Siverek’te, yakıcı güneşin altında; kadınların domates dilimlediği, erkeklerin ise kasaları indirip domatesleri sererek tuzladığı birkaç dönümlük arazideyiz. Yaklaşık iki haftadır yevmiye ödemeleri, işveren Hemme tarafından geciktirilmekte. Çalışanlardan Eyüp, ciddi maddi sıkıntılarla karşı karşıya olmasının da etkisiyle Hemme ile sözlü bir gerilim yaşıyor ve karşılıklı hakaretler de yükselince, alacaklarını tahsil edebilmek için silaha başvurmaya karar veriyor. Ne var ki bu plan, karşılaştığı insanların olayı daha da karmaşık hâle getirdiği bir yolculuğa evriliyor.

81. Venedik Film Festivali’nin Orizzonti bölümünde kazandığı Jüri Özel Ödülü sonrası, Adana Altın Koza ve Ankara Film Festivali’nden En İyi Film dâhil çeşitli ödüllere uzanan Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, son yılların en heyecan verici ilk filmlerinden. Vizyon macerası devam eden yapımın yönetmeni, senaristi, yapımcısı ve aynı zamanda başrol oyuncusu olan Murat Fıratoğlu sorularımızı yanıtladı; sanatsal üretimde politik anlatının yeri, izleyicide yaratmak istediği his, Diyarbakır Sinema Kulübü anıları ve Kiyarüstemi sinemasıyla ilişkisi gibi başlıklara temas etti.


“Filmin türünün kara mizah olmadığına ilişkin düşüncelerimi tekrarlamak isterim. Finalin insanların yüzünde bir tebessüm bırakmasını istedim.”

Filmde çocuk karakter yok ancak çocuklar avlularda, tarlalarda, parklarda, dükkânlardalar. Bu bilinçli bir tercih miydi, yoksa hayatın doğal akışı içinde mi gerçekleşti? Siz çocukluğunuzu nasıl hatırlıyorsunuz, bu filmdeki izlerini nasıl takip ediyorsunuz?

Kimi bakımdan filmi, bir çocuk filmi olarak görüyorum. Büyük bedenli çocukların filmi. Hikâyenin çocukların çevresinde dönmesini istedim. Mekân, mizansen tasarımında önceliklerimden biri ve çocukların filmde hep koşturmalarını, oralarda olmalarını arzu ettim. Çünkü -filmi ifade ederken çok kullandığım bir metafor gibi- cennet ve cehennem bir arada olsun, cehennemi yaşayan bir adamla avluda cenneti yaşayan çocuk aynı karede olsun istedim.

Eyüp’ü gün içerisinde oyalayan amcalardan biri uzun uzun denize olan özleminden bahsediyor. Sizin için de böyle bir özlem var mıydı? Varsa hayat yolculuğunuza nasıl yön verdi?

Denize uzak olmak, maviliklere uzak olmak, medeniyete uzak olmak, yaşama uzak olmak, gürül gürül akan dünyaya uzak olmak. Tabiri caizse Allah’ı beklemek, Allah’ı beklemek, Allah’ı beklemek. Biraz da böyledir doğduğum sarı kuru otlarla kaplı Şark. Deniz imgesi çok güçlü bir imge benim için.

Murat Fıratoğlu, 81. Venedik Film Festivali’nde

Venedik’te verdiğiniz bir söyleşide politikanın sizi alâkadar etmediğini, esas derdinizin zamansız hikâyeler anlatmak olduğunu söylemişsiniz. Borçlandırılmış Eyüp’ün hakkını arama öyküsünün de bir önceki kısa filminizdeki Suriye’den kaçan Kholoud Ahmed’in öyküsünün de hem zamansız hem politik öyküler olduğunu düşünüyorum. Bu yorumunuzu biraz açabilir misiniz? İnsanlık hâllerine tercüman olurken politikadan kaçınmak mümkün mü?

Ben de sizinle aynı kanaatteyim. Her şey politiktir çünkü post-modern okuma artık her şeyi özgür kıldı. Yorumlayana göre bir şey, her şey olabilir. Kendinden menkul sosyal medya aforizmalarımdan ve romantik meczup tanımlamalarımdan kurtulabilirsem sanatın siyaset yapmak ve politik duruş sergilemek için olmadığı kanaatteyim. Veya en azından benim yapmak istediğim sanatın tek motivasyonunun bu olmadığını söyleyebilirim. Sanat bilakis politik bir meseleyi “tatlış” hâle getirebilir. “Tatlış” hâle gelme ise insanların toplumsal bir mesele ile ilgili gazının alınmasına hizmet eder ve toplumu dayanışmayan, örgütlenemeyen, hak talep edemeyen, hakkını arayamayan bir kanser kitlesinden öte bir anlam ifade etmeyen bir hâle getirir. Bir yerde okumuştum, sanat doğası gereği sorunları çözmez. Eğer çözseydi bu siyaset olurdu. Zamansız hikâye derken, az ve öz içerik üretmek istiyorum. İnsanların acısı üzerinden modern tabir ile duyar kasmayı doğru bulmuyorum. Bunlar benim naçizane fikirlerim. Türkiye’de herkes gibi bende bir fikirzedeyim. Her konuda fikrim var çok şükür 🙂

Avukatlık deneyimlerinizin hikâye anlatma şekliniz, özellikle filmde yer yer hissettiğimiz kara mizah üzerinde nasıl etkileri olmuştur?

Avukatlık mesleğinden ziyade hikâye anlatma şeklimi yaşamım, mizacım, anlam dünyam ile sanata verdiğim mesainin oluşturduğu kanaatteyim. Avukatlık mesleği doğası gereği insanın çatışmaları, anlaşmazlıkları, bencilliği ve herkesin kendini haklı görmesi ile ilgili olduğundan dolayı hayata bakış açımı zenginleştirdiği kanaatindeyim. Ayrıca bu öykü böyle anlatıldı, demek ki kaderi buymuş. Kara mizaha gelince, bu benim hedeflediğim bir durum değildi. Filmin türünün kara mizah olmadığına ilişkin düşüncelerimi tekrarlamak isterim. Finalin insanların yüzünde bir tebessüm bırakmasını istedim. İzleyicinin yüzünde bunu görmek beni mutlu ediyor.

Üniversite yıllarında Diyarbakır Sinema Kulübü’nde vakit geçirirken Ali Kemal Çınar, Çetin Baskın ve Abdurrahman Öner gibi yönetmenlerle yakınmışsınız. O yıllar sinemaya bakış açınızı nasıl etkiledi? Sinemanızı o şekilde konumlandırmadığınızı biliyorum ancak Kürt coğrafyasından çıkan filmleri özellikle takip ediyor ve aralarında ortaklıklar ya da bağlantılar gözlemliyor musunuz?

Biz; ben, Çetin, Apo Diyarbakır’da aynı evde kalırdık. Durmadan film izlerdik. Gerçi ben onların yakınına yaklaşamazdım. O zamanlar 2006 ve devamında her ay bir auteur üzerine seçki yapar izlerdik. Evde de film izlemeye devam ederdik. O yıllarda bir sürü seçkin filmi izlemiş olmamın sinema sezgilerimin olgunlaşmasında katkısı çoktur. Benim bir sinemam var mı yok mu konusunu ise vereceğim emeğin ve yapabilirsem diğer filmlerimin belirleyeceğini düşünüyorum.

“Eğer karakterler birlikte dayanışsaydı ve haklarını arasaydı bu gerçekçi olmazdı. Böyle bir bakış açısı ne yazık ki kimsede kalmadı.”

Filmi izlemeden önce filmde daha çok Zazaca, Arapça duyacağımı düşünüyordum; hatta altyazılı versiyonun Türkçe altyazı olacağını zannetmiştim. Ancak filmdeki diyaloglar tamamen Türkçe. Bu durum benim önyargım mı, hayatın doğal akışı mı, yoksa sizin öznel bir tercihiniz mi?

Anlatmak istediğimi anlatmak istediğim gibi anlattım. Önceliğim hikâyeyi anlatmak oldu. Ama bu filmle ilgili en büyük üzüntüm; Zazaca, Kürtçe dillerinin gerçekte olduğu gibi kullanılmamasıdır. Çünkü oranın gerçeği ve doğası böyle, bunu aktaramamanın büyük bir kayıp olduğunu düşünüyorum. Ben Kürtçe konuşamıyorum. Filmi çekme kararı alışım ile filmin çekimi arasında iki aydan az zaman vardı. Hazırlanamadım. Bu nedenle benim için en kolay olan üzerinden ilerledim. Film çekiminde bir sürü sorunla boğuşuyordum. Filmi bitirebileceğime bile emin değildim. Fakat ne olursa olsun, asıl sorumlu benim. Bu, filmin bir eksiğidir.

Filmde Eyüp bir yerden bir yere motoruyla ya da uzun uzun yürüyerek giderken biz de onunla birlikte şehri geziyoruz. Bir yandan dar sokaklar ve geniş avlulara misafir olurken bir yandan da çok katlı inşaatlar ve trafik sıkışıklıklarına tanık oluyoruz. Siverek sizin doğup büyüdüğünüz zamanlardan beri nasıl değişti?

Filmde şehre girmemizle birlikte tarlada ve yolda tanık olduğumuz pastoral manzaralar yerini çirkin bir şehre bırakıyor. Bunu bilhassa göstermek istedim. Şehre girişle birlikte bir yanda koyunlar otlanırken hemen arkasında üç katlı bir bina, ötesinde tek katlı bir yapı şehir planlamasının olmadığını gösteriyor. Bu, Türkiye’de hemen hemen tüm ilçelerde rastlanan bir manzara. Şehir planlaması insan odaklı olmaktan ziyade rant ve açgözlülük üzerine peydah oluyor. Tüm Türkiye küçük bir deney alanı gibi.

Altın Koza’da ödülünüzü adadığınız kişiler arasında Gülten Akın, Yaşar Kemal, Ahmed Arif ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyatçılar var. Edebiyatın hayatınızda tuttuğu yer nedir? Bu isimlerden bir ya da ikisini seçip size verdikleri ilhamdan bahsedebilir misiniz?

Çok iyi bir okur olduğum söylenmez. Daha fazla okumayı çok isterdim. Ahmet Arif şiirlerini çok severim. Şiirlerinde o eski, namuslu, onurlu, kendi hâlinde, ekmeği emeği ile taştan çıkaran insanlar gibi olmak isterim. Ahmet Hamdi ise yüreğini, zihnini kendime çok yakın bulduğum bir yazar.

Eyüp’ün ağacın altında durduğu sahne izlerken Kirazın Tadı’nı çağrıştırmıştı, daha sonra Abbas Kiyarüstemi’den ilham aldığınızı söylediğiniz bir söyleşinize de denk geldim. Sinemada size görsel ya da hikâye anlatıcılığı açısından ilham veren başka isimler kimler?

Açıkçası ben içeriği yazarken veya filmi çekerken kimseyi düşünmedim. Kimseye öykünmedim. İtalyan Yeni Gerçekçiliği tadında olmasını istedim. Fakat izleyicinin filmi başka filme benzetmesine, aynı görmesine, birilerine öykündüğüme ilişkin yorumlarını anlayabiliyorum; belki onlar haklıdır. Kiyarüstemi sineması benim için çok kıymetli, tıpkı Ahmet Arif için dediklerimi tekrarlamak isterim. Arkadaşımın Evi Nerede filmindeki çocuğun, sırf öğretmeni arkadaşına kızmasın diye verdiği emek ve çaba; sonrasında bir papatyayı defterin arasına iliştirmesi hep aklımdadır. Keşke bu kadar zarif ve düşünceli olabilsem. Burada aslında bir eserin hem sanat eseri olup hem de göğsümü bostana çevirmesi, davranışlarımda bir etik ve değer yargısı oluşturması benim de eğer becerebilirsem sinemada yapmak isteyeceğim bir şey.

Yapım sürecine dair olası sıkıntılar sizi bildiğiniz mekânlarda geçen, baş karakteri sizin, diğerlerini çoğunlukla akrabalarınız ya da dostlarınızın oynadığı bir filmi çekmeye yöneltmiş. Bu durumun yol açtığı handikaplar ya da sağladığı avantajlar neler oldu? Filmin başarısı üzerine bir sonraki filminizde elinizde daha fazla olanak olacağını öngörmek mümkün. Bunun sinema üretiminize nasıl etkileri olacağını düşünüyorsunuz?

Ailemin, akrabalarımın, yakın arkadaşlarımın inanılmaz emekleri ve yardımları oldu. Onlar olmasaydı bu filmi çekemezdim. Handikaptan ziyade hep avantajını, konforunu gördüm. Ömrüm vefa ederse ve eğer yapabilirsem diğer filmimin yapım süreci nasıl olacak kestirmek çok güç, ancak yapınca anlayacağız.

Filmin finaline dair, henüz izlemeyenlerin okumamasını önerdiğim bir sorum var. Eyüp çocukken neşeliymiş, güzel resimler yapıyormuş. Sistem hayallerini ufalamış, onu ezip köşeye sıkıştırmış. Eyüp bir gün bu duruma isyan etmeye karar veriyor, ancak günün sonunda Eyüp kendisini ezen kişiyle aynı halayda buluşuyor. Ben bunu biraz karamsar bir yerden algıladım. Siz bu konuda ne düşünürsünüz?

Filmle ilgili en başından beri en çok üzerine düşündüğüm konunun bu olduğunu söyleyebilirim. Geldiğim noktada ise günümüz koşullarını yansıtan gerçekçi bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Artık dayanışma, paylaşım yerini yalnızlığa, yabancılaşmaya bıraktı. Tüm zamanımızı plastik şeylerle tüketiyoruz. Eğer karakterler birlikte dayanışsaydı ve haklarını arasaydı bu gerçekçi olmazdı. Böyle bir bakış açısı ne yazık ki kimsede kalmadı. Her koyun kendi bacağından asılıp mezbahanın yolunu bekliyor. Sanatsal içerik olduğu iddiasında olan bu filmi ideolojik aygıt olarak görmedim. Ben böyle bir şiir yazdım. Daha ziyade romantik ve iyimser olmasını istedim.

  1. Müziğin konfor değil, konfrontasyon alanı olduğu bir döneme ağıt: EVERYTHING, ALL AT ONCE FOREVER

    1980’ler sonu, 1990’lar başı Londra’sından kariyercilikten uzak, distortionlara yakın, genç ve öfkeli bir müzik hikâyesi. Joe Dilworth ile geçtiğimiz ekim ayında yayımlanan fotoğraf kitabı Everything, All At Once Forever’ı konuştuk.

  2. 2024: En iyi 100 yabancı albüm

    Geride kalan yılın yabancı albüm dökümü. 14 saatlik eşlikçi çalma listemizle birlikte.

  3. 2024: Yerli sahneden 70 kayıt

    2024’ün yerli sahnede müzik dökümü, EP ve albüm formatında yayımlanmış kayıtlardan oluşuyor.

  4. 2024: En iyi 15 toplama albüm

    80’ler Tokyo’sundan reggae pop elektriklenmeleri, Red Hot Org’dan transların sanatını kutlama çağrısı, dünyanın dört bir yanından Filistin ve Lübnan’la dayanışma girişimleri…

  5. 2024: En iyi 75 film

    Vasat bir sinema yılının ardından...

  6. 2024: Türkiye sinemasından 15 film

    2024’te Türkiye’de festival yolculuğuna başlamış, geniş gösterimini gerçekleştirmiş veya prömiyerini yapmış uzun metraj yerli filmlerden bir seçki.

  7. 2024: En iyi 30 belgesel

    Yakıcı adaletsizliklerin karşısında direniş öyküleri, dijital dünyalarda kopan fırtınalar, iz bırakmış yeteneklerin portreleri…

  8. 2024: En iyi 10 suç dizisi

    Tüyler ürperten keşifler, derin etik sorular, adalet arayışındaki dedektifler, sırra kadem basan katiller, kedi fare oyunları ve yavaş yavaş pişen gerilim…

  9. 2024: En iyi 10 komedi dizisi

    Bir haham ile podcast sunucusunun beklenmedik aşkı, süper kahraman filmleri üretme cehenneminde bir ekip, absürt bir mercekten tarihî maceralar...

  10. 2024: En iyi 10 bilim kurgu / fantastik dizi

    Galaksiler arası yolculuklardan büyünün hüküm sürdüğü âlemlere, tarih ötesi kehanetlerden post-apokaliptik distopyalara…

  11. 2024: En iyi 10 dram dizisi

    Başarısız bir komedyenin saplantılı stalker’ı, 17. yüzyıl Japonya’sında politik entrikalar, ebeveyn olma arifesinde bir eşcinsel çift…

  12. 2024: Gündemimizden 100 kitap

    2024'ten elimizde upuzun bir döküm kaldı; onu da ancak 100 kitaba indirebildik. Kurmaca ve şiirler ile kurmaca olmayanlar iki ayrı bölümde...

  13. 2024: En iyi 30 podcast

    ilk bölümü 2024’te yayımlanmış podcast serilerinden Türkçe ve İngilizce karışık bir seçki.

  14. 2024: Gündemimizden tiyatro oyunları

    2024'te ilk kez sahnelenen ve yıl boyu hakkında konuşturan tiyatro oyunlarından bir seçkimiz var.

  15. Yakın dönemde radarımıza giren 15 tasarımcı ve üretici

    Yenice takibe alıp hikâyesine merak duyduğumuz yerli tasarımcılar, üreticiler ve toplayıcılarla konuştuk.

  16. Karanlığımızla barışıp onun sesini kısmak: Soytarı ben miyim? 

    Louvre Müzesi’nin güncel sergisi Figures of the Fool (Soytarı Figürleri) ve İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında prömiyerini yapan Haberci oyununun düşündürdükleri.

  17. Yaşa takılanlar: D’Angelo and The Vanguard - BLACK MESSIAH

    Siyah müziğin karizmatik ve etkili sesi D’Angelo’nun üçüncü stüdyo albümü Black Messiah artık 10 yaşında.

  18. Murat Fıratoğlu ile HEMME'NİN ÖLDÜĞÜ GÜNLERDEN BİRİ ve ardındakiler

    Filmin yönetmeni, senaristi ve başrol oyuncusu Murat Fıratoğlu ile festival favorisi Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri üzerine bir sohbet.

  19. Duvarların ötesine: Mete Gümürhan, BERABER’i anlatıyor

    “Pek çok film fiziksel teması saldırganlık ve şiddete indirgese de ben bunu daha çok şefkat ve merhamet gibi hisleri seyirciye verecek şekilde kullanmaya çalışıyorum.”

  20. Geleceğin kırıkları: Ozan Yoleri ve Ahsen Eroğlu ile BAŞLANGIÇLAR

    Ozan Yoleri ve Ahsen Eroğlu ile filmin “başlangıç” sürecinden yaratılan tanıklık alanlarına, bazen bir duvar yazısından hayatın sınırlarına uzanan bir sohbet.

  21. Zafer anları, düşüş ve acı: UNSTOPPABLE ekibi hattın diğer ucunda

    Unstoppable ekibinden William Goldenberg, Jharrel Jerome ve Anthony Robles; film ve düşündürdükleri üzerine sorularımızı yanıtladı.

  22. Toplumsal yargılar, dürtüsel doğrular: Ece Dizdar ve MÜKEMMEL

    Ece Dizdar; filmin öncesi, sonrası ve esnasını, Mükemmel’in tohumlarının nasıl atıldığını anlatıyor.

  23. Yani öztemsiliyet: TERSO SİNEMA

    Üretimleriyle lubunyalığı, Ankaralığı ve altkültürleri yaşatma hedefli Terso Sinema ile yolculukları, yaklaşımları ve dahası üzerine...

  24. Akıştayız ama bu biraz da raftinge mi benziyor?

    "11 yıldır freelancer olarak devam ettirdiğim kariyerimde, çatır çutur kemiklerimizi kıran sistemi çize çize iyileşmeye çalışıyorum."

  25. Künye

    .