Türkiye’nin geniş müzik geçmişinden parçalara yeni nefesler katan ve son yıllarda ünü dünya haritasının dört bir ucuna uzanan Hollandalı topluluk Altın Gün, Glitterbeat etiketiyle yeni albümü Yol’u yayımladı. Grubun kurucularından Jasper Verhulst ve solist Merve Daşdemir’le konuştuk.
Bundan 5-6 yıl kadar önce, Jasper Facebook’ta “Türkiye’den parçalar çalacak bir grup için Türkçe şarkı söyleyen müzisyenler aranıyor” duyurusu yaptığı sırada Hollanda’daydım. Zira seni Jacco Gardner’in basçısı olarak tanıyordum ve bu ilanın ilgimi çekmişti. Türkiye müziği ile ilk tanışma ânını sormak istiyorum. Dinlediğin ilk parçayı hatırlıyor musun?
Jasper Verhulst: Tanışmam Selda Bağcan’la oldu. Tam olarak hangi şarkısını dinlediğimi anımsamıyorum ama sanırım Bağcan’ın, sonradan bonus parçaları ile yeniden yayımlanan ilk albümü benim bu müzik türü ile tanışmama vesile oldu. Sonrasında Erkin Koray, Barış Manço ve benzer türlerde müzikler üreten diğer sanatçıları keşfettim. Ardından, İstanbul’a ilk gidişimde, çeşitli plakçılarda bulduğum farklı albümleri dinledim ve daha fazla biriktirmeye başlayarak bu şarkıların büyüsüne kapıldım.
Bu tutkunu, söz ettiğin şarkıları yorumlayan bir gruba dönüştürmeye ne zaman karar verdin peki?
J.V.: Jacco Gardner’den bahsettin az önce. Bir noktadan sonra, artık bir grupla canlı olarak sahne almayı istemediğini söyledi. İş birliğimiz sona ermişti açıkçası, hatta bir nevi, kovulmuştuk. Yeni bir işe ihtiyacım vardı o dönemde ve ben de bu grubu kurmaya karar verdim. Tam zamanlı bir işe evrileceğini hiç hayal etmemiştim. Yalnızca yapmayı istediğim müziğin bu olduğuna karar verdim ve bu müziğin canlı olarak festivallerde icra edilmemesinin büyük bir kayıp olduğunu düşündüm. Ayrıca, yaşadığım mahallede Türkiye’den gelen büyük bir topluluk var, pek çok Türkiyeli öğrencinin eğitim gördüğü bir okula gittim ve Hollanda’da Türkiyeli müzisyenler olduğunu biliyordum. Bu sebeple, belki bu müziği birlikte üretebileceğim Türkiyeli müzisyenler bulup onlarla iş birliği yapabileceğimi düşündüm kendi kendime. İlk hedefim ve yapmak istediğim şey böyleydi.
Esas gayen bu müziği canlı çalmaktı, değil mi?
J.V.: En başta öyleydi, evet. Birlikte müzik yapmaya başladığımızda Selda Bağcan’ın “Yaylalar” parçasını yorumladık ve açıkçası onun versiyonunun aynısını kopyaladık. Ardından, bir Barış Manço şarkısını kaydettik. Çok geçmeden bu şarkılara kendi düzenlemelerimizi ekledik ve bu sayede kendimizi yalnızca bir cover grubundan ziyade, bir folk grubu olarak görmeye başladık. Çünkü dinleyip uyarladığımız müzisyenler de halk müziği geleneği ışığında ilerliyorlardı; kendi parçaları değildi. En azından, Selda Bağcan ve kendi şarkılarını yazmasının yanı sıra geleneksel olanı da müziğine dâhil eden Barış Manço böyleydi. Dürüst olmak gerekirse, insanların böylesine bir ilgi göstermesini beklemiyorduk ve bir çıkış albümü kaydetmemiz isteniyordu. Kısıtlı bir bütçeyle, bu denli büyük bir şey olacağını düşünmeden kendi prova alanımızda yaptık albümü. Elbette sonucunda muazzam bir tepki olmadı ama gördüğümüz ilgi kesinlikle beklediğimizden ötesindeydi.
Merve Daşdemir: Evet, beklediğimizin çok ötesindeydi. Yalnızca Amsterdam’da birkaç sahnede çalarız, farklı bir yere evrilmez diye düşünmüştük kendi içimizde.
“Altı kişiyle birlikte prova yapmanın pozitif ve yaratıcı tarafları olabiliyor. Ama bazen de çok fazla baskıyı beraberinde getiriyor.” –Jasper Verhulst
Gruba katılma teklifini ilk olarak nasıl karşıladın? Türkiye’nin geleneksel müziği ile hâlihazırda bir bağın var mıydı?
M.D.: Kesinlikle. Türkiye’de doğdum ve orada yetiştim. İstanbulluyum aslen ve sekiz sene önce Hollanda’ya yerleştim. Ses mühendisi olan ortak bir arkadaşımız, Jasper Geluk, aracılığıyla Jasper’ın Facebook üzerindeki ilanına etiketlendim. Gördüğüm an, farklı bir topraktan ve kültürden olan bir insanın çocukluğumun müziklerini yorumlamayı istemesinin muazzam bir şey olduğunu düşündüm. Özellikle, Avrupa’da azınlıkların maruz bırakıldığı önyargıyı göz önünde bulundurunca bunun çok anlamlı bir girişim olduğu kanısına vardım. Bu yüzden, böyle bir oluşumun parçası olmak istedim.
“İstanbul’da biletleri önceden tükenen birkaç konserimiz oldu, fakat bu yine de bizim Türkiye’de fazlasıyla tanınır olduğumuz anlamına gelmiyor.” -Merve Daşdemir
Grubun üretimlerinin, ilk seferde, bu kadar olumlu tepkiler almasını beklemediğini söyledin. Altın Gün’ün Türkiye’de de geniş kitlelere ulaşması aynı şekilde beni de şaşırtıyor. Türkiye’den böyle bir ilgi göreceğinizi tahmin etmiş miydin?
M.D.: Türkiye’de pek fazla bilindiğimizi düşünmüyorum. Bir sanatçı olarak, Türkiye medyasına ve onların radarına giren isimlere baktığımda grubumuzun o kadar da geniş bir tanınırlığa sahip olmadığını fark ediyorum. İstanbul’da biletleri önceden tükenen birkaç konserimiz oldu fakat bu yine de bizim Türkiye’de fazlasıyla tanınır olduğumuz anlamına gelmiyor. Yine de, böyle söylemen beni memnun etti çünkü Türkiye’deki insanların çoğunun, zaten bu şarkıları bildikleri için, bizim düzenlemelerimize pek kulak verdiğini düşünmüyorum. Diğer yandan, geleneksel müziği tercih etmeyen bazı “püristler” de var. Yine de, böyle bir alaka ile karşılaşmayı hiç beklemiyorduk.
J.V.: Ben de konser vermek için İstanbul’a davet edildiğimizde çok şaşırmıştım ve bunun, bu türdeki müziği icra eden bir grubu Hollanda’da kuran biri için elde edilebilecek en kıymetli şey olduğunu düşünmüştüm. İnsanların, kökeninin esas kaynağı olan toprakların üzerinde müziğini nasıl yorumladığını duymak istemesi beni onurlandırıyor ve Türkiye’de çalmayı sahiden çok seviyoruz; genellikle en hoşuma giden konserlerimiz orada oluyor.
En azından, insanlar burada şarkılara eşlik edebiliyor.
J.V.: Evet, öyle gerçekten ama Almanya’da çaldığımızda da bazen neredeyse Türkiye’de sahne almış gibi hissediyoruz.
M.D.: Kimi zaman, sözleri bilmemelerine rağmen, dili bilmeyen insanlardan oluşan izleyiciler de fonetik olarak aynısını söylemeye çalışıyor. Bazı hayranlarımız ise şarkılardan belirli Türkçe sözleri öğreniyor ve konserlerimize gelip rastgele bir Türkçe kelimeyi haykırıyorlar.
Yeni albüm, Yol, önceki üretimlerinizden farklı bir düzlemde ilerliyor. Albümde dinlediğim şarkılar, aynı zamanda farklı ses estetiklerini de içeriyor. Davul makinesinin kullanımıyla ortaya çıkan bir 80’ler ruhu mevcut. Örneğin, “Ordunun Dereleri” âdeta bir John Carpenter filminden fırlamış gibi. O şarkıyı böyle bir uyarlama ile duymak benim için gerçekten tuhaf. Şarkıların, pandemiden de ciddi şekilde nasibini alan üretim sürecinden biraz bahseder misiniz?
J.V.: Senin de bahsettiğin gibi, davul makinesi şarkıları şekillendirme konusunda fazlasıyla önemli bir rol oynadı. Pek çok şarkı, yaptığım basit bir ritimden ortaya çıktı. Merve’nin söylemek istediği bazı şarkılar ve ona ilham veren bazı ritimler vardı. Onun dışında, yorumlamayı arzu ettiği bir şarkının benim yaptığım ritimle gayet iyi bir uyum sağladığını fark ettik. Bunun ışığında da, böyle bir yolda ilerlemeye başladık. Çoğu şarkı bu şekilde ortaya çıktı ama diğer bazı şarkılara da tıpkı ilk albümde yaptığımız gibi, prova esnasında karar verdik. Kimi şarkıları kısmen canlı olarak kaydettik ama genel olarak bir karantina üretimi diyebilirim.
Karantina sınırlamalarından dolayı birbirinizi uzun bir süre görememeniz prodüksiyon ve kayıt sürecini nasıl etkiledi?
J.V.: Herkes bu dönemde bir şeyleri yeniden keşfedip farklı durumlar deneyimliyordu. Bazıları için bu şekilde çalışmak gerçekten zordu ve müziğimizi kaydetmek için stüdyoda bir araya geldiğimizde bile aynı şekilde zorlananlar oldu. Belki de ilham bulmak ya duruma adapte olmak zaman aldı.
M.D.: Şarkıları kayıttan iki hafta önce birlikte çalmamıza rağmen, kayıt süreci kimisi için zorluydu ama ben ve Jasper için hiç problem olmadı. Üstelik Yol’un üretim sürecine en çok katkıda bulunduğum Altın Gün albümü olduğunu söyleyebilirim. Neredeyse bütün şarkıların yarısını Jasper ve ben birlikte yaptık. İkimiz de yalnız başımıza çalışmayı sevdiğimiz için bizim için keyifliydi.
J.V.: Kesinlikle. Altı kişiyle birlikte prova yapmanın pozitif ve yaratıcı tarafları olabiliyor ama bazen, aynı zamanda çok fazla baskıyı da beraberinde getiriyor. Mesela, Merve ve ben, Erdinç’in teknik anlamdaki bilgisine ve kabiliyetine sahip değiliz. O, kafasında bir şey olduğu zaman anında bunu uygulayabiliyor ama bizim oturup üzerine düşünmemiz gerekiyor. Sanırım bu şekilde üretmek hepimize yeni bir şey ortaya koyma fırsatını getirdi. Normal bir zamanda birlikte çalışıyor olsaydık bu pek mümkün olmazdı. Böyle olması ilginç ve güzel hissettiriyor.
“Türkiye’de, Avrupa’dan daha farklı ilerleyen telif hakkı kuruluşları var. Her zaman şarkıların esas hak sahiplerine başvuruyoruz ama Türkiye’de ekstra lisans ücreti istiyorlar.” -Merve Daşdemir
Bugün “Kara Toprak” parçasını dinlediğimde gerçekten şaşırdım. Perküsyonların ön plana çıktığı bir tropicalia şarkısı gibi tınlıyor. Parçadaki bu birleşimi nasıl yakaladınız?
J.V.: Yine bana ilham veren bir şarkıdaki ritimden ortaya çıktı. Şarkıyı dinlerken, diğer yandan, MIDI klavyem ile üzerine doğaçlama yaparak çaldım. Sonrasında, hatırladığım kadarıyla güzel bir loopa dönüştü ve ben de üzerine kendini tekrar eden, tek notalık bir bas melodisi yazdım.
M.D.: Ben de akorları ekledim ve birlikte düzenlemeye başladık. Düzenleme kısmı biraz zaman aldı, hatırlıyor musun Jasper? Sonrasında sen nefesli synth melodileri ekleme fikrini sundun.
J.V.: O ritmi oluşturduğumda kafamda onunla bir şarkı yapma düşüncesi yoktu ama Merve duyduğunda, “Kara Toprak” ile uyum sağlayacağını söyledi. Zaten albümümüze eklemek istiyordu o şarkıyı.

Albüme ekleyeceğiniz şarkıları nasıl belirlediniz? Parçaları seçme süreciniz genelde nasıl ilerliyor?
J.V.: Her şarkı için farklı esasen. Kafamızda bir konseptle veya 80’ler müziğine selam çakan bir albüm yapma düşüncesiyle yola çıkmadık. Synthesizer ve davul makinelerini sıkça kullandığımız için böyle bir noktaya evrildi. Kimi zaman çok sevdiğimiz bir türküyü düzenleme fikriyle başlıyor ya da geleneksel bir şarkıyı onunla uyum sağlayan bir ritimle birleştiriyoruz.
M.D.: Türkiyeli olunca kafanda beslenebileceğin koca bir müzik havuzu oluyor ve bu durum da içlerinden birini seçip onu yeni bir forma kavuşturmayı kolaylaştırıyor. Bu yüzden, zihnimde belli fikirler zaten oluşmuştu.
Üretiminize dâhil ettiğiniz parçalar genelde geleneksel eserler. Peki telif sorunları yaratan diğer parçalar için süreç nasıl işliyor? Yeni bir albüm yapmaya çalışırken böyle durumlar aklınızı kurcalıyor mu?
J.V.: İlk albümümüzde bunu düşünmemiştik ama sonrasında bazı sorunlar yaşadık. Yalnızca sevdiğimiz parçaları çalan bir grup olarak o parçaların haklarını kimin elinde tuttuğuna dair pek fikir yürütmedik.
M.D.: İsteyen, herhangi bir caz klasiğinin cover versiyonunu yapabiliyor. Bu yüzden, öyle bir şey beklemiyorduk. İlk KEXP performansımızdan bazı kayıtlar benzer sebepler dolayısıyla YouTube’dan kaldırıldı ve açıkçası benim için çok tuhaf bir olaydı. Bildiğim kadarıyla herhangi bir sanatçıdan, istediğin bir şarkıyı, canlı olarak, problem teşkil etmeden yorumlayabilirsin. Fakat Türkiye’de, Avrupa’dan daha farklı ilerleyen telif hakkı kuruluşları var. Her zaman şarkıların esas hak sahiplerine başvuruyoruz ama Türkiye’de ekstra lisans ücreti istiyorlar. Tamamen şarkıların haklarını elinde tutan plak şirketleriyle alakalı. Bu albümümüzde telifsiz şarkılar daha fazla.
Günümüz müzik dünyasında streaming platformları üzerinden müzik dinlediğinizde şarkılar ile ilgili bilgi veren açıklamalara ulaşmak pek mümkün olmuyor. Müzikal yaklaşımınız bir cover grubundan ziyade bir folk grubu gibi olsa da insanlar üretiminizin orijinal bir eser mi yoksa orijinal eserin bir uyarlaması mı olduğunu anlamıyor kimi zaman. Bunun üzerine özellikle düşünüyor musunuz, yoksa sizin için bir problem teşkil etmiyor mu?
M.D.: Bazen coverlamak istediğimiz bir şarkıyla alakalı olarak plak şirketimizle bir değerlendirme yapıyoruz ve büyük bir problem oluşturmuyor. Yalnızca kısa bir iletişimle hallediliyor. Türkiye’deki ekstra lisans ücreti gibi kurallar tuhaf geliyor bana.
Canlı çalma arzusu ile doğmuş bir grup için, özellikle yeni albüm yayımladığınız şu dönemde sahnede olamamak çok zor olmalı.
J.V.: Çok zor ama diğer yandan kendimizin yeni taraflarını da keşfettik. Aynı zamanda olumlu etkileri de yok değil.
M.D.: Pandemi olmasaydı bu albümü bitiremezdik. Kendimize ayıracağımız çok zamanımız kaldığından, bu vakti müzik yapma fırsatına dönüştürdük. Turnedeyken çok özlemini çekiyordum bunun. Geçtiğimiz yıl iptal edilen telafi konserlerimiz ile ilgili sorular hâlâ geliyor. Sahnelere ne zaman dönebiliriz bilmiyoruz ama yeni bir turne ile yeniden çalmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.