Oyuncu, yazar ve yönetmen Ece Dizdar’ın ilk kısası Mükemmel, 61. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden ödülle ayrıldıktan sonra Portekiz’deki Olhares Do Mediterraneo Kadın Filmleri Festivali’nde uluslararası prömiyerini yapmıştı.

Dışarıda havlayan köpekler eşliğinde yeni doğan bebeğini yalayarak temizlemeye başlayan, aniden başlayan ezanla kalakalıp kendinin farkına varan bir anneyle, daha vurgulu olması zor bir giriş yapıyor film. Tam olarak neyi irdelediğini aktarmakta doğrudan nokta atışı bir beyanla açılan Mükemmel, doğal ve dürtüsel doğruların toplumsal olanlarla çarpışarak zihin gıdıkladığı bir düşünce egzersizi ve kapsamı çok geniş bir tartışma alanı. 

Lohusa döneminin en derin ve orta yerinde savrulan, dört bir taraftan üstüne boca edilen örf ve değerlerin altından kendi kanaatini duyurmaya çalışan Azra’nın psikesine boy vermeden atladığımız yapımı izleyip sorularımızı Dizdar’a yönelttik. O da bizi kırmadı; filmin öncesi, sonrası ve esnasını, Mükemmel’in tohumlarının nasıl atıldığını ve Özlem’le (Öçalmaz) olan arkadaşlıklarını anlattı. 

Fotoğraf: Muhsin Akgün

“O bebek evet, toplumun ama onu hayatta tutsun diye salgılanan onca hormonun kadında oluşturduğu değişim ve talepler göz ardı edilemez. (…) Bunu ifade edebilmem için bir ‘hayvan anne’ gerekiyordu bana.”

Sünnet, tüm kültürel içeriğinden soyutlandığında elbette bir ebeveyni tümüyle terörize edebilecek bir olgu. Mükemmel buna dair tüm farklı görüşlerden bir tartışma alanı inşa ederken, bu olgunun kendi içinde ne kadar absürt bir uygulama olduğunu çok iyi aktarıyor. Fikir bir anda gelişen bir “yanan ampül” ânından doğmuş gibi hissettim. Bizi hikâyenin tohumlarının atıldığı âna götürür müsün?

İlginçtir ki sünneti yazmak üzere yola çıkmamıştım, hikâyenin tohumları lohusalık üzerinden atıldı aslında. Bir arkadaşımın doğum yaptığı gece yaşadığı bir an aklıma kazınmıştı. Bebeğinin ellerini yalayarak temizlediğini anlatmıştı bana. Bu da beni lohusalığın hayvancıl içgüdüsel tarafını düşünmeye yönlendirdi önce. Sonra “bebeğini neyden korusun bu kadın” derken, beden bütünlüğü üzerinden konu sünnete vardı. Sünnet, üzerine düşünmüş olduğum bir konuydu elbette önceden ama çıkış noktam değildi. Yazarken birleşmiş oldu bu iki konu.

Bebek doğduğu andan itibaren artık dünyaya ve içindeki herkese mâl olmuş durumda. Salt annede, annenin değil artık, bu bile başlı başına bir konu. Azra, sahipleniciliği en haklı ama savunduğu şey en haksız kılınan karakter ve öykünün onun üstünden kararlılıkla sorduğu devasa sorular var. Bu hep hedeflediğin bir şey miydi yoksa yazdıkça mı coştu bu temalar?

Bu kararlı sorular netti. Toplumun ısrar kıyamet annelik pompalayıp, güzelleyip, kutsallayıp ve -genelleme yapmam gerekirse- bakım yükünü, hiç olmazsa zihin yükünü kadına yükleyip ama aynı zamanda da bebek üzerindeki iddiası… O bebek evet, toplumun ama onu hayatta tutsun diye salgılanan onca hormonun kadında oluşturduğu değişim ve talepler göz ardı edilemez. Oysa dinlemelisiniz o anneyi. Onun dediği saf ve doğal geliyor bana. Özellikle lohusalık sürecinde. Bunu ifade edebilmem için bir “hayvan anne” gerekiyordu bana. Kediler mesela… Bir kedinin yeni doğanlarına dokunamazsınız, dokundurtmaz. Tıpkı bunun gibi.

Senaryoya başroldeki Özlem Öçalmaz’ı kadroya aldıktan sonra başlamışsın, çekimler ise onun lohusa dönemi sırasında bebeği Bilge ile gerçekleşmiş. Hazırlığı, öncesi, set içi… Rejisini yaptığın ilk filmde bu denli hassas koşullara tabii bir prodüksiyona ve 20 saatte 14 sahne alınan çok sıkı bir çekim takvimine atılmışsınız. Süreci yönetirken beyninin içi ne durumdaydı?

İki gün ve günde 10 saat! (Gülüyor.) Bugünkü aklım olsaydı kesinlikle en az üç gün olurdu setim. Ama neyse ki hazırlık sürecim uzun zamana yayılmıştı. Karar verdikten yaklaşık üç yıl sonra sete girdiğim için çok kararlı, çok planlı, çok heyecanlı ve çok mutluydum. Cahiliye dönemimin filmi bu. Başıma ne geleceğini bilmediğim, sonuçlarını öngöremediğim ve beklentimin düşük olduğu bir süreç. O yüzden büyük stresim yoktu. Sadece büyük konsantrasyon istiyordu. Başka hiçbir şey düşünmediğim bir dört ay geçirdim. Karar verdim, odaklanarak hazırlandım ve sete girdim.

Bir anne-bebeğin arasında, annenin tüm varlığının bir kaynak olarak bebeğe aktığı ve diğerinin tümüyle ona bağımlı vaziyette olduğu, içine girilemez bir bağ mevcut sanki. Film ilk sahnede ikisi arasındaki bu mecrayla öyle bir sarmalıyor ki izleyeni, Azra’nın yanında bebeğini bulamadığı gündüz planında, izleyen de onun gibi sudan çıkmış balığa dönüyor. Duyguları yakalayan planlar elde etmek konusunda görüntü yönetmeni Eyüp Boz’la nasıl bir diyaloğunuz oldu?

Sette o bağı Özlem ve bebek Bilge arasında da gözlerimizle gördük. Bilge’nin uyanmasına 30 saniye kala Özlem’in sütü geliyordu. Sessizlik ve hayranlık içinde izledik ikisini. Ve Özlem’in fazla korumacı tavırlarını gördükçe onu yönetiyor, bıyık altından gülüyordum; çünkü gözümün önünde bir lohusa vardı. Çocuğa sentetik dokundurtmayan, patiği yere düşünce büyük tepkiler veren bir varlık. Sadece bebeği hayatta tutmaya programlanmış bir insan. Bu harikulade bir varoluş bence. Nefes kesici geliyor bana.

Eyüp Boz ile uzun yıllardır tanışırız. Çok deneyimli bir görüntü yönetmenidir. Senaryoyu çok sevdi ve evet der demez başladık, planlarımızı önceden hazırladık. Bu bahsettiğiniz planı kamerayı alıp kendisi çekti. O yüzden o plan özelinde sormanız tesadüf değil bence.

“Bebek, annenin bir yerde.” lafı işitildiği anda Sinan’a gıcık olmak çok zevkli. “Bebek annenin” beyanına karşı “Tek başına böyle bir karar alamazsın.” cümlesi de var. Baba üstünden resmedilen çifte standarda tabii ki sinir oluyorsun ama ona da hak veriyorsun: İki anaç güç arasında sıkışıp kalmış, iki bakış açısını da uzlaştırmaya çalışıyor. Serdar Orçin’in metni ilk okuduğunda yorumu ne oldu? Rol hep onun muydu?

Sinan karakterine bayılıyorum. Gerçekten ne yapacağını bilemiyor bu insan. Niyeti de kötü değil, o da toplumla hakikat arasında sıkışmış durumda. Biraz erkek düzlüğü de var onda tabii, olayı tam algılayamıyor da ve buna bayılıyorum. Ama asla Sinan’ı bir öcü gibi resmetmek istememiştim. Bu kırmızı çizgimdi. Kaldı ki o toplumun sesi bizim için. Ve söylediklerinde hep çok haklı. Rol her zaman Serdar’ındı. Serdar benim hayat arkadaşım ve fikrin her aşamasını paylaştığım kişi. Senaryoyu ilk okuyan, kurgudan çıktıktan sonra ilk izleyen. Ve tabii, elinizde bir Serdar Orçin varsa onu hakkıyla kullanırsınız. (Gülüyor.)

Verdiğin söyleşilerden birinde; Özlem’in odaklı ve hayret içinde, seninse mutluluktan neredeyse ağlamaklı, yanak yanağa birlikte monitöre baktığınız bir set fotoğrafı vardı. Oyunculuk kökenli bir yönetmen olarak; çekimler bittikten, film paketlendikten sonra ilişkiniz nasıl veya neye evrildi sence?

Özlem’le birbirimize düşkününüzdür. Arkadaş olsak da sanki artık hep ben onun yönetmeni, o da benim oyuncum olarak kalacağız. Ona her baktığımda bir oyuncu arkadaşımı değil; oyuncumu görüyorum. Çok yoğun bir süreçten geçtiğimiz için bir süre uzak kaldık. Şimdilerde Bilge ile yaşıt olan, birlikte doğurduğumuz bu filmin keyfini sürüyoruz. Filmin süreci devam ediyor, Bilge büyüyor, hayat akıyor… Bence bağımız sonsuza kadar sürecek.

  1. Müziğin konfor değil, konfrontasyon alanı olduğu bir döneme ağıt: EVERYTHING, ALL AT ONCE FOREVER

    1980’ler sonu, 1990’lar başı Londra’sından kariyercilikten uzak, distortionlara yakın, genç ve öfkeli bir müzik hikâyesi. Joe Dilworth ile geçtiğimiz ekim ayında yayımlanan fotoğraf kitabı Everything, All At Once Forever’ı konuştuk.

  2. 2024: En iyi 100 yabancı albüm

    Geride kalan yılın yabancı albüm dökümü. 14 saatlik eşlikçi çalma listemizle birlikte.

  3. 2024: Yerli sahneden 70 kayıt

    2024’ün yerli sahnede müzik dökümü, EP ve albüm formatında yayımlanmış kayıtlardan oluşuyor.

  4. 2024: En iyi 15 toplama albüm

    80’ler Tokyo’sundan reggae pop elektriklenmeleri, Red Hot Org’dan transların sanatını kutlama çağrısı, dünyanın dört bir yanından Filistin ve Lübnan’la dayanışma girişimleri…

  5. 2024: En iyi 75 film

    Vasat bir sinema yılının ardından...

  6. 2024: Türkiye sinemasından 15 film

    2024’te Türkiye’de festival yolculuğuna başlamış, geniş gösterimini gerçekleştirmiş veya prömiyerini yapmış uzun metraj yerli filmlerden bir seçki.

  7. 2024: En iyi 30 belgesel

    Yakıcı adaletsizliklerin karşısında direniş öyküleri, dijital dünyalarda kopan fırtınalar, iz bırakmış yeteneklerin portreleri…

  8. 2024: En iyi 10 suç dizisi

    Tüyler ürperten keşifler, derin etik sorular, adalet arayışındaki dedektifler, sırra kadem basan katiller, kedi fare oyunları ve yavaş yavaş pişen gerilim…

  9. 2024: En iyi 10 komedi dizisi

    Bir haham ile podcast sunucusunun beklenmedik aşkı, süper kahraman filmleri üretme cehenneminde bir ekip, absürt bir mercekten tarihî maceralar...

  10. 2024: En iyi 10 bilim kurgu / fantastik dizi

    Galaksiler arası yolculuklardan büyünün hüküm sürdüğü âlemlere, tarih ötesi kehanetlerden post-apokaliptik distopyalara…

  11. 2024: En iyi 10 dram dizisi

    Başarısız bir komedyenin saplantılı stalker’ı, 17. yüzyıl Japonya’sında politik entrikalar, ebeveyn olma arifesinde bir eşcinsel çift…

  12. 2024: Gündemimizden 100 kitap

    2024'ten elimizde upuzun bir döküm kaldı; onu da ancak 100 kitaba indirebildik. Kurmaca ve şiirler ile kurmaca olmayanlar iki ayrı bölümde...

  13. 2024: En iyi 30 podcast

    ilk bölümü 2024’te yayımlanmış podcast serilerinden Türkçe ve İngilizce karışık bir seçki.

  14. 2024: Gündemimizden tiyatro oyunları

    2024'te ilk kez sahnelenen ve yıl boyu hakkında konuşturan tiyatro oyunlarından bir seçkimiz var.

  15. Yakın dönemde radarımıza giren 15 tasarımcı ve üretici

    Yenice takibe alıp hikâyesine merak duyduğumuz yerli tasarımcılar, üreticiler ve toplayıcılarla konuştuk.

  16. Karanlığımızla barışıp onun sesini kısmak: Soytarı ben miyim? 

    Louvre Müzesi’nin güncel sergisi Figures of the Fool (Soytarı Figürleri) ve İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında prömiyerini yapan Haberci oyununun düşündürdükleri.

  17. Yaşa takılanlar: D’Angelo and The Vanguard - BLACK MESSIAH

    Siyah müziğin karizmatik ve etkili sesi D’Angelo’nun üçüncü stüdyo albümü Black Messiah artık 10 yaşında.

  18. Murat Fıratoğlu ile HEMME'NİN ÖLDÜĞÜ GÜNLERDEN BİRİ ve ardındakiler

    Filmin yönetmeni, senaristi ve başrol oyuncusu Murat Fıratoğlu ile festival favorisi Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri üzerine bir sohbet.

  19. Duvarların ötesine: Mete Gümürhan, BERABER’i anlatıyor

    “Pek çok film fiziksel teması saldırganlık ve şiddete indirgese de ben bunu daha çok şefkat ve merhamet gibi hisleri seyirciye verecek şekilde kullanmaya çalışıyorum.”

  20. Geleceğin kırıkları: Ozan Yoleri ve Ahsen Eroğlu ile BAŞLANGIÇLAR

    Ozan Yoleri ve Ahsen Eroğlu ile filmin “başlangıç” sürecinden yaratılan tanıklık alanlarına, bazen bir duvar yazısından hayatın sınırlarına uzanan bir sohbet.

  21. Zafer anları, düşüş ve acı: UNSTOPPABLE ekibi hattın diğer ucunda

    Unstoppable ekibinden William Goldenberg, Jharrel Jerome ve Anthony Robles; film ve düşündürdükleri üzerine sorularımızı yanıtladı.

  22. Toplumsal yargılar, dürtüsel doğrular: Ece Dizdar ve MÜKEMMEL

    Ece Dizdar; filmin öncesi, sonrası ve esnasını, Mükemmel’in tohumlarının nasıl atıldığını anlatıyor.

  23. Yani öztemsiliyet: TERSO SİNEMA

    Üretimleriyle lubunyalığı, Ankaralığı ve altkültürleri yaşatma hedefli Terso Sinema ile yolculukları, yaklaşımları ve dahası üzerine...

  24. Akıştayız ama bu biraz da raftinge mi benziyor?

    "11 yıldır freelancer olarak devam ettirdiğim kariyerimde, çatır çutur kemiklerimizi kıran sistemi çize çize iyileşmeye çalışıyorum."

  25. Künye

    .