2016’da ilk EP’si Uykuda Bir Bulut’la ve ardından kimi heyecan verici iş birliklerine de imza attığı teklileriyle yerli caz sahnesine ferahlatıcı bir nefes üfleyen Deniz Taşar’ın ilk uzunçaları yayında. Yedi parçadan oluşan albümün ismi Pişman Olunmayan Dünler. Şarkı yazarlığını “kendini ve müziği keşfetmek” olarak tanımlayan Taşar, ortak duygularda buluşma vadeden albümünün detaylarını ve üretim sürecini anlatıyor.
Sohbetin tamamı önümüzdeki günlerde Bant Mag. podcast kanallarında olacak.
Türkiye’de sahne ve mekân yasaklarında bir seneyi tamamladık. Ben sahnede değilim, yanında ya da önünde olan biri olarak bir senedir o kadar hayattan kopmuş hissediyorum ki geri dönüp çektiğim konserlere fotoğraflara bakıp anları hatırlıyorum, çünkü hepsi aslında benim için hafıza blokları gibi. Bu nasıl bir hikâyeydi, dediğim zaman kendi arşivime bakıp, bütün hisleri, diyalogları, orada olan insanları hatırlıyorum. Ve tabii ki orada asıl amacı olan müziği icra eden insanları görmek ve bir senedir bundan mahrumlar. Senin için nasıl bir şey, çok merak ediyorum. Orada olmak ve olmamak, ikisini de.
İkisi de çok farklı tabii, olmama kısmına değineyim önce. Biraz unuttum gibi, çok tuhaf, hatırlamıyorum. Özlemiyorum gibi de. Sanki hiç yoktu, baya silindi yani çok enteresan. Şimdi bir konser koyalım deseler mutlulukla heyecanlanmam da sadece gerilim hissederim. Napıyoduk? gibi. Çünkü zaten çok korkarak çıkıyordum. Sahne korkum yok aslında ama çok geriliyorum ilk çıkarken. İlk ağzımı açıp ses çıkarana kadarki kısım cehennem gibi benim için. Konserlerden önce de çok yazık bir hâlim olabiliyor. “Deniz iyi misin? Bugün niye böylesin?” falan… Sanki vücudum, zihnim, orada harcayacağım enerjiyi saklamak için beni kapatıp bir şeye çeviriyor. Sahneye adım attığımda da ağzımı bir açıyorum; ondan sonrası dünyanın en keyifli şeyi. Ait olduğum yerdeyim, olmam gereken yerdeyim, en mutlu benim. İstediğimi yapabilirim; yanlış da yaparım doğru da yaparım, hiç önemli değil. Eğlenmem önemli, eğlenmeleri önemli. O zaman kendini âna teslim etmiş, çok mutlu biri oluyorum ama o arada ne oluyorum, ben de anlamıyorum. Hâlâ geçmiyor. Çok diyorlar “Hâlâ alışmadın mı?” diye. Hiç alışmıyorum ve seviyorum da alışmamayı; onun çok özel bir şey olmasını, kalmasını sağlıyor. Sahneye ilk kez tiyatro için çıkmıştım lisedeyken ve sahne başladığında, perde arkasında yerleşmişiz; perde açıldığında başlamış oyun. Başlangıcıydı sahnenin. Zaten hâlihazırda yatan bir insan yığınıydık. Orada yatarak bekliyorduk oradaki bekleyişi hatırlıyorum. Oradaki heyecanımı. Sonra açılıncaki vuran ışık… Orada yatarken “İşte bu, bunun için yaşayacağım.” demiştim.
Oradayken mi? İndikten sonra mı?
Oradayken. İlk ışıklar vurduğu anda dedim ki şu an yaşadığımı hissediyorum ve bunun için yaşayacağım. Bu yoğun hislerim hiç kaybolmadı ama sanırım o heyecan bende o diğer duyguyu da tetikliyor. Sanki ikisi el ele gidiyorlar gibi. Onu çok önemsediğim için, gerilim de beraberinde geliyor. Galiba çok özlemişim sahnede olmayı!
Evet şimdi onu söyleyecektim, pek hatırlamıyormuş gibi görünmüyorsun aslında.
Evet ya, bak şimdi konuştukça öyle oldum. Bir de ben büyük festival sahnelerine değil de küçük caz kulüpleri, insanlarla çok iç içe olan sahnelere daha aşinayım. Orada bire bir kontakt ve iletişim var. Yüzleri görüyorsun, sen laf atıyorsun, onlar laf atıyor. O sıcaklık, insanlarla bir arada olmayı özlüyorsun. Sırf konser de değil zaten; insanlarla bir arada olmak genel olarak özlediğim bir şey.
“Hiçbir şeye yetişemiyorum, her şeyi kendi kendime yapmaya çalışıyorum o yüzden hiçbiri tam olmuyor. Her kendimi zorladığımda biraz daha fazlası olduğu için hayal etmeye devam!”
Bütün kayıt sürecini pandemi koşulları altında geçirdiğini biliyoruz. Ve albüm kalabalık. Ekip olarak yeni bir şey kurmuşsunuz. Bütün söz ve müzikler sana ait anladığım kadarıyla.
Evet, bir parçada müziği Ekin Cengizkan ile paylaşıyoruz. Bütün parçalarda olan bir tek Ekin var. Düzenlemeleri hep Adem (Gülşen) yaptı ama bir parçada Ekin’le baş başayız; bu yüzden o orada birden öne geçiyor. Normalde bir önceki albümde ve alıştığım müzik yapma şeklinde bir ekip olmak ve o ekiple hazırlandıktan sonra stüdyoya girip albümü kaydetmek gibi bir şey biliyordum sadece. Bu sefer dedik ki; sound olarak akustik bir şeye dönüşebilen bir yerde durmamıza gerek yok. Hepimiz ayrı yerlerdeyiz, bir araya gelemiyoruz. Bunun artılarını alalım ve gerçekten o parça kimi istiyorsa, nasıl bir ses istiyorsa, nasıl bir tarz istiyorsa, nasıl bir kaydedilme şekli istiyorsa; o şarkıya onu verelim. Yani şarkılar bizi yönetsin.

Peki bunu nasıl başardınız? Herkes senin oluşturduğun bir strüktür üzerinden, yani söz ve belki belli bir melodi üzerinden başlayıp ona nasıl katkıda bulunabileceğini mi sana iletti? Herkes bu süreçte kendi stüdyosunda kayıt almış ve en sonunda bu kayıtlar birleşmiş gibi anlıyorum. Bunu merak ettim aslında çünkü zor bir dönemde, zor bir şeyi başarmışsınız.
Evet, çok doğru. Burada tamamen Adem’e teşekkür etmeliyiz çünkü şarkılardan bazılarını daha önce kaydetmiştik. Mesela “Kirlendik” çok daha eski bir kayıt. “Onu Ona Ona Onu”yu çıkardığım zaman ikisini ikili gibi düşünerek kaydetmiştim. Sonra “Kirlendik”i tutmaya karar verdim sadece, “Onu Ona”yı çıkardım. O zaman fikirlerim başkaydı, birkaç ay sonra da albüm çıkacak falan zannediyordum. Hayat o kadar başka türlü akıp gidiyor ki… Sürekli bir yerlerde duyuruyorum, “albüm geliyor bu sene” falan. Bir sene daha geçiyor ve albüm yok. Bir yandan da kimsenin sana “hadi” dediği de yok, tamamen kendi motivasyonunla, kendi koyduğun tarihlerle ilerlediğin bir süreç aslında. Onu o zaman kaydetmiştik, onun düzenlemesi Şentürk Öztaş’a ait ve hep beraber stüdyoya girip yaptığımız bir kayıt. Parçalardan bir tanesi bambaşka mesela. “Uzaktan”, albümden önce çıkarmak istediğim ve bir an önce kaydetmek istediğim için Adem’in düzenlemesini yaptığı ve başka bir gün bu sefer stüdyoya girip hep beraber kaydettiğimiz bir şarkı. Tekli olarak önden çıktı, dolayısıyla bu iki parça aslında bir arada kaydedilmiş yegâne parçalar oldular. Sonrasında ben vokal kaydını yapıyorum ve Adem’e yolluyorum, bütün düzenlemeyi o yapıyor. Herkesin partisini yazıyor, müzisyenlerle iletişime geçip, kim çalacak, nasıl çalacak, ne istiyoruz gibi iletişerek yürüttüler o işi. Herkes kendi tarafında kendi payına düşeni mükemmel bir şekilde yaptı. Ekin davul kayıtları için stüdyoya gitti. Ben orada yanında olmak isterdim, olamadığım bir dönemdi yine pandemiden dolayı. Benim için enteresandı yani, ben işin başında durmayı seviyorum, duramadım. Ama işte o kadar iyi müzisyenler ve Adem de o kadar net bir vizyon çizmişti ki bir şekilde her şey tam istediğimiz ve içimize sindiği gibi olabildi.
İster istemez görselleştirme eğilimim var benim de dinlediğim müzikleri, her şeyi aslında. Senin de albümünde yedi tane parça var ama gerçekten kısa hikâyeler birbirine bağlanıyor. Bir giriş, gelişme, sonuç ve oradan çıkarılan çok daha büyük bir ders varmış gibi. Bunu belki de kitaplaştırma gibi bir fikrin var mı, illüstrasyonların olduğu akışkan bir hikâye, çünkü kitap yazmışsın bir nevi.
Neler dedin ya, mest oldum şu an. Öyle kitap gibi şeylere çok heyecanlanıyorum, hep aklıma geliyor. Hiçbir şeye yetişemiyorum, her şeyi kendi kendime yapmaya çalışıyorum o yüzden hiçbiri tam olmuyor. Her kendimi zorladığımda biraz daha fazlası olduğu için hayal etmeye devam! Belki kendime takım arkadaşları bulurum benimle bunları yapmak isteyen, o zaman tabii daha güzel olur.
Albümün kapağını sen yaptın değil mi?
Evet.
Onun büyük halini görmek istiyorum, özellikle bugüne kadar tuttum kendimi. Son birkaç gündür o küçücük görselin ekran görüntüsünü alıp ne olmuş acaba diye bakmaya çalışıyorum. Instagram’daki bir videonun üzerinden bakarken görebildim. O zaman anladım bu kocaman bir kanvas. Benim gördüğüm o küçücük görsel aslında dev bir dünyaymış. Onun üzerinde neler oluyor?
Evet, epey büyük bir şey o. Ben bu albüm için aslında bir sergi hayal ediyorum. Ediyorum mu diyim ediyordum mu diyim, çünkü pandemiden dolayı olmayacak gibi geldi ama belki bir gün olur diye çalışmaya ve üretmeye devam ediyorum. Beni o kadar heyecanlandırdı ki kendi temam; müzik de olsun, söyleşileri olsun, görselleri olsun, bir dünya olsun ve sadece şarkı olmasın istedim. Burda biraz geçmiş, geçmişi saklamak, onu paketlemek gibi fikirlerden yola çıkarak (Belki bir sürü insanla şey olacağım plastik kullandığım için ama) plastiklerin ve naylonların üzerine iş yapmak istedim. Böylelikle hiçbiri kalıcı da olmuyor yani aslında ben saklamaya çalışıyorum ama bozulup yok oluyolar. O resimleri yaptığımdan beri çok değiştiler.
Ne zaman vedalaşacaksın?
Bilmiyorum. Gidene kadar ne kadar değerlendirirsem kâr gibi düşünüyorum.
“Konserler olmasa da kapanıp üretiyor olmak çok mutlu etti beni. Biraz konserlerden uzak kaldığım için kendimi koruma psikolojisi de olabilir.”

Peki bir tarih koyup kendine, o zamana kadar planladığın, onla ilişkili olan işleri bitirip sonra bir tane yakma partisi, yani albümün son parçasında yaptığın gibi vedalaşma yaşanabilir orada.
Çok güzel olabilir, bunu Deniz’le konuşmam lazım çünkü kendisi vedalardan hiç hoşlanmıyor! Yani eşyalara çok bağlıyım, bu çok kötü bir huy. Her şeyi saklarım, bunun da küllerini saklarım belki böyle bir şey yaparsak.
Hiç fena fikir değil, külleri tatlı bir vazoya koyabilirsin.
Kendi yaptığım bir vazoya koyabilirim evet. Kapaktaki de, çok kalın bir plastiğe kocaman bir iş. Üzerinde çok uzun zaman çalıştım. Albüm çıkmadan önceki birkaç ayım o resimlerle geçti. Biraz şarkı sözlerinden de kısımlar var. Tamamen içgüdüsel, o sırada, o akışta neler hissettiysem onları çizdiğim bir şey. Ama böyle kendimce bu dünyaya bir dil yaratmaya çalıştım. Bütün işleri bu dilin üzerinden yapıyorum. Bakalım bir şeye dönüşsün istiyorum ama dönüşmese de olur. Kendim için aslında.
Bu geçtiğimiz süre içerisinde sen üretmeye hiç ara vermedin ama bir çıkarım yapmanı sağlayan, ders aldığın, kendinle baş başa kalmaktan ya da dünyanın ve Türkiye’nin şu anki hâlinden çıkarım yaptığın bir şey oldu mu? Bundan sonra belki de üretimlerini etkileyeceğini düşündüğün bir ders var mı, merak ediyorum. Ya da aynı sorunun diğer tarafı, sana önümüzdeki günlerde tekrar üretmek için ya da devam etmek için güç ve umut veren şeyler neler?
Yeni şeyler yazmaya başlamadım. Yeni müziklerim var ama bu işle pek ilişkilendirmedim yani, bambaşka bir şey olarak var. Biraz bu bitmeden, diğerlerine geçemiyorsun gibi bir durum oluyor. Senelerdir bu parçalarla meşgulüm, tamam çok güzel ama bir yandan da nefes alıp kendini resetleyip bir işe girişemiyorsun. O konuda şansım şu oldu, araya başka projeler girdi ve ben onlar için başka taraflarımı da gösterdiğim şeyler üretebildim. Pandeminin en güzel tarafı buydu. Seninle kaydettiğimiz proje de öyleydi, Akbank projesi de öyleydi. Onların vesile olduğu Adem’le üretimlerimiz dışında yeni bir şey yazamadım. Çünkü kafam onlarla dolu. Kafamın içindekilerle vedalaşıp artık hayata bırakmak istiyorum. Kendi yollarını çizsinler. “Hadi çocuklar, siz artık biliyorsunuz bu işi” der gibi, onlardan birey olmalarını ve artık evden çıkmalarını bekliyorum. O yüzden öyle bir şey yazamadım. Ama pandemide şu oldu; ben bu kayıt, yazı, işin mutfak tarafını ne kadar sevdiğimi bir daha öğrendim ve bu konuda kendime güvenim arttı. Bana iş veya brief geldiğinde de ben hemen şarkı yazabiliyormuşum. Kendimden ilham alıp zaten yazabiliyormuşum. Yetkinliğe dair özgüvenim arttı diyebilirim.
Konserler olmasa da kapanıp üretiyor olmak çok mutlu etti beni. Biraz konserlerden uzak kaldığım için kendimi koruma psikolojisi de olabilir. Umarım kendi işlerim haricinde birileri için de bir şeyler yazıp üretiyor olurum gibi hayaller türedi kafamda. Kendimle baş başa kalmakla ilgili çok çıkarımım olmadı çünkü ben normal hayatımda da kendimle baş başa çok zaman geçiriyorum. Kendimle konuşuyorum. O tip şeyleri çok yaşamadım. Tabii ki farkındalıklarım, bunalımlarım, gelgitli ruh hâllerim oldu. Bazı dönemler kendime çok iyi baktım, bazı dönemler kendimi çok saldım. İkisinin de etkilerini çok iyi gözlemledim ama çok büyük bir değişim hissetmedim. Biraz insanları tarttım. İnsanlar kendi hayatlarına ve etrafındaki insanların hayatına ne kadar değer veriyor, ne kadar kolluyor birbirini. Ve insanlara notlar verdim. Bilmiyorum iyi mi yaptım ama. Teknik altyapılarımızın ne kadar zayıf olduğunu, şu ortamda bile bu konularda hazırlıklı olmanın önemini, dijitale içerik üretirken daha hazır olmamız gerektiğini gördüm. Çünkü bu süreç bitse de ihtiyaç bitmeyecektir, her zaman buralara iş üretmemiz gerekecektir. Dolayısıyla bu alanların gelişmesini dilemek, böyle projeler geldiğinde bütçeli, sanatçıyı daha iyi gösteren, onun görünürlüğünü sağlayan işler olmasını diledim. Böyle bir eksikliği hissettim. Büyük ihtimalle herkes çok geçici olacağını zannediyordu ve ona göre harekete geçmişti ama artık uzun vadede nasıl online sergiler, tiyatrolar oluyor, bir adaptasyon ve evrilme yaşıyoruz, müzik açısından da daha gelişmiş versiyonlarının, daha sanatçıyı destekleyen versiyonlarının olmasını diliyorum. Herkesin birbirinin çok boş ve rahat olduğunu düşündüğünü, “başka iş yapmıyorsun” diye düşünerek birbirine yaklaşımlarını gördüm, bu beni üzdü. Hayır, benim konserim olmaması işim olmadığı ya da kendime vakit ayırmıyor olduğum anlamına gelmez. Boş boş oturmuyoruz. İnsanlara daha empatiyle hassasiyetle yaklaşmanın kıymetini anlamak gibi şeylere kafa yordum.
Bir sorum daha var. Senin kadar türler arası gezinen genç bir sanatçının iş yapmak isteyeceği hayali bir proje düşün. Kim var yanında? Mesela Kendrick Lamar da olabilir bu.
O zaman direkt Kendrick Lamar. Hepsi olur, hepsi benim kardeşimdir. Ben böyle sorularda çok kötüyüm. Asla aklıma isim gelmez çünkü. Onu oturup düşünmem lazım. Yaratıcılığın tek malzemesi olmaması ve insanlarda gürül gürül akan üretme isteği geliyorsa, burayı kapıyorsun burdan fışkırıyor, burayı kapıyorsun burdan fışkırıyor gibi taşıp gitmesi beni çok heyecanlandırıyor. Böyle insanlarla tanışmak, onların “bu alanda bunu yapıyormuş”, “bu alanda da bunu yapıyormuş”larını incelemek çok heyecanlandırıyor. Öyle bir projede yer almak isterim. Film müzikleri gibi şeyler yapmayı çok isterim.