Kendi ayağımıza taktığımız çelmeler ya da Dilan Hakkında Konuşmalıyız
Yazı: Yağmur Ruken Kahraman
Olamadığı kişinin hasretini çekenler, ihtimallerin heyecanıyla yası arasında salınanlar, yasına neşeyi de katanlar, biraz da kendi ayağına çelme takanlar, sıkışmış hissedenler, üretmenin girdabında bir sağa bir sola savrulanlar ya da olduğu yerde sayanlar, “her şey senin elinde” masalına pek de inanmayanlar; toplanın, Dilan Hakkında Konuşmalıyız.
Alt orta sınıftan genç yetişkin bir kadının, Dilan’ın gündelik yaşantısını ve üretim çıkmazını odağına alan film; dünya prömiyerini 30. Saraybosna Film Festivali’nde, ulusal prömiyerini ise 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde yaptı. Çeşitli festivallerden çokça ödülle dönen film; hem merkezine alt orta sınıftan genç bir kadının gündelik hayatını ve üretim çıkmazını almasıyla hem de bunu kendisini pek de ciddiye almayan bir tonla ve biçimsel tercihlerle yapmasıyla kıymetli bir yerde duruyor.
Filmin yönetmenliği Umut Şilan Oğurlu‘ya, senaryosu Umut Şilan Oğurlu ve Mislina Bağrıyanık‘a ait. Oyuncu kadrosunda ise Sude Belkıs, Ayşe Lebriz Berkem, Emrah Özdemir, Elif Özdemir, Hakan Kahraman, Ferhat Özmen, Evrim Doğan, Yener Özer ve Nur Sürer var.
Bu yazıyı yazarken fonda -ve filmin finalinde de- çalan Lin Pesto şarkısı “Üzgün”ü de hemen aşağıya bırakıyorum.
Konu nedir?
30’una yaklaşan Dilan sinema mezunudur. Dayısının yanında çalışır, annesiyle yaşar ve yapmak istedikleri ile yaptıkları arasındaki boşlukta salınır. Potansiyelini gerçekleştiremediğini düşünen Dilan’ın probleminin ne olduğunu araştıran bir belgesel ekibi, bir yandan Dilan’ın gündelik yaşamını takip eder bir yandan da sanatsal üretim sürecinin çözülemeyen gizemli yapısını irdeler. Zihni onca fikirle dolu olan ve ortalama standartlarda yaşayan bir genç yetişkin neden çok istediği hâlde değerli bir şey üretememektedir? Sebebi psikolojik ya da fizyolojik olabilir mi? Mesela demir eksikliği? Üzerindeki öz sabotaj toprağını atamaması ne kadar ekonomik koşullarla, ne kadar tembel olmasıyla ilgilidir? Ya da Dilan sadece yeteneksiz midir? Belki de bahtsız?
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
*Umut Şilan’ın “Âdeta benim kendi belgeselim gibi oldu.” (kaynak: Evrensel) dediği filmin otobiyografik bir yanı var. Dilan’ın adından, sinema mezunu olmasına hatta çekimlerde kullanılan mekânlara kadar birçok detay, Umut Şilan’ın hayatının bir parçası. Filmde izlediğimiz ev, aslında annesinin yaşadığı ev; emlak ofisi de dayısının emlak ofisi. Bu nedenle hikâye, gerçeklik ve kurmaca arasında gidip gelen bir yapıya sahip.
*Film bir mokümanter, yani kurgu belgesel. Doğaçlama hissi verebilecek her ânı aslında kurgusal ve bu hissin sebebi biraz da biçimsel tercihinin bir çıktısı.

İlk intiba?
Dilan Hakkında Konuşmalıyız geleceksizlik, güvencesizlik ve belirsizlikle bezeli gündelik hayatlarımızda; sıkıştığımız yerden bir çatlak açıyor. Biz de o çatlaktan birlikte nefes alıyoruz sanki. Filme dair karşılaştığım yorumların çoğu Dilan’ın deneyimiyle ortaklaştıkları yönünde. Olan bitene razı olmayan ama başka türlüsüne dair adım atacak gücü de kendinde bulamayan kuşağımın sesine bir çatı oluyor film.
Evet önümüzü görmek zor, biz de on yıl sonra kendimizi bir yerde görmüyoruz belki ama Ş/Dilan bir şekilde o filmi yapıyor. Üstüne tüm bu olan bitene bir de Lin Pesto şarkısı eşlik ediyor. Bize de izlemek düşüyor. Belki -Dilan gibi- “saçma oldu” deyip baştan alıyoruz belki de o saçmaladığımız yerden devam ediyoruz ama bir şekilde o filmi çekiyor ya da izliyoruz.
En çok neyi sevdin?
Filmin, Dilan’ın kendini gerçekleştirememesini bir öz sabotaj hâline sıkıştırmadan, kolektif sınıfsal bir yere taşımasını ve bu iki yer arasında salındırmasını. Bir de filmin kendini pek de ciddiye almayan tonunu ve buna eşlikçi biçimsel tercihlerini.
En çok hangi sahneye yükseldin?
Kameranın şahitliğinin hatırlanmasıyla bozuntuya veril-mey-en anların sessizliğine ve The Office dizisinin Michael Scott’ı referanslı o sahneye.

Modunu nasıl etkiledi?
Filmi Mithat Alam seçkisiyle Sinematek’te izlediğimde Dilan’ın çokça tanıdık deneyimi, buruk neşeli bir his armağan etmişti. Şimdi bu yazıyı yazmadan filmi tekrar izlediğimde ise bu his genişledi.
Anlatının otobiyografik yanını; Umut’un üretememe hâlinden ve sıkıştığı yerden bu filmle çıktığını hatırlamak içime bir su serpti. Kendi kuyularımızdan bizi en çok meşgul eden her neyse onunla birlikte çıkmanın mümkünlüğünü hatırlattı. Belki bana uzun zaman sonra buraya bir yazı yazdıran şey de bu ihtimalin tortusudur; üzerimdeki öz sabotaj toprağını atıp bir şeylerin ucundan tutma girişimidir.
Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?
Otobiyografik yanını hesaba katarsak film sürecini biraz da Dilan’ın ilk filmini yapma süreci olarak düşünüp derin bir nefes alabilir miyiz? Ya da bir noktada zihninin kapılarını elindeki anahtarlarla açıyor diyebiliriz miyiz? Anahtarların kendisinde olduğunu fark etmesi yolun yarısı olabilir mi?
Bu noktada filmin seyircisinde nasıl bir karşılık bulduğu açık; peki tüm bu süreç Şilan’da nasıl bir karşılık buldu? Filmin sende yeşerdiği andan onu perdede ilk izlediğin âna kadar biraz da Şilan hakkında konuşalım desem neler söylersin?