Portecho, Manner, GROS, Bright & Guilty gibi sayısız projenin ardından Deniz Cuylan için tek başına bir albüm kaydetmenin zamanı gelmişti. Dinginleştirici ve sihirli gitar melodileri ekseninde genişleyen, bünyede âdeta masaj etkisi yaratan No Such Thing As Free Will’e kavuşmuşken; Cuylan’ı Los Angeles’taki komşusu, 2021’i Netflix filmi Azizler’le açan yönetmen Durul Taylan’la buluşturduk.

Deniz Cuylan: Vay be! Nereden nereye Durul. Vavien zamanından beri, çok saygı duyup takip ediyordum Taylan Biraderler olarak işlerinizi, sonra bir baktım, Los Angeles’ta beraber iki taco atıyoruz, ha desen yan yana evlerde yaşıyoruz falan. Şimdi son bir yıldır da resmen pandemiyi beraber göğüsledik. Ne dersin, yılın aynı günü doğmamız etkili oldu mu bu olaylarda?

Durul Taylan: Nasıl şaşırmıştık değil mi? Gerçi doğum günümüzün aynı olduğunu öğrendiğimizde bağ kurulmuştu çoktan. Bizim durumda bir de Robert Anton Wilson’un “The 23 Enigma” dediği şey var, Wilson’un Burroughs’dan öğrendiği ve kendi hayatında da sürekli örnekleriyle karşılaştığı tuhaf bir tez. Meraklıları araştırabilir, detayına girmeyeyim ama bizi de vurdu bu 23 Enigma olayı.

Deniz Cuylan: Evet, oh be. Her yıl, 23 Mayıs’ta doğum günümü yalnız göğüslemek zorunda değilim böylece. Bundan sonra aramızdaki bu kozmik bağ koparılamaz.

Durul Taylan: Hemen senin albümle ilgili bir soruyla girmek istiyorum konuya. Adını çok seviyorum. No Such Thing As Free Will. Bu bir ‘statement’ mı yoksa ironi var mı? Özgür irade bir mit mi sana göre?

Deniz Cuylan: Bizim uğraştığımız işlerin en iyi özelliklerinden birisi, kapıları kapamak yerine açmak. Akademik bir tez gibi değil de daha diplerde sözle, mantıkla kolay kolay halledemeyeceğimiz konulara girebilmek. Özgür irade meselesi de böyle benim için. Oldum olası çok merak ettiğim bir konu ve her türlü gelişmeyi yakın bir şekilde takip ediyorum. Bir sonuca ulaşmak için değil de bir ilham kaynağı olarak. Ama eskiden naif varoluşçu bir düşünceyle nasıl bir insan olacağımıza her an özgürce karar verdiğimizi düşünürdüm. Geçmişte ve günümüzde yaşayan bütün insanların kararlarıyla bizim kararlarımızın çarpıştığı yerde dans ettiğimizi düşünüyordum. Biraz ütopik bir düşünce. Son zamanlarda daha çok kendi arzularımızın kölesiyiz gibi gelmeye başladı. Bu arzuların kaynakları da bizim kontrolümüzde mi emin değilim. Sen nasıl hissediyorsun? Hayatındaki her şey senin kontrolünde ve özgür iradene bağlı mı? Hele pandemiyle beraber iyice bu his kırılmaya başladı herhalde.

Durul Taylan: Bilemiyorum, yaşamımın büyük bölümünde kendimi bir şeyler yapıyor, bir şeyler söylüyor durumda buluyorum. Sonra düşünüyorum neden yaptığımı, neyi neden söylediğimi. Gurdjieff herkesin uykuda olduğunu söylerken bunu demek istiyordu herhâlde. Her davranışını, sözünü çok tartıp karar veren biri olamadım hiç. Özgür irade bana çok tuzaklı bir kavram gibi geliyor. İnsan makine değil, ya da Penrose’un dediği gibi “consciousness”ı “compute” ile sınırlandıramayız. Kendimizi bir şeyler yaparken bulmakta bir sakınca da yok, başkalarına zarar vermediğin sürece tabii.

“Sadece başka müzisyenler değil, farklı disiplinlerden insanlarla yaptığım ortak projeler gözümü çok açtı. Ama bir nokta geliyor ve artık denizin dibine tek başına dalıp, kendi nefesine göre orada uzun uzun zaman geçirmek istiyorsun.” -Deniz Cuylan

Deniz Cuylan: Aklıma Penrose’un Lex Fridman’ın podcast’inde söylediği bir şey geldi. Kendisi için materyalistim diyor. Sadece materyalin ne olduğunu tam bilemiyoruz diye ekliyor. Çok iyi, değil mi? Böyle bir açık kapıyla yaklaşmak iyi geliyor bana da. Ama bu aralar normale göre biraz daha olumsuz bakıyorum sanırım. Biraz herkes gibi ben de COVID-19’un yarattığı izolasyon yüzünden, dünyayla bağım kopmuş gibi hissediyorum. Herhâlde o yüzden. İyi haberler de kötü haberler de e-mail olarak geliyor. Sevdiklerimi sürekli sesi bozuk, görüntüsü takılan videolar üzerinden gecikmeli olarak görüyorum falan. Tam simülasyon teorilerinin içine düşmüş gibiyiz. Siz de, Azizler‘in yapım sürecinde de, film çıktığında da, buna benzer bir şey yaşadınız herhâlde. Ne bir gala, ne arkadaşlarla beraber kutlama. Nasıl etkiledi sizi bu durum?

Durul Taylan: Evet, her şey çok değişikti. Galaları hiç sevmem, o yüzden fena olmadı; ama filmi bitirmeye çalışırken herkesle ekran üzerinden iletişim kurmak çok zordu. Bu arada Los Angeles’taki 4 kişilik galamızı unutma, arkadaşlarla kutladık yani filmi!

Deniz Cuylan: Harika bir geceydi benim için. Rahat rahat koltuğumda oturuyorum, hem Azizler‘in galasındayım, hem de filmin yönetmenine “dolaptan bir bira getirebilir misin?” falan diyorum. Daha iyi bir gala olamaz bence de.

Durul Taylan: No Such Thing As Free Will’e geri dönmek istiyorum. Tan Tunçağ ile “melankolik dans müziği” yapan Portecho’dan, Brian Bender’la kurduğun Bright and Guilty’ye uzanan, hep iş birliğine dayalı bir yolculuğun var. Ama bu albümü tek başına yaptın. Bir fark hissetin mi? Tek tabanca olmak nasıl bir duygu?

Deniz Cuylan: Bir müzisyen olarak son derece şanslı hissediyorum kendimi. Hayatımın çok doğru bir döneminde, bir sürü aşırı yetenekli insanla beraber projeler yaparak kendimi geliştirme imkânı buldum. Sadece başka müzisyenler de değil, farklı disiplinlerden insanlarla yaptığım ortak projeler gözümü çok açtı. Ama bir nokta geliyor ve artık denizin dibine tek başına dalıp, kendi nefesine göre orada uzun uzun zaman geçirmek istiyorsun. İki veya daha fazla kişi olduğunda herkes birbirini kısa bir zaman içerisinde ikna etmeye çalışıyor. Bundan bağımsız olmak çok özgürleştirici bir deneyim. Hayatımın sonuna kadar yürüyebileceğim, kimseye bağımlı olmayan bir yol bulmuş gibi hissediyorum. Senin de dediğin, Jung’un bahsettiği hayatımızın en önemli dönemine (Act 3) bu yolu bularak giriş yapmak beni çok mutlu ediyor. Sana da yüz bin kere sorulmuştur herhâlde bu soru. Siz Taylan Biraderler olarak biliniyorsunuz ve gerçekten Yağmur ile tek vücut gibi çalışıyorsunuz. Ama zaman zaman şöyle kendi kendime bir yolculuğa çıksam demiyor musun? Bak Joel Coen tek başına Macbeth yapıyor sanırım şimdi.

Durul Taylan: Wachowskilerde de öyle bir durum oldu galiba, son filmi Lana yalnız başına yapıyor. Ne diyeyim, hüzünlü geliyor bana sonlara doğru ayrılmak. Ancak şöyle bir şey olabilir, benim delice yapmak istediğim bir hikâyeden Yağmur nefret edebilir, ya da vice versa. Onun dışında şu an ikimizin de böyle bir niyeti yok.

Deniz Cuylan: Gereği de yok zaten. Belki solo müzikler yapmaya başlarsın bir noktada sen de.


Durul Taylan: Senin albüm çok iyi bir plak şirketinden çıkıyor. Nasıl başardın? Nasıl bir süreç oldu? Az daha Mogwai’ın plak şirketinden çıkıyordu galiba, biraz onu da anlatsana.

Deniz Cuylan: Daha önce bir sürü proje yapmış olmama rağmen, No Such Thing As Free Will kendi ismimle çıkardığım ilk albüm ve ambient/çağdaş klasik müzik diye tanımlanabilecek bu tür içerisindeki ilk çalışmam. Dolayısıyla sıfırdan başladığım bir kariyer gibi aslında. Hem çok korkutucu hem de çok heyecan verici bir deneyim. Bu noktada arkamı biraz sağlam bir yere dayamak benim için çok önemliydi. New York’taki grubum Manner’ın davulcusu Cem Mısırlıoğlu benim albümün demosunu arkadaşları olan Explosions In The Sky’a gönderdi, onlar da çok beğenip kendi plak şirketleri Temporary Residence’a ilettiler. Label albümü çok sevdi ama kendi katalogları için fazla “temiz” buldular. İlk başta çok heyecanlandığım için hemen nasıl albümü pisletebilirim diye düşündüm. Haha. Ama sonra müziği plak şirketine uydurmak yerine doğal olarak müzikle uyumlu olacak bir plak şirketi aramaya devam ettim. Ve KEXP DJ’i Alex Ruder ile iletişime geçtim. Alex özellikle bu türe son derece hâkim, tam bir müzik sevdalısı diyebileceğimiz birisi. Dinledikten sonra çok net fikirleri oldu. Onun önerisiyle 2 parça attık albümden mesela. Çok seviyorum net vizyonu olan insanları. Beni tam bir yapımcı gibi ikna etti ve Hush Hush Records ile albümü çıkarmak için anlaştık.

Durul Taylan: Aynı zamanda film müziklerine de yoğun devam ediyorsun ama değil mi?

Deniz Cuylan: Evet, o iş de tam gaz devam ediyor.

Durul Taylan: David Lynch, bir sahnenin üzerine konan müzikle sahnenin ilişkisine “evlilik” diyor. 2001’deki Thus Spoke Zarathustra mesela. Aynı hizadaki gezegenler ve güneş görüntüsünü başka bir müzikle düşünemiyoruz artık. Film müziği yaparken yönetmenin, senaristin altını çizdiği, önem verdiği şeyleri “amplify” etmek için mi çalışıyorsun, yoksa hiç hesapta olmayan “evlilik”ler peşinde misin?

Deniz Cuylan: Ya gerçekten çok seviyorum film müziği üzerine çalışmayı. Ama her proje yönetmen ile giriştiğim bir keşif gezisine dönsün istiyorum. O yüzden daha filmin veya dizinin çekimleri başlamadan müziklere girişiyorum. Senaryo revizelerinde müziğin etkili olmasını seviyorum. Oyuncular sahnelere hazırlanırken filmin orijinal müziğiyle havaya girsinler istiyorum. Ancak bu şekilde o bahsettiğin evlilik yaratılabilir diye düşünüyorum. Yoksa o kadar çok var ki, menajeri besteciye şu filmi aldın diyor, görüntüler geliyor, üzerinde zaten bir sürü farklı müzikler kullanılmış, sen de oturup işi toparlamaya çalışıyorsun falan. Artık izleyici için de böyle yapımlar çekici hâle gelmekten çıktı bence. Peki Taylanlar olarak siz nasıl yaklaşıyorsunuz filmlerinizde müziğe? İkinizin de çok iyi müzik dinleyicisi olduğunuzu biliyorum artık.

Durul Taylan: Geçen gün Badlands’i izledim tekrar. Ne kadar değişik kullanmış Terence Malick müziği. Önlerine çıkan herkesi acımasızca öldüren genç çiftin dünyasını çocuk şarkılarıyla donatmış. Anlattığı hikâye bu çünkü. İki masum çocuğun hikâyesi. Mesela Bunuel filmlerde “güzel” görüntülere karşı, hikâyenin anlamı perdelediğini söylüyor. Müzikte de böyle bir durum var, bazen filmlerde her şeyi unutup mükemmel olan müziğe odaklanıyorsun. Bizim ilk iki filmde Kevin Moore’la çalıştık, ondan çok şey öğrendim. Özellikle Küçük Kıyamet‘te. Vavien‘de Attila Özdemiroğlu ile filmi defalarca izlemek, saatlerce konuşmak o kadar zevkliydi ki. Bazen sadece film hakkında konuşurduk bütün gün. Sinemadan çok anlardı Attila abi. Onu hakikaten çok özlüyorum. O seanslardan sonra filmle aramdaki bağ daha çok arttı. Müzik benim için hayatla (veya simülasyonla da diyebiliriz) bağlantı kurmanın bir biçimi.

“Bence her şey değişecek. Öyle çok değişeceğiz ki kendimiz bile inanamayacağız!” -Durul Taylan

Deniz Cuylan: Herhâlde biz de sürekli aramızda konuştuğumuz için, bu aralar çok düşünüyorum bu konuları. Sanki küçükken çok rahat ve doğal bir şekilde bağlantı kurduğum içimdeki ses ile daha zor konuşur hâle geldim. Pandemi daha da kötü oldu tabii ama tek sebebi o değil sanki. Doğduğun, büyüdüğün yerden başka bir yerde yaşıyor olmak veya yaşlandığın için her tepkinin otomatikleşmesi gibi şeylerin sonucu olabilir. Bazıları bu “ses”e “Daimon” diyor, dini inancı bütün olan insanlar tanrıyla, Jung’cular kolektif bilinçaltıyla, David Lynch ve TM’ciler saf bilinç okyanusuyla iletişim hâline girdiğini düşünüyor, veya birden çok kediyle yaşayan insanlar bunu “içindeki çocuk” diye tarif ediyor. Sen ne düşünüyorsun? Bir çaba içerisinde misin bu sesi kaybetmemek veya tekrar kazanmak için? Nedir yöntemlerin?

Durul Taylan: Evet haklısın, fenomen bir tane ama birçok adı var, Patrick Harpur’u biliyorsun, onun Daimonic Reality: A Field Guide to the Otherworld (1995) kitabı bende bazı şeyleri tersinmez şekilde değiştirdi, ben “daimon”ı kullanıyorum. O anlamda “yeni Platoncu” sayabilirim kendimi! Daimon’unla iletişimi kesmemek çok önemli. Harpur, size neyin/nelerin “güzel” geldiğine bakın sürekli, diyor mesela. Buna çok yakın bir şeyi Bunuel’de de gördüm: Herkese sevdiklerim/sevmediklerim listesi yapmalarını öneriyor Luis Bunuel, kendi listesi de acayip komik ve şaşırtıcı. “Japon uygarlığı” sevmediği şeyler listesinde mesela. Sadece fiziksel güzellikten bahsetmiyoruz tabii ki, “kızarmış ekmek üzerine salça sürüp yemek” de olabilir listede.

Deniz Cuylan: Çok iyi anlıyorum. Hani hep bahsedilir ya, sanatçıların hep geri döndüğü temel bir meselesinin olması. Bu Daimon’unla en çok konuştuğun konu gibi aslında. Geçen gün burada bir gazeteciyle benim albüm üzerine konuşurken benim açımdan iyice netleşti. Benim Daimon’un meselesi kalp kırıklığı galiba. Şu ana kadar yaptığım farklı türlerdeki tüm müzikleri birleştiren ortak unsur bu sanırım. Bu son solo albümle beraber, iyice odaklandım artık bu konuya. Sevgilin tarafından terk edilmenin yarattığı kalp kırıklığı gibi değil ama. Daha derinlerde bir ayrılık hissi. Daha da spiritüel bir insan olsam, doğarken özünden ayrılmak falan diye tarif edebilirim. Sanki arka plan radyasyonu gibi bir sızı var içimde. Çok yakın hissettiğin bir yerden veya birisinden uzak olmak gibi. Bir süre acaba yurt dışında yaşamanın etkisi mi diye de düşünmüştüm ama yeni ortaya çıkan bir şey de değil, bunu çok küçük yaşlarımdan beri hissettim. Ayrıca eğri oturalım, doğru konuşalım, California çok iyi ya. Burası senin de benim de resmen evimiz oldu. Niye böyle oldu sence? Nedir burayı bu kadar çekici kılan?

Durul Taylan: Bence ne olduysa 60’lar ve 70’lerde oldu. Şu an dünyayı yönlendiren Silikon Vadisi’nin öncüleri, psikedelik rönesans eşliğinde yeni bir insan tipi hayal ettiler ve böyle yaşamaya başladılar. Bu insan tipi yavaş yavaş her yere sızdı. Batmak üzere olan Hollywood’un 70’lerdeki yeniden doğuşunu da bence bu LSD-kökenli yeni düşünce kurtarıp 21. yüzyıla taşıdı. Esalen Enstitüsü mesela, düşünsene, başka bir örneği var mı oranın? Tamamen California’ya özgü bir kurum.

Deniz Cuylan: Başka bir örneği yok. Ama orada kalmak da imkânsız gibi bir şey. Aşırı pahalıymış şimdilerde. Ancak bir proje için falan denk getirmek lazım. Peki Durul, yeni bir çağa giriyor muyuz gerçekten? Bu COVID-19 belası bir yandan da bir şeyleri kökten değiştirebilmemiz için bize alan açıyor. Neler değişecek sence? Neler değişsin istiyorsun?

Durul Taylan: Bence her şey değişecek. Öyle çok değişeceğiz ki kendimiz bile inanamayacağız!

  1. Evet, bu bir müzik sayısıdır

    Senelerce bir müzik dergisi olmadığımıza ama müzik kültürüne olan sevdamızın bizi buralara getirdiğine dair savunmalar verdik. Şimdi ise bu algıyı

  2. Zamanın görsel hafızasına dair: 3 müzik fotoğrafçısını dinliyoruz

    Ebru Yıldız, Jenn Five ve Pooneh Ghana’ya sorduk: Canlı müzik ve yakın temastan uzak bu dünya onları ne şekillerde etkiliyor; neler yaşıyor, neler hissediyorlar?

  3. Nasıl günler bu günler: Müzisyenlerden mektuplar

    Sorularımızı Türkiye ve dışarıdan pek çok müzisyene, DJ’e yolladık. Yanıt alabildiklerimizden size mektuplar topladık.

  4. “Hep aynı araçlara güvenemezsin”: Matana Roberts ve Moor Mother

    Hem ilişki kurulabilecek hem de dersler çıkarılabilecek detaylarla dolu bir zihin egzersizi için söz ilham verici müzik insanları, Matana Roberts ve Moor Mother’da.

  5. Kriz halinde kültürlere şefkatle yaklaşmak: Dünyadan müzik basını manzaraları

    Dünyanın farklı noktalarından editörler nasıl süreçlerden geçtiklerini paylaşıyor. Bazıları oldukça kurumsal yayınlarda çalışıyor, bazıları müzik kültürünün geleceğe en adil şekilde nasıl taşınabileceğine kafa yoruyor, hatta aralarında bu ortamda yeni dergi çıkarmaya karar vermiş olanlar da var.

  6. Sözlerin ruhu çıksın: Batuhan Mutlugil ve Gülinler

    Kariyerinin ilk solosunu paylaşan Duman gitaristi Batuhan Mutlugil’i, şu sıralar kendi solosunu hazırlayan ve bir diğer Duman üyesi Ari Barokas’a canlı performanslarında eşlik eden Gülinler aldı karşısına.

  7. Noga Erez’in kendiliğinden çiçek açan şarkıları

    Noga Erez’in pandemi sürecinde, kendi tabiriyle, en iyi hâline getirilen şarkılarında hem fiyakalı bir tavır hem de çocuksu bir naiflik var. City Slang’den çıkardığı yeni albümü “KIDS”i kendisinden dinledik.

  8. Günün gerçeklikleri ve olası yollar: Söz plak şirketlerinde

    Türkiye'den ve dünyadan, 2020'yle birlikte çeşitli süreçlerden geçen çok farklı ölçekler ve farklı motivasyonlardaki plak şirketlerine sorduk.

  9. Ekstrem bir klasik müzik: Ozan Akyol ve Kutay Soyocak

    Vox In Rama adını verdiği black metal projesiyle karşımıza çıkan Jakuzi solisti Kutay Soyocak ve metal müziğe dair referansları KALT’taki mizahına da serpiştiren Episode 13 üyesi Ozan Akyol’u aynı masada buluşturduk.

  10. Şeytan odamızdan çıkmasın: Palmiyeler

    Palmiyeler, son konserini Şubat 2020’nin son günlerinde ABD turnesinin finali olan Buffalo’da çaldığından bu yana yaşantılarımız epey değişti.

  11. Dayanma gücünün sınırlarından nereye?: Müzikli mekânlar yanıtlıyor

    Mikrofonu Ankaralı esnafın örgütlediği Kafe-Bar-Restoran Çalışanları ve İşletmecileri Dayanışma Platformu KABARE’ye; İzmir’den ve İstanbul’un farklı semtlerinden bazı müzikli mekânlara uzattık.

  12. Aklımdakiler: Melike Şahin

    Sanatçı, yazar, müzisyen dostlarından Melike Şahin’e sorular var. Merhem, yatıştırdı mı, iyileştirdi mi? Müziğinde arabeskin izi nasıl sürülebilir? Referans hikâyeler ve duygu durumları neler?

  13. Zebra misali, sessiz ve derinden: Charles Pasi ve Boran Kuzum

    Boran Kuzum’un Charles Pasi ile bu sohbeti geçmiş zamanda; çatal kaşık sesinin es verdirdiği, araba gürültüsünün fona yerleştiği, sigara dumanı ve kahve kokusunun ruhlara işlediği bir Paris kafesinde yüz yüze başladı ve hayatlarımızın normale dönmesini iple çektiğimiz bu günlerde, Charles Pasi’nin yeni albümü Zebra’nın yayımlanması vesilesiyle ses sese tamamlandı.

  14. Temel motivasyon dünya ahvali: Lara Di Lara ve Kamufle

    Lara Di Lara ve Kamufle, pandemi günlerinde hayat verdikleri beş şarkılık EP için gün sayarken...

  15. Şarkı şarkı: Black Country, New Road ve “For the first time”

    Muazzam bir ilk albüm, altı soru, altı cevap, altı illüstrasyon.

  16. Sancılı süreçler, çıkan dersler, yenilenen gözler: Festival ve turne sektörüne bakış

    İstanbul Caz Festivali, Pozitif, Arter Yeni ve En Yeni Müzik Festivali, Soundports, Bozcaada Caz Festivali, Epic Fair ve Hollanda’dan Le Guess Who? yanıtlıyor.

  17. Tek başınalık ve hurafeler: Taner Yücel ve Görkem Karabudak

    Bu sohbette "Cemil Şov" filminin müziklerinin sorumlusu Taner Yücel ve “Akılsız Başın Sürgünü” isimli ilk şarkısını yayımlayan Görkem Karabudak buluştu.

  18. Kapamak yerine kapıları açmak: Deniz Cuylan ve Durul Taylan

    Los Angeles’ta komşuluk eden Deniz Cuylan ve Durul Taylan’ın; yeni başlangıçlar, sürekli değişimler, “Daimon”lar ve son üretimleri üzerine muhabbeti.

  19. Ergenlik Yılları: Nükhet Duru

    Müzisyenlerin büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri kurcaladığımız Ergenlik Yılları köşemizde memleket popüler müzik tarihinin divası Nükhet Duru var.

  20. Çizgi hikâye: SOPHIE (1986 – 2021)

    Tematik üretimleri ve özgün yaklaşımıyla pop müziğin seyrini değiştiren SOPHIE için çizgiler eşliğinde bir anma.

  21. “Hollow Shell” ve ardındakiler: Cava Grande

    2000’lerde yerli müziğin seyrine renkli dokunuşlar yapan Tan Tunçağ’ın son yıllarda meşgul olduğu solo projesi Cava Grande, ikinci stüdyo albümünü yayımladı.

  22. “İnternet ruhumu ezip geçiyor”: Ashnikko

    Ashnikko’yla; 2021’in ilk günlerinde yayımladığı DEMIDEVIL isimli 10 parçalık koleksiyonunu, Kelis sevgisini ve yarattığı alter-egosu “Daisy”yi konuştuk.

  23. Aklımdakiler: BaBa ZuLa

    Hayvan Gibi’den hareketle, BaBa ZuLa’dan Murat Ertel’e, dost meclisinden gelen soruları yönelttik.

  24. Ses büyüsün, çoğalsın, yayılsın: İnternet radyolarına bağlanıyoruz

    Noh Radio, Root Radio, Radyo Modyan, Year Zero, 2021’in başında Ortak Kanal başlığıyla bir hareket planını hayata geçirdi. Oops! Radio ise DJ Style-ist’in yakın dönem projesi.

  25. Hayal etmeye devam: Deniz Taşar

    Şarkı yazarlığını “kendini ve müziği keşfetmek” olarak tanımlayan Deniz Taşar, ortak duygularda buluşma vadeden albümünün detaylarını ve üretim sürecini anlatıyor.

  26. Müşterek paydalar, güvenli alanlar: Çeşitli kolektifler anlatıyor

    Queerwaves, Algorave İstanbul, Club Coweed, Hood Base, Lordlar Sofrası ve Life From İstanbul’a sorduk: Bu dönemin ekonomi, sosyal güvence, kültür ya da yalnızlaşma adına etkileri nasıl değerlendirilebilir?

  27. Koca bir müzik havuzunda: Altın Gün ve “Yol”

    Son yıllarda ünü dünya haritasının dört bir ucuna uzanan Hollandalı topluluk Altın Gün, Glitterbeat etiketiyle yeni albümü Yol’u yayımladı.

  28. Takibe alın: Son dönemde tanıştığımız bazı yeni sesler

    Üretme motivasyonlarının temelini ne oluşturuyor? Müziklerinin dinleyicide nasıl hisler uyandırmasını hayal ediyorlar? Yakın gelecek planları neler?

  29. Arlo Parks’a kulak verin, iyileşin

    İlk albümün ardında yatanları, şair kimliğini besleyen unsurları ve üretme misyonunu Arlo Parks’dan dinliyoruz.

  30. Grazia’nın 1978 çıkışlı ilk, tek ve benzersiz albümü

    Ladies on Records ile kadınların anlattığı hikâyelerin izini süren Kornelia Binicewicz, son derlemesi “A Drop of Luck”ta yer alan sanatçılardan Grazia’nın saklı albümünü, İsrail merkezli plak şirketi Fortuna’nın kurucularından Zach Bar’dan dinliyor.

  31. Her şey boş bir sayfa ile başlar: Vincent De Boer

    Vincent De Boer’le “The Stroke”un üretim süreci ve Ill Considered’la yakaladıkları uyumun detaylarını konuştuk.

  32. Künye

    yayın imtiyaz sahipleri ve etkinlik direktörleri Aylin Güngör [email protected] J. Hakan Dedeoğlu [email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç [email protected] kreatif