundaki itaatsizliğiyle olağanüstü ilgi duyduğum ve Bant Mag.’de görmekten büyük mutluluk duyacağım bir sanatçı.”
Gaye Su Akyol

Edebiyatla resim, düşünceyle sanat arasında: Yüksel Arslan
İstikrarlı hayallerin hakikat olabileceğini hem müzik hem de sanat üretimiyle tekrar tekrar kanıtlayan Gaye Su Akyol’un seçimiyle Türkiye sanat tarihinin en önemli ve nevi şahsına münhasır isimlerinden birinin dünyasına giriyoruz: Yüksel Arslan. 1933’te İstanbul’un Eyüp ilçesinde dünyaya gelen, 1959’da bir sergi davetiyle gittiği, hayatının yeni merkezi olacak Paris’e yerleşen ve 2017’de kaybettiğimiz Arslan’ın 60 yılı aşkın, özgün üretimini kendisinin “kitapçı dükkânım” dediği, her biri özenle seçilmiş kitaplardan oluşan kütüphanesinin kişisel ve görsel bir okuması gibi düşünebiliriz.
Tıpkı kelimelerin ve anlamların diller arası geçişini sağlayan bir çevirmen gibi, okuduğu ve sahiplendiği metinleri kendi görsel dilinde tekrar hayata getiren ve bunu da kendi ürettiği doğal malzemelerle yapan Arslan’ın dönemsel olarak değişiklik gösteren konu odaklarını ve tüm bu farklı dönemleri bir araya getiren stilini anlamanın yolu şüphesiz ki okuduğu ve yazdığı metinlerden geçiyor. Zira kendi yayınladığı kitaplarda da okuduğu metinlerden ve yazarlardan nasıl etkilendiğini, bu etkilerin Fransızca art (sanat) ve peinture (tablo) sözcüklerini birleştirerek artüre ismini verdiği işlerine nasıl yansıdığını aktaran Arslan, üretimlerinin daha ilk dönemlerinde modern resim tekniklerini ve öğretileri reddederek, bolca ilham ve pek çok yazar/düşünürden gelen farklı etkilerle beraber yürüyeceği, kendine has bir yol çizmesiyle tanınıyor.
Hayatı boyunca etkileri altında üretim yapacağı, hatta bu nedenle çeşitli sanat eleştirmenleri tarafından işleri zaman zaman resim ve edebiyat arasında bir noktaya konumlanan Arslan’ın edebiyatla olan bir ömürlük dostluğu Nikolai Gogol’ün Müffettiş kitabıyla başlıyor. Hemen arkasından giriştiği dünya klasikleri okumasına bir Karadeniz tatili sırasında, bir mağarada, içi kitap dolu bir sandıktan çekip çıkardığı Nazım Hikmet ile devam ediyor. Kendini daha iyi tanımak için okuduğu Freud’un etkisinde ürettiği, daha sonra Paris yolunu da açacak erotik ve fallik dönem işlerini takip eden, önce Nietzsche ve sonrasında Marx etkisindeki dönemler ise Arslan üzerinde daha kalıcı ve dönüştürücü etkiler ortaya çıkarıyor.
Okuduğu ve etkinlendiği metinleri sıralamaya asla yerimiz yetmeyecek Yüksel Arslan’ın Defterler/Cahiers de Travail 1965-1994 (1996) ile Yeni Etkiler (2015) isimli kitaplarından ve 2009’da Santral İstanbul’da gerçekleşen retrospektif sergisi için Özlem İnat Erten’e Lebriz Sanal Dergi için verdiği röportajdan; bu zeki, öğrenmeye ve düşünmeye sonsuz merak duyan yaratıcı zihne dair algımızı açacak alıntılar derledik:

“Birkaç ay sonra bu ilk çalışmalarımı ve bir düzine kadar tuvali yırtıp çöpe atıyorum. Tüplerden çıkan boyaları yapay, şok edici, ‘doğa-karşıtı’ buluyorum. Güzel Sanatlar Akademisi’ne gitmek yerine Sanat Tarihi Enstitüsü’ne kaydoluyorum. Bu garip karar çok basit bir düşünceye dayanıyor: Kat edilmiş yolların dışında da, ressam olmadan da resim yapılabilir, ressam olunabilir!
Yapay renklere duyduğum nefret, beni doğal renkler aramaya ve kişisel bir teknik bulmaya zorluyor. Tarihöncesi ve ilkel sanatçıların, minyatür ustalarının, Anadolulu dokumacı kadınların (yün boyamak için) kendi boyalarını kendilerinin yaptıklarını biliyorum. Böylece kâğıt üzerine çiçekler, otlar, taş, kiremit, kömür, sabun, çürümüş odun parçaları, benzin vb. sürterek çalışmaya başlıyorum.”
Defterler/Cahiers de Travail 1965-1994
“Sergilenen bütün eserler satıldı; artık zenginim! Hachette kitabevinden sanat kitapları satın alabilirim öyleyse! Bu kitaplardan birinde (tarihöncesi sanatla ilgili) en sevdiğim meslektaşlarımın boya reçetelerini buluyorum: Topraklar (toprak boyalar), bal, yumurta akı, yağ, kemik iliği, sidik, kan… Kâğıt üzerine ilk denemem doyurucu sonuçlar veriyor. Böylece, 1955’ten beri yetkinleştirerek kullanacağım yeni bir teknik buluyorum.”
Defterler/Cahiers de Travail 1965-1994
“O dönemlerde Avrupa resimlerini göremiyorduk tabii, orta sondayken kitap satın almaya başladım, kitap okuma merakım da o dönemde başlamıştı. Beyoğlu’nda Haşet Kitabevi vardı, oradan resim kitapları alıyordum. Paul Kleeler, Picassolar… O resim kitaplarının içinde bana en çok etki eden Paul Klee oldu. Ben etkilenmekten hiç korkmam, çok severim, ama o etkileri de aşmak gerekir tabii, orası ayrı bir konu.”
Lebriz Sanal Dergi röportajı, 2009

“Şile’de, Karadeniz kıyısında küçük bir sahil kasabasında oturan aile dostlarının yanına tatile gidiyoruz. Benim yaşımdaki oğullarıyla birlikte bir mağaranın içinde kitaplarla tıka basa dolu bir sandık buluyoruz. Aralarından Nazım Hikmet’in tüm eserlerinin ilk baskısını seçip alıyorum. Nazım Hikmet okumak o dönemde yasak. Yirminci yüzyılın üç en büyük şairinden birini keşfediyorum.”
Defterler/Cahiers de Travail 1965-1994
“Okumak beni artür yapmak için kışkırtıyor, sevdiğim yeri işaretliyorum, hatta defterlerime not alıyorum, kitap belki kaybolur, ama defterlerim kaybolmaz, oradaki birkaç satır benim artür yapmamı sağlayacak fikirleri doğuruyor. Yaptığım artürde çıplak bir kadın varsa, o başka bir sebepten orada. Manzara, natürmort yapamadığım, alışılmış bir ressam olmadığım için beni kışkırtacak bir şey yapmam lazım. Bu da dediğim gibi bol bol okumak. Artür yapmak resim yapmaya benzemiyor. Artür resme karşı.”
Lebriz Sanal Dergi röportajı, 2009
“Cordier çalışmalarımı nasıl sınıflandıracağını bilemiyor: Bu ne resim, ne guaş, ne de desen… Durumu açıklamak amacıyla ARTURE sözcüğünü buluyorum! Ve ARTSLAN diye imzalıyorum: Her delikten ART (sanat) kokuları yayıyorum.”
Defterler/Cahiers de Travail 1965-1994

“1986-2000 yılları arasında L’Homme [İnsan] dizisi üstünde çalıştığımı çok iyi biliyorsun. Bu çalışmayı dostum Jacques Vallet’in kıymetli yardımlarıyla üç cilt halinde yayınlamıştım; çıkar çıkmaz da sana göndermiştim. Genel anlamda İnsan’ı ele alıyordum, normal ve marazlı sinir sistemini, akıl hastalıklarını, özellikle de şizofreniyi. On dört yılın sonunda, ‘Yeter!’ dedim kendime. Bu tuhaf yaratık böyle bir çabayı hakediyor mu?”,
Yeni Etkiler, 2015
“Yok olup giden sanatlar vardır, meslek hayatımın daha en başında, resmi (resim-resim) ölü bir sanat kabul ettim! Ve onu seneler önce tarihin çöplüğüne attım! Burada, Paris’te örneğin, eleştirmenlerin, özellikle de müzecilerin beyin kıvrımlarında bir tek Picasso’nun, bir tek Matisse’in adı dolanıyor! Her yıl bir iki Picasso sergisi açılıyor: erotik-Picasso, koleksiyoncu-Picasso, Picasso ve Ingres, fotoğrafçı-Picasso, basındaki çizimleriyle Picasso, Picasso da Picasso. Herkese soruyorum: Bir modern sanat küratörü ne vakit Picasso’nun kıçı üzerine bir sergi açacak bize?”
Yeni Etkiler, 2015
“Yaklaşık yarım yüzyıl önce, bir arkadaşımın ısmarladığı biletle izlemiştim Godot’yu Beklerken’i. Sonunda bu oyunu, ve elbette Beckett’in yapıtının tamamını okudum, elli yıl sonra. Sevgili F…, böylesine nadir rastlanan, böyle olağanüstü bir yazarı atladığım için çok utandım! Ama sen bilirsin, meslek hayatım boyunca, yazı ya da düşünce aleminden başka devlerle uğraştım, şu sefil hayatımda onlarca yıl meşgul ettiler beni!”
Yeni Etkiler, 2015
“Bazı eleştirmenlerin [Stéphane] Mallarmé’yi J. Joyce’la karşılaştırdığını biliyorsundur mutlaka. İyi fikir, belki de kötü; burada birileriyle polemiğe, lüzumsuz gevezeliklere girişmeye hiç mi hiç niyetim yok. Her şey bir yana, J. Joyce şöyle demiyor muydu: ‘Bir yapıtı tamamlamamı sağlayan tek uyaran, Blake’i aklımın köşesinde tutmaktır: Deli deliliğinde diretseydi, bilgeliğe erişirdi.’ Joyce gibi, bizim atalarımız da söylememiş mi: ‘Ayağını sıcak tut, başını serin, Kendine bir iş bul, düşünme derin’”
Yeni Etkiler, 2015

“Burada, anarşistlerin yazdığı ve anarşistler üzerine yazılmış yazıları okuduğumu vurgulamalıyım. Böylece, toplumdışı, yıkıcı, gayri insani, sınırsız politik özgürlük yanlısı, artürik, patafizik, psikiyARTik, Nietzscheci küçük bir hayat seçmiştim kendime… Ta ki 1967 yılının sonunda Marx’a, diyalektik maddeciliğe erişene dek…”
Defterler/Cahiers de Travail 1965-1994
“Bu iki Alman düşünürü (Marx için 1818-1883; Nietzsche için 1844-1900) karşılaştırmak geldi aklıma, o kadar. Hayatımın yarısından fazlasını onlarla, onların etkisi altında geçirdim diyebilirim! Ama onlar birbirlerine hiç ilişmemiş. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Marx’ın metinlerinde Nietzsche’nin adına rastlamadım hiç. Nietzsche sosyalizmle o kadar ilgilenmiş olmasına rağmen Marx’ın yazdıklarını hiç görmemiş. Yanılıyor olabilirim! Ne fark eder! Buradalar işte, ikisi de, karşı karşıya!”
Yeni Etkiler, 2015
“‘Şölen’ sözcüğünü telaffuz ettiğimizde, yirmi beş yüzyıl geriye, Antik döneme, Eski Yunan’a gidiyoruz. Platon ve Ksenophanes’ten bahsettiğimi anlamışsınızdır. Bu iki düşünür, Şölen başlıklı birer kitap yazdılar. Kişisel olarak, Platon’un Şölen’ini tercih ederim. [Görüyorsun ya, F…, düzgün işleyen küçük bir beynimiz varsa eğer, yüzyıllara ve yüzyıllara rağmen Eski Yunan’dan ve Eski Roma’dan çıkamıyoruz bir türlü. Tüm bu düşünürler asla bırakmıyorlar bizi, hep buradalar, 2005 yılında yaşayanlar arasında yaşıyorlar.”
Yeni Etkiler, 2015
“İlle de sıradan olmamak gibi bir amacım var mı? Pek sanmıyorum, yani ben öyle havalarda uçan bir adam değilim. Belki de doğal bir itilim var. Aldığım bu kararlar tesadüf değil, düşünülmüş bir şey. Yani niye Akademi’ye gidip normal bir ressam olmak istemiyorum? Bu demek değil ki ben anormal oldum.”
Lebriz Sanal Dergi röportajı, 2009

*Tüm görseller Seli Arslan’ın izniyle kullanılmıştır.