Doğa Kent İnsan: Şehre BAK görsel hikâyelerinizi bekliyor

Hazırlayan: Eylül Ege - Fotoğraf: Betül Kübranur Karaca

Hatırlamak ve Anlatmak için Şehre BAK projesi 2012’den bu yana; sağladığı fotoğraf ve video eğitimleri, yarattığı kolektif üretim ve gösterim alanlarıyla ifade alanları sınırlı genç hikâye anlatıcılarının kentleri hakkındaki görsel üretimlerini destekliyor. Web sitesi üzerinden açtığı çağrılarla çevrimiçi sergiler düzenliyor, ilgililerine belgesel fotoğraf ve video alanında eleştirel metinler ve kaynaklar sunuyor.

Şehre BAK’ın en yeni çağrısı, bir yandan kentsel tarımla meşgul olurken bir yandan da 100 Sene 100 Nesne adlı alternatif Cumhuriyet tarihi ansiklopedisi projesini yürüten Bediz Yılmaz’ın kaleminden çıkmış. Doğa Kent İnsan: Zıtlık mı Uyum mu?, en fazla bir dakikalık videolar ya da 8-12 fotoğraftan oluşan görsel hikâyelerinizi, 100-150 kelime uzunluğunda metinlerle birlikte 3 Temmuz’a kadar paylaşmanızı bekliyor. Başvuru linki burada. Çağrı metni ise şöyle:

“Bu çağrıda kent ile doğa arasında olduğu varsayılan o büyük zıtlığı sorgulamak istiyoruz. Kent fikri doğduğu andan itibaren kırsaldan ve tarımdan farklılaşma üzerine kurdu varoluşunu, ama modern zamanlara kadar kent ile doğa arasında mutlak bir kopuş değil uyumdan bahsetmek yine de mümkündü. Sokakların ve yapıların topoğrafyayı izlediği, bahçelerin kent sakinleri için gıda ürettiği, kaynakların çeşmelerle buluştuğu, köprülerin nehir yataklarına saygılı uzandığı yerlerdi kentler.

Modernleşme ise uygarlığı, dışımızdaki ve içimizdeki doğayı ancak sınırlı, terbiyeli, kafes içinde olmak zorunda bıraktı; en modern kent en ehlileşmiş doğaya sahip kent olarak tanımlanır oldu. Haddini bilmeyen insan, makinelere hakimiyeti geliştikçe, yaşamını doğa ile uyumlu bir biçimde kurmak yerine onu yok sayabileceği, daha fenası onu alt edebileceği, ona söz geçirebileceği vehmine kapıldı. İnsanın bu cüreti nereden aldığı bilinmez; tek bilinen, bu güç savaşında yenen taraf olmanın kendisi için bir yenilgi olduğu…

Betona hapsedilmiş sonra da üstü kapatılıp yollar ve binaların altına saklanmış dereler, ağacından mahrum bırakılmış yamaçlar, üstüne kentler inşa edilmiş fay hatları, altın uğruna kesilen zeytinlikler, yaşam alanı yok edilmiş hayvanlar, dedesinin diktiği ağacın gölgesinden mahrum bırakılanlar, borulara hapsedilip ipe döndürülen coşkun ırmaklar, plastiğe gömülmüş kıyılar, moloz doldurulmuş vadiler, kuşları bilmeyen çocuklar, otları unutan halklar, güneşini yitirmiş sokaklar…

Bu çağrıyla sizleri, insanın sınırsız cüretinin doğurduğu yıkıcı sonuçlara mercek tutmaya davet ediyoruz. Doğa nasıl zapturapt altına alınmaya çalışılmış, böyleyken, insanın müdahalelerini hiç umursamadan kendi bildiğini nasıl okumuş? Depremin yıkıcılığında doğanın dediklerine kulak tıkama pervasızlığının payı nedir? Doğa ile kentler arasındaki ilişki gerilim üzerine mi kurulu olmalı, uyumlu bir birliktelik hiç olmadı mı, olamaz mı?”