Duygudurum: Ozan Tekin - Anarya

Köln’de yerleşik besteci ve prodüktör Ozan Tekin, müzikal yolculuğu boyunca yerli sahneden Can Güngör, Nilipek, Biz, Ars Longa, Post Dial ve Yora gibileriyle hem sahnede hem de stüdyoda ortak üretimlere imza attı; solo kayıtlarını ise kendi adı ve Seyrek Rıfat mahlasıyla paylaşmaya devam etmekte. 

2019’da kirli, karanlık, kaotik sesleri derleyen deneysel kompozisyonlarını sunduğu ilk albümü Pillars of Salt’u, Köln merkezli NOORDEN etiketiyle yayımlayan müzisyen geçtiğimiz yıldan bu yana, sırayla Köln, İstanbul ve Adana’yı kapsayan üç duraktan oluşan bir “geriye doğru göç hikâyesi” olarak tanımladığı Anarya projesini bölümler hâlinde dinlemeye açıyordu. Güzel haber: 27 Mayıs itibarıyla kayıtların hepsi bir albümde toplandı. Birbirinden harika görsel eşlikçiler ise grafik tasarımcı / illüstratör Başak Ünal’ın ellerinden.

anarya ozan tekin

“Anarya gitmek”, Tekin’in memleketi Adana’ya özgü bir deyim; geri geri hareket etmek anlamına geliyor. Yani albümün çatısını kuran zaman göçüne adını, müzisyenin çocukluğundan yadigâr bir sözcük veriyor. Ozan Tekin’in söyleyişiyle her parça, yaşadığı üç şehirden kalan “anılarını yankılayan” birer sonik anlatı aslında. Uzunçaların tamamı ise mekânlar ve aidiyet hissi üzerinden gözden geçirilmiş bir yaşam öyküsüne tekabül ediyor.

Her şey, Ozan Tekin ve 65 yaşındaki “bir ayağı çukurda” bir duvar piyanosunun tesadüf eseri tanışmasıyla başlıyor. Enstrümanın kendine has sesinden çok etkilenen müzisyen, uzun yıllardır sıkça vakit geçirmemiş olsa da çocukluğunda müzikle ilk temasını sağlayan piyanoya geri dönüyor. Mekaniğini anlama ve tamir etme uğraşıyla geçen ayların sonunda onu hayata döndürüyor; ikili karşılıklı olarak “birbirini akort etmeye” girişiyor. 

Sıra, uzun yıllardır biriken kompozisyonlara onunla ses vermek üzere kayda geçmeye geliyor. Böylece geçmişten gelen bir piyano, bir tür zaman makinesine dönüşüyor; Ozan Tekin debir yanda eski olanı yenilerken, diğer yanda yeniden eskiye doğru bakan bir ses dünyası yaratmaya koyuluyor. Anarya, sözsüz kurgusu ve yoğun duygusuyla her dinleyende bambaşka biçimlerde tezahür etmeye elverişli, kavramsal ufku oldukça geniş bir iş. 

Albüm kulağa, bir çeşit anlam arayışının gölgesinde, varoluşsal sancılarla yaşama sevinci arasında mekik dokuyan, naif bir ruhun ürünü gibi geliyor. Ulaşabildiklerine, yeni anlamlar keşfedebilmeleri için anahtar bağlantılar sunuyor sanki. Anarya’nın his haritasını çizdik.

“Gravity of the Past”ın ilk saniyelerinde duyulan tatlı melankoli, yoğun bir özlemin çıktısıymış gibi hissettiriyor. Parça ilerledikçe seslerin mücadelesine sahne oluyor, kendimizi tek başımıza bir zaman vakumunun içinde buluyoruz sanki. Anarya’nın diline alışmak için fazlasıyla uygun bir açılış bu. “Irresistible Call of a Swift” ile biraz önce çekimine kapıldığımız geçmişin derinlerine doğru indikçe sıcaklık da artırıyor; kasvetli synthler, uzaktan gelen vokaller, nostaljik mızıka tınılarıyla etrafımız kalabalıklaşıyor. “Flutter (Ballad of July)”ın kalbi kıpırdatan, heyecanlı giriş melodisi gülümsetiyor, güvende hissettiriyor. Düşünceler zihnimizden yavaş yavaş uzaklaşıyor, “Sunsick” ve isim tercihi sayesinde aidiyetle kurduğumuz ilişkiyi yoklayan “No More Home”un birbirinden lezzetli armonilerine teslim oluyor, müzikle birlikte akıp gidiyoruz. Böylece albümün en olgun, en uzlaşmacı tınlayan Köln bölümü kapanmış oluyor.

“An Intro, a Pause, an Ending” ile birlikte İstanbul’u Ozan Tekin’in hafızasında kalanlarla deneyimleyeceğimiz altı parçayla tanışıyoruz. “Troubled Nest”, bu kentle yaşanan aşk-nefret ilişkisini en çok hissettiren kayıt belki de; kökünü bu coğrafyadan almış kimi motifler ve dramatik yaylı partisyonları eşliğinde İstanbul’un büyülü kaosunu hücrelerimizde hissediyoruz. “965”ın cana yakın melodisi dışında, barındırdığı insan sesi ve muzip finaliyle de iyileştirici bir etkisi var. Adıyla müsemma bir biçimde Ozan Tekin’in yumuşak düşüşüne şahit olduğumuz “The Fall”un şefkatli melodisine kalbi kaptırmamak mümkün değil. Bu parça, “Müzik, saçınızı okşayabilir mi?” sorusuna verilmiş güzel bir evet cevabı âdeta. “Life Blooms in Concrete” tazelikle, umutlu hislerle dolu; yaratıcı kompozisyonu bünyelerde hiç bitmesin arzusu oluşturabilir. Hep bir köprünün üstündeymiş gibi hissettiğimiz son saniyelerdeyiz. Anarya’nın, hayal kırıklıklarını sergileyen salonuna veda ediyoruz.

Ozan Tekin’in memleketi olan Adana’ya dönüş; albümün en eski bestesi, küçüklüğe açılan penceresi olan “Ode to Being Idle” ile başlıyor. Parça, emektar piyano ve ona eşlik eden, Berke Can Özcan katkılı başkaca oyuncaklı titreşimler aracılığıyla çocuk olmanın meşru tembelliği ve kaygısızlığına övgülerini sunuyor. Kaybolmuş bir uçurtmaya yakılan bir ağıt dinliyoruz sonra, bulutların üstünde onu aramaya çıkmış duygusuyla. Portakal reçelinin ferah kokusunu burnumuza getirirken kanımıza sakin bir neşe karıştıran “Orange Jam” ile huzurlu bir yerde kapanıyor Anarya

Çağdaş klasik, caz ve ambient elementlerinden son derece dokunaklı bir seçki sunan albüm sadeliğin gücüne bir övgü âdeta. Bir deyime dayandığını bildiğimiz ismi son hecesiyle ülke adlarını da çağrıştırıyor. Bütün bu öykünün sonuna gelmek; bir müzisyen bu süreci yaşayarak soyut bir evrende kendine kadar bir cep açmış, orada şahsi ülkesini inşa etmiş, yuvasını seslerle kurmuş gibi hissettiriyor. Ne mutlu.

Yazı: İlayda Güler