Palmiyeler, son konserini Şubat 2020’nin son günlerinde ABD turnesinin finali olan Buffalo’da çaldığından bu yana yaşantılarımız epey değişti. Bu döneme iki albüm sığdıran, harika klipleri peşi sıra üzerimize salan grupla bir Zoom seansında buluştuk. Hem onlar hasret giderdi, hem biz merak ettiklerimizi sorduk.
Sohbetin tamamı önümüzdeki günlerde Bant Mag. podcast kanallarında olacak.
Geçtiğimiz bir yılda her şey dönüşürken, Instagram’da ya da başka mecralarda canlı yayınlar, çevrimiçi konserler olup biterken siz bunlara hiç bulaşmadınız. Bir yandan da çok fazla bir üretim ve paylaşım hâlindeydiniz. Belki de belirli bir süre zarfında en fazla yayın yaptığınız dönem olmuş olabilir. Biraz sizin için nasıl geçti bu bir yıl? Her şeyin başladığı sırada da ABD’de turnedeydiniz. İsterseniz oradan, o etkileşimden başlayabiliriz.
Mertcan Mertbilek: Turne sırasında da hasta olduk, bazı konserlerde ateşli çaldım. Sonra Rana biraz rahatsızlandı. Döndüğümüzde her şey kapanmak üzereydi, insanlar maske takmaya başlamıştı. Barış (Konyalı) zaten uçakta çift maskeyle gelmişti. Biz onunla dalga geçiyorduk ama sonra başımıza geldi olanlar. Zaten albüm planımız vardı. Ben-Hür hazırdı, onu çıkarttık. İlk başta pandemi süreci nasıl geçti, hiç anlamadık. Ben yeni yeni anlıyorum. Sıkıntısı bana yeni gelmeye başladı.
Rana Uludağ: Turne sırasında ben zaten New York’ta yaşıyordum. Mertcan ve kız arkadaşı Yasu ciddi şekilde hastalandılar. Şubat ortasıydı. Bir yerlerde çıkmaya başladığını duyuyorduk ama hiçbirimizin aklında korona pek yoktu. Onlar gittikten sonra ben de ciddi bir hastalığa kapılarak döndüm İstanbul’a. Müthiş bir turne yapmamıza rağmen hâlâ onun etkilerini yaşıyoruz grupça. Okyanus aşırı bir turne yapmak gerçekten harika bir deneyimdi. Onun üzerine de bir yıldır yaşadığımız korona faktörünü gerçekten temelinden yaşamış olmak, üstüne çok fazla şey kattı. Bu kafadan da çok çıktığımızı düşünmüyorum. Üstüne iki albüm yayımladık, bir şekilde çalışmalarımız konser olmayan biçimde devam etti.
M.M.: Online konser neden vermediğimizi de söyleyeyim. Benim açımdan en azından. İlk birkaç konseri izledim, ses kaydı çok kötüydü. İnsanlar öyle duysun istemedim. İkincisi de YouTube’a koyuyorlar, firmalar sponsor oluyor vs. Onun miksi çoğu zaman istediğimiz gibi olmuyor. O yüzden biz de gelen teklifleri hep geri çevirdik. Provası var bu işin, buluşuyorsun ediyorsun. Hastalığın çok yükseldiği sırada teklifler geldi. Tabii ki bir şeyler yapmaya devam edilmesi lazım ama biz kendimizi bunun dışında tutmayı tercih ettik.
“Sahneler şu an açılsa bile ben hemen konser vermek istemem. Çünkü keyif almak için yapıyoruz, kendimizi ne zaman hazır hissedersek büyük ihtimalle o zaman çalarız tekrar.” –Mertcan Mertbilek
Çok ufak bir pencere açıldı sonbaharda mesafeli, oturmalı, açık hava konserler için. O zamanlar da sanki bir konuşulduğunu ama istemediğinizi hatırlıyorum.
M.M.: Doğru, doğru.
Palmiyeler konserinde insanların birbirine yanaşamadığı bir ortam, ben düşünemiyorum.
Barış Konyalı: Seyirci olarak da konsere odaklanamıyorsun. Ben de düşündüm birkaç konsere gitsem mi diye. Ama ben çok korkuyorum, dışarı bile çıkamıyorum. Millet bana yaklaşacak, uzaklaşacak falan… O bile korkuturken bir de konser vermek, ne bileyim.
R.U.: Bizim her zaman mottomuz insanları bir araya getirmek. İyi hisler, güzel hisler uyandıran; insanların birbirine yapışık şekilde salınmasını sağlayan bir müzik yaparken, bunun tam karşısını gerektiren bir pandemiyle mücadele ediliyordu. O sırada konser yapmak, Palmiyeler’e antitez gibi.
M.M.: Sahneler şu an açılsa bile ben hemen konser vermek istemem. Çünkü keyif almak için yapıyoruz, kendimizi ne zaman hazır hissedersek büyük ihtimalle o zaman çalarız tekrar.
R.U.: Seyirci için de aynısı geçerli. Sen zaten kendin gibi hissetmiyorsan, seyirci de aynı özgürlüğü hissetmiyordur. Her türlü garip bir ortam olur. Palmiyeler özgürlüğü temsil ettiği için, nereden baksan yanlış geliyor.
B.K.: İlk başta çok etkiledi beni. Hızlı girdik 2020’ye; buradaki konserler, üstüne git ABD’de altı şehirde çal falan. Dönünce hemen kapanmak ilk başta benim hoşuma gitti.
M.M.: Benim birkaç ay hoşuma gitti.
B.K.: Sonra bir sıkıntı geldi, her şeyi boyamaya başladım. Duvarı boyadım, dolapları boyadım, masa, o bu…
Saçına kadar geldi boyama olayı Barış.
B.K.: Sıkıntımı anlayın yani!
R.U.: Bende de aynısı var bu arada.
M.M.: Sen de gri yapmışsın bu sefer ha?
Evet, türlü başa çıkma yolları var tabii ki.
Tarık Töre: Şu anda bilmeyenler için söylüyorum: Rana’nın saçı gri, Barış’ın saçı sarı.
B.K.: Platin sarısı.
T.T.: Ben de bir şeyleri boyuyorum. Ama başka türlü. İlginç bir şey geldi başıma. Rolling Stones’un bir şeyini dinliyordum salgın günlerinde. Kendi kendime “Ya müzisyen olmak ne kadar güzel, çalmak, bu duyguları hissetmek… Böyle yapan insanlar var. Bir arada çalmak acaba nasıl bir şeydir?” diye düşünürken buldum kendimi. Kendi müzik çaldığım bir grubum olduğunu unutmuşum yani, öyle bir noktaya gelmiş.
Mertcan ve Tarık, özellikle siz başka sanat alanlarıyla da aktif olarak ilgilenen müzisyenlersiniz. Bu dönem müzikle olan ilişkilenmenize, müzik dinleyip dinlememenize bir etki gösterdi mi?
T.T.: İşte benim oldu, unuttum!
M.M.: Ben zaten hep biraz orada, biraz burada oluyorum. O da iyi bir denge oluyor. Turneler bittiğinde müzikten çok sıkılmıştım. O yorgunlukla geldim, sadece çalışmak istiyordum. Uzun bir süre elime gitar bile almadım. Sonra onu özledim, bir süre onunla ilgilendim. Daldan dala geçmek güzel oluyor.
Şeytan Odama Geldi’den bahsedelim biraz. Ben-Hür’ün parçalarının büyük kısmı tekli olarak önceden yayımlanmıştı. Onlar yeni bir albüme dönüştükten birkaç ay sonra yepyeni bir albüm geldi. Palmiyeler diskografisinin geri kalanından belirgin şekilde ayrılan bir albüm hem de. Bana hep bu zamanın albümü, bu zamanın şarkıları gibi geliyor. Hepsi bu dönemde yazılmış şarkılar mı?
M.M.: “Şeytan Odama Geldi” şarkısı aslında eski bir şarkı. “Şeytan” ismiyle çalıyorduk onu. Kilink’in dağılma dönemlerinde birkaç provada, videoda falan çalmıştık. Bilenler vardı. Stüdyo kayıtlarında hep şey oluyor, metronomla çalıyorsun, davul giriyor sonra sen gitarları evde çalışıp kaydediyorsun falan filan. Bu süreci bozup başka bir şey yapmak istiyorduk. Evde çalarken aldığımız enerjiyi kayıtlara yansıtamadığımızı düşünüyorduk. O yüzden bu kayıtta gitarları metronomsuz çaldım, geri kalan her şey onun üstüne inşa edildi. Ara sıra aksamalar falan olumlu bir hava kattı bence kayda. Birçok insandan da olumlu hisler iletiliyor. Bir şeyler hissettiklerini söylüyorlar. Galiba bu işe yaradı diye alttan alta düşünüyorum. Bizim için de bir deney albümüydü bu. Yazın sonu, sonbaharın başları gibi kısa bir sürede evdeki demolardan kaydedilip çıktı. Beklemek gereksiz geldi, dinleyip heyecanlandık. Bir an önce yayımlayalım dedik.
“Aslında Galiba”nın klibine bayılıyorum. Hem senin hem Yasemin’in (Yasu) işlerine ayrı ayrı çok yükseliyorum. Klibin uzun bir çalışma süreci olmuş gibi geliyor.
M.M.: Öyle olması gerekiyordu ama biz şarkıyı yayımlamaya iki hafta kala klibi yapmaya karar verdik. Ben işin içinden nasıl çıkacağımızı bilmiyordum. Bir karaoke videosu gibi bir şey çekelim, arkada görüntü olsun gibi düşünürken bir anda aklımıza 80’ler new wave diskolarının görüntülerinden rotoskop animasyon klip yapma fikri geldi. Yasu bu fikri verince, ben hemen gaza geldim ama baktık sadece iki hafta var önümüzde. Takvim dışına da çıkmak istemiyordum, zaten peşinden hemen Meksikalı yönetmenin yaptığı klip gelecekti. Belli bir aralık olması gerekiyordu. İki haftada gece gündüz arasız çalışıp bitirdik. Hatta ben Tarık’a bazı kareler göndermeyi düşünüyordum ama orada teknoloji konusunda aksaklıklar yaşayacağımızı tahmin ettim. Tarık bana bunları yollayana kadar ben o karelerin hepsini çizerim dedim! Çok uğraşacaktı.
Bahsettiğin Meksikalı yönetmen Melissa Lunar. Somewherelse isimli Kanadalı ajansın Planet Huh ismini verdiği bir proje kapsamında yer aldınız. Palmiyeler kendi klibini, kendi kapağını, tüm görselliğini kendi başına var eden bir grup. İlk gördüğümde baya şaşırdım o yüzden.
M.M.: Kabul ettiğimizde ben de şaşırdım bu arada.
Kabul etmiş olmanız şaşırtıcıydı bence de.
M.M.: İlk mail geldiğinde reddetmeyi düşündüm. Yarın yazarım, deyip kapattım. Sonra düşündüm, Kanada’dan birisi bize ulaşıyor, Meksikalı bir yönetmen klip çekecek, ne kadar kötü olabilir ki? Sonra konuştukça yönetmeni de ajanstaki insanları da sevdik. Yapılan işi de çok sevdik ve yayımladık. Normalde biz çekseydik, büyük ihtimalle böyle bir klip aklımıza bile gelmezdi.
R.U.: Genelde bütün klipleri Mertcan ve Tarık’ın öncülüğünde çekiyoruz. Ben ilk izlediğimde, Melissa’nın gözü ve orada yakalanan görsel dünya, Palmiyeler’in gerçekten temsil ettiği görsel dünyanın Meksika’daki yansıması gibi geldi ve beni çok heyecanlandırdı. Planet Huh’ın yaptığı aracılık çok güzel bir aracılık. Türkiye’den bir sanatçı olarak bizi seçip, sonrasında Palmiyeler’i hangi ülkeyle eşleştirebiliriz diye düşünüp Meksika’yı seçmeleri çok isabetli. Baktığın zaman Türkiye’deki dinleme özelliklerinin en yakın olduğu ülkelerden biri Meksika’dır. Alternatif dünyada özellikle. Klibe bakınca, gerçekten Meksika’da yaşıyor olsaydık, böyle bir iş yapardık herhâlde diye düşündüm. Bu çok heyecanlı bir şey.
“Normal” lafını kullanmayı sevmiyorum, alıştığımız bildiğimiz bir düzene döndüğümüz bir senaryo olsun. Yarın mesela. Palmiyeler’le vereceğiniz ilk konserde, nasıl bir yerde çalmak isterdiniz?
T.T.: Her türlü açık havada olsun.
B.K.: Urla Surf House gibi bir yerler olsun.
T.T.: Ben de Urla Surf House derdim herhâlde. Biraz anlatayım, güzel bir bahçesi var. Küçük, kendilerinin yaptığı bir havuz var içeride. Çok samimi bir ortam, herkes arkadaş gibi. Biraz ileride surf yapıyorlar. Çok güzel konserler oluyor.
R.U.: Kaykaycılar ve kite surfçülerin buluştuğu bir yer.
M.M.: Açık hava barı var, üzerinde Zanzibar yazıyor. Püsküllü samanlar falan.
Bir de İzmir’e yakın, daha ne istersiniz!
M.M.: Yakın ama ben ilk konseri orada yapmak istemezdim. Şimdi anlatınca çok tatlı geldi ama. Belki Salon ya da Babylon gibi daha klasik bir seçenek? Ses sistemiyle bozmuş durumdayım şu an.
R.U.: O çiğlik de çok güzel ama benim için bıraktığımız yer o kadar büyülüydü ki. ABD turnesinden beri gerçekten grup olarak yakın bir şekilde görüşemedik. O turnenin bitişinde Mattson 2 ile de o kadar güzel hayaller kurduk ki. Türkiye’nin dışında biraz daha dünyaya açılacağımız, Asya-Avrupa karışık. Bir yandan aklıma gelen ilk şey Barış’ın dediği gibi Urla Surf House veya Türkiye’nin güney sahillerinde bir turne. Çok güzel oluyor, her gün başka bir yerde. Bir yandan da virgülü koyduğumuz yer, büyülü projeler kurmak üzere olduğumuz bir yerdi.
M.M.: Mattson 2 buraya gelecekti, burada turne yapacaktık. Sonra onların Avrupa turnelerine katılacaktık. Tabii o hayaller suya düştü. Ertelendi en azından. Şimdi Green Cookie Records isimli Yunanistan’dan bir plak şirketiyle çalışıyoruz. Akdeniz’i, Ben-Hür’ü bastılar. Şeytan Odama Geldi de şu an fabrikada. Önümüzdeki aylarda çıkacak. Bir de toplama CD çıktı. Plak şirketinden Mike ilk baştan beri toplama CD konusuna takmış durumdaydı. Bu sebepten dolayı da COVID-19 sonrası Yunanistan’da birkaç konserimiz olabilir.
Bahsettiğimiz ABD turnesinde Brooklyn’de Rough Trade’de çalmıştınız ve o mekân artık yok. Orada son çalan gruplardan biri oldunuz.
M.M.: Evet son ya da sondan ikinci grup olduk orada çalan. Boston’da çaldığımız mekân da kapandı.
Rough Trade tabii yeni bir adrese taşınıyor ama diğer mekân bu dönemdeki imkânsızlıktan kapandıysa üzücü tabii.
R.U.: Burlington’da çaldığımız yer de kapandı.
M.M.: Boston’daki salon, Great Scott, oraya giden yabancı grupların gidip çaldığı yermiş. Oranın kült barı. Kickstarter’dan kampanya başlatmışlar, para toplayıp kurtarmışlar barı.
R.U.: Yaşasın!