Göçmen su kuşları: Düet

Yazı: Zelal Buldan

42. İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması’nda Mansiyon Ödülü, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü alan Düet, son olarak Documentarist 16. İstanbul Belgesel Günleri’nde Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü ve En İyi Kurgu ödülü aldı. Düet ile beraber iki genç yönetmen Ekin İlkbağ ve İdil Akkuş ile tanışmış olduk. Tanıştığımıza çok memnun olduk!

Düet şimdilerde Documentarist kapsamında deprem bölgesinde gösterimlerine devam ediyor. İleri zamanlarda farklı şehirlerdeki gösterimlerden birine denk gelebilmek için filmin Instagram ve Twitter hesaplarına göz atabilirsiniz.

Konu nedir?

Senkronize yüzmenin düet kategorisinde beraber mücadele eden iki genç sporcu Defne Bakırcı ve Mısra Gündeş’in imkânsızlıklar içinde kendi yollarını aradıkları ülkeler arası yolculuklarını izliyoruz. Bu uzun ve zorlu maceranın kahramanlarının arasında oluşan güçlü bağ ile kendimizi bir spor belgeselinin çok ötesinde buluyoruz. 

İlk intiba

Defne ve Mısra’nın karada yaptıkları açılışın ardından su altına iniyoruz. Bizim nefesimizi kesen su, Defne ve Mısra’nın yaşam kaynağı oluyor. İkili beraber uyum ile yüzerken dış ses, turna kuşu betimlemeleri ile araya giriyor: “Uzun boylu, uzun bacaklı, zarif boyunlu ve parlak… Güzel gözlü göçmen bir su kuşu.” diye başlıyor ve masal gibi devam ediyor. Bu masalın içinde “göçmen su kuşu” tabiri ise film boyunca hafızada yankılanmaya devam ediyor. Mısra ve Defne tıpkı göçmen su kuşları gibi ülkeler boyunca süzülüyorlar. Bazen odasındaki çiçekli çarşafı, yan odasındaki kardeşiyle annesini özlüyor biri, bazen öteki yoruluyor. Kahkahalar da paylaşılıyor gözyaşları da. Ama en önemlisi, ayrı kaldıkları dönemlerde bile gökyüzündeki yansımaları yan yana uçuyor. 

Dış sesin devam ettiği gibi: 

“Ağır kanatlı uçuşlarıyla sürüler hâlinde ahenkle uçarlar. Birbiri arkasına hafif sağa ve sola dizilir, en öndeki havayı yararken diğerleri arkasında süzülür. Öndeki yorgun düştüğünde arkadan gelenle yer değiştirir.”

En çok nesini sevdin?

Belgesellerde sık sık rastladığım ve bu sebeple bağ kurmakta zorlandığım bir sorundur karakterleri yeterince tanıyamamak. Özellikle yönetmenin karakterleri yakından tanıdığı belgesellerde bu nokta atlanabiliyor. Soruna ve yola çıkış motivasyonuna kapılarak izleyiciye karakterleri tanıtmak unutulabiliyor. Düet ile bağ kurabilmemin en öncelikli sebeplerinden biri Defne’yi ve Mısra’yı çok yakından tanıyabilmek oldu. Defne ve Mısra’yı daha önce hiç duymamış olarak oturduğum koltuktan ikiliyi uzun zamandır tanıyormuş gibi hissederek kalktım. Bu noktada filmin kurgusunun başarısının da altını çizebilirim. Bambaşka bir kurgucunun elinde atılabilecek detaylar, karakter tanıtımını beslemek üzere özenle yerleştirilmiş. İdil Akkuş Documentarist ödül gecesinde, filmi kurguladıktan sonra beğenmeyip en baştan kurgu masasına oturduğunu söylemişti. O masada fazladan geçen her bir saate değmiş diye düşünürken ilk versiyonu da merak ettiğimi söylemeden geçemiyorum.

Nasıl hissettirdi?

Defne ve Mısra’nın yarışlara hazırlanırken görmedikleri destek, kendi imkânlarıyla tasarladıkları mayoları, federasyonun uygun gördüğü düşük bütçeler, bütün zorlukların üstüne eklenen pandemi koşulları derken Düet’i izlemek iki sporcuyla oturup dertleşmek gibi hissettiriyor. Onlar anlatıyor, biz dinliyoruz. Sorunlarının arasında bizleri ve kendilerini güldürmeyi de ihmal etmiyorlar. 

Antrenörün siyah ekranda anlattığı taciz hikâyeleri ile kadınlar yürüyüşüne bağlandığımızda ise kadın dayanışmasını omzumuzda hissederek finale yaklaşıyoruz. Film boyunca Defne ve Mısra’nın birbirine olan desteğini de yanımıza alıyoruz.

Defne’nin, Mısra’nın ve antrenörlerinin yorgunluğunu giderme isteği ile hep beraber yürüyoruz. 

Tıpkı turna kuşları gibi…

Birimiz yorgun düşersek arkadan gelenle yer değiştiririz.